Kıbrıs meselesi, Türkiye'nin dış politikada en uzun soluklu ve karmaşık dosyalarından biri olmaya devam ediyor. Yıllardır süregelen temel tartışma aynı: federasyon mu, yoksa iki devletli çözüm mü?
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin yeni cumhurbaşkanı Tufan Erhürman, göreve gelir gelmez federasyon temelli çözüm vurgusu yaptı.
Erhürman'a göre, Kıbrıs Türk halkının geleceğini garanti altına almanın yolu, "iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyon" modelinden geçiyor.
Bu yaklaşım, bir önceki Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ın "egemen eşitliğe dayalı iki devletli çözüm" anlayışından belirgin biçimde farklı.
Bu farklılık, Kıbrıs'ın geleceği kadar Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki konumu açısından da kritik.
Tam da bu noktada, geçmişte bu konuyu derin biçimde irdelemiş üç önemli isim Attila İlhan, Banu Avar ve Aytunç Altındal yeniden hatırlanmalı.
Attila İlhan: Kıbrıs bir mevzi meselesidir
Attila İlhan, Kıbrıs'ı hiçbir zaman yalnızca diplomatik bir dosya olarak görmedi.
Ona göre Kıbrıs, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki jeopolitik sigortasıydı.
İlhan, federasyon fikrini iyi niyetli bir barış girişimi olarak değil, Türk halkını zamanla Rum çoğunluğun gölgesine itecek bir süreç olarak değerlendirdi.
"Birlikte yönetim" kavramının geçmişteki örneklerini hatırlatarak, bunun pratikte Türk tarafının "azınlık konumuna" düşmesine yol açabileceğini savundu.
Bu nedenle İlhan, ayrı bir devletin varlığını hem politik hem stratejik bir zorunluluk olarak gördü.
Ona göre, "Kıbrıs'ta verilen taviz, sadece bir ada değil, bir mevzi kaybıdır."
Bu çerçevede bakıldığında, Erhürman'ın federasyon çağrısı, İlhan'ın bağımsızlık merkezli perspektifiyle çelişiyor.
Banu Avar: Batı'nın planlarına şüpheyle bakan bir ses
Gazeteci Banu Avar, Kıbrıs'ı Batı'nın Türkiye üzerindeki politik baskı araçlarından biri olarak gördü.
Onun gözünde "federasyon", diplomatik bir çözümden çok, Batı merkezli bir mühendislik projesiydi.
Avar, Avrupa Birliği ve ABD'nin "çözüm" söylemlerini, Kıbrıs Türk tarafını uluslararası alanda etkisizleştirme çabası olarak yorumladı.
Belgesellerinde ve yazılarında sık sık "Batı barış istemez, denetim ister" ifadesine yer verdi.
Bu bakış açısından, federasyon, Türk tarafının egemenliğini yumuşatarak kontrollü bir bağımlılık yaratma yöntemi olarak değerlendiriliyordu.
Avar, çözümün öncelikle Türk halkının iradesine dayanması gerektiğini savundu.
Ona göre mesele, sadece nasıl bir çözüm istendiği değil, o çözümün kimler tarafından belirlendiği meselesiydi.
Aytunç Altındal: Jeopolitik uyarıların adamı
Araştırmacı-yazar Aytunç Altındal, Kıbrıs'ı uluslararası güçlerin Doğu Akdeniz stratejisinin odağı olarak tanımladı.
Ona göre federasyon fikri, İngiltere ve ABD'nin bölge üzerindeki etkinliğini kalıcılaştırmak için kullandığı bir araçtı.
Altındal, federasyonu "idari bir çözüm değil, jeopolitik bir tuzak" olarak nitelendirdi.
Türkiye'nin bu yapıya dahil olması halinde hem garantörlük haklarının zayıflayacağını hem de Doğu Akdeniz'deki hareket alanının daralacağını ileri sürdü.
Bu nedenle onun önerisi, iki devletli çözümün yalnızca bir siyasi tercih değil, ulusal güvenliğin gereği olduğu yönündeydi.
Altındal'a göre, Kıbrıs'taki her diplomatik masa aslında Batı'nın çıkarlarını korumak için kuruluyordu.
Haydar Baş: Egemenliğin tartışılmazlığı
Prof. Dr. Haydar Baş, Kıbrıs meselesini Türkiye'nin "egemenlik ve kimlik mücadelesinin" parçası olarak gördü.
"Kıbrıs bizimdir, bizim kalacak" başlıklı yazısında, Türkiye'nin AB süreci uğruna Kıbrıs'ta hiçbir taviz veremeyeceğini vurguladı.
Ona göre, federasyon ya da ortaklık gibi modeller, Kıbrıs Türk halkının bağımsızlığını fiilen zedeleyecek girişimlerdi.
Baş, Kıbrıs Türk halkının tanınma sorununun Türkiye'nin prestijine de doğrudan etki ettiğini belirtti.
Uluslararası sistemin baskılarına karşı durmanın, "sadece devlet politikası değil, milli bir sorumluluk" olduğunu savundu.
Bu nedenle onun çizgisi, egemenlik merkezli, bağımsızlıkçı bir yaklaşım olarak öne çıktı.
Hüseyin Baş: Bağımsızlık ve tanınma vurgusu
Hüseyin Baş, babası Haydar Baş'ın görüşlerini sürdürmekle birlikte, çağdaş siyaset diliyle aynı konuyu ele aldı.
"Kıbrıs yavru vatan değil, vatandır" ifadesi, onun bu meseleye bakışının özeti gibidir.
Kıbrıs'ı Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki "kırmızı çizgisi" olarak nitelendiren Baş, iki devletli çözümün fiilen zaten var olduğunu, meselenin yalnızca uluslararası tanınma eksikliğine dayandığını dile getirdi.
Ona göre, federasyon görüşmeleri, Kıbrıs Türk halkının eşitliğini değil, bağımlılığını pekiştiriyordu.
Bu nedenle çözüm arayışında asıl öncelik, tanınmanın sağlanması ve KKTC'nin kendi kimliğiyle varlığını sürdürmesiydi.
Genel değerlendirme: Modelin değil, içeriğin önemi
Beş ismin ortaklaştığı nokta, Kıbrıs Türk halkının egemenliğinin tartışmaya açık olmaması.
Hepsi, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki varlığını stratejik bir zorunluluk olarak görüyor.
Federasyon fikrine yönelik temkin, bu isimlerde farklı tonlarda olsa da ortak bir kaygıya dayanıyor:
Federasyonun, Türk tarafını siyasi ve psikolojik olarak Rum çoğunluğun gölgesine itme olasılığı.
Bu düşünürlere göre çözüm, yalnızca diplomatik masa başında değil, hakların korunmasında, tanınmada ve güvenlikte aranmalı.
Federasyon, bu unsurları sağlayabiliyorsa anlamlıdır; aksi halde, adı "çözüm" olsa da sonuç "bağımlılık"olabilir.
Bugün Kıbrıs'ta konuşulan her model, bu uyarıların ışığında değerlendirilmek zorunda.
Çünkü Kıbrıs, yalnızca bir ada değil Türkiye'nin ufka açılan kapısıdır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Cem Bürüç / diğer yazıları
- Kıbrıs üzerine eski uyarılar, yeni yönelimler / 22.10.2025
- Nadir topraklarda yeni dönem – G7’nin hamlesi ve Türkiye için dersler / 20.10.2025
- Kendi yolunu çizebilen Türkiye / 18.10.2025
- Narkoterör: Sessiz ve sinsi bir küresel tehdit / 17.10.2025
- Türkiye'nin yeni yön arayışı: Denge mi, bağımsızlık mı? / 16.10.2025
- Gazze ateşkesi: Ankara'nın ince diplomasisi, İsrail'in tereddütü ve büyük güçlerin hesabı / 15.10.2025
- Türkiye'nin dış politikasında denge arayışı: İki kutuplu dünyada akıllı diplomasi / 14.10.2025
- Bolivarcılıktan Nobel'e: Venezuela'nın bitmeyen hesaplaşması / 12.10.2025
- Barışın önündeki en büyük engel: Güvensizlik / 11.10.2025
- Almanya, İsrail ve Filistin arasında ince bir hat üzerinde / 10.10.2025
- Nadir topraklarda yeni dönem – G7’nin hamlesi ve Türkiye için dersler / 20.10.2025
- Kendi yolunu çizebilen Türkiye / 18.10.2025
- Narkoterör: Sessiz ve sinsi bir küresel tehdit / 17.10.2025
- Türkiye'nin yeni yön arayışı: Denge mi, bağımsızlık mı? / 16.10.2025
- Gazze ateşkesi: Ankara'nın ince diplomasisi, İsrail'in tereddütü ve büyük güçlerin hesabı / 15.10.2025
- Türkiye'nin dış politikasında denge arayışı: İki kutuplu dünyada akıllı diplomasi / 14.10.2025
- Bolivarcılıktan Nobel'e: Venezuela'nın bitmeyen hesaplaşması / 12.10.2025
- Barışın önündeki en büyük engel: Güvensizlik / 11.10.2025
- Almanya, İsrail ve Filistin arasında ince bir hat üzerinde / 10.10.2025