Ey evlat! Kalbin ne zaman temiz olur ve sırrın ne zaman safa âlemine geçer ki, hâlâ halkı Hakk'a ortak koşmaktasın. Sen nasıl felah bulabilirsin ki, her gece sabah olunca, kimi şikâyet edecek, kime dert yanacak ve kimden dünyalık koparacaksan onları hesap edersin. Ve kalbinde tevhidin zerresi bile olmadığını bilirsin. Bu hâlinle kalp güzelliğini nasıl arzularsın? Tevhid nurdur; şirk karanlıktır. Sen nasıl iflah olursun ki, kalbinde takvadan zerre dahi yok. Ve sen, Hakk'ı halkla perdeledin. Sebepleri gördün, onların sahibine kapalı kaldın. Halka dayanmakta ve halka güvenmektesin. Bu hâlinle mücerret bir davadan ibaretsin. Üzerinden yararı alınan ot köküsün. Şahit, ispat getirmeden yalnız kuru dava ile bir şey olacağını sanma. Hakiki tevhid ve safa âlemine geçmek iki şekilde olur: Birincisi, mücahede, zor işlere katlanıp riyazet yolunu tutmak, nefse ağır gelen birçok güç ibadetlere katlanmaktır ki, bu, sâlih kullar arasında maruf ve meşhur bir yoldur.
İkincisine gelince; o ilâhî bir vergi olarak gelir. Bu, nadir olan bir vakıadır. Hak Teâlâ istediği kulun kalbine sevgisini ve marifetini verir. Ehlini alır, sanatını bıraktırır ve o kulunda, kuvvetini, kudretini gösterir. Bir zamanlar yol kesip eşkıya olan Zât'ı, az zaman sonra bir mabede müdavim kılabilir. Yakınlık kapısını o kula açar, bulunduğu yaramaz hâllerden onu beri eder. Önce, dünyanın tümü eline girse doyması kabil olmayan bu zat Hakk'ın bir tecellisi sayesinde azla yetinmeye başlar.
Hak, bu kuluna anlayış, hikmet, izzet ihsan eder. Gördüğü her şeyden ibret, işittiği her şeyden öğüt alır. Yaptığı işler, yalnız Hak yakınlığına ileten olur. Bu hâli benliğinde bulduktan sonra hidayet yolunu gösterir, kullara yardım eder. Bu sebeple bir an bile ondan ayrıldığı olmaz. Hak, onu bütün kötülükten korur. Nasıl ki, Hz. Yusuf hakkında: "Biz ondan, böylece kötülükleri beri aldık; çünkü o, bizim hâlis kullarımızdandı." (Yûsuf, 12/24) buyrulur.
İşte bunun gibi o kuldan da bütün kötülükler alınır. Ve bütün işlerinde başarı verilir.
İlâhî sevgiye eren ve O'na arif olan kimseden herkes öğüt alır. Her şeyden ve her ilim dalından o zat herkese bilgi dağıtır. O zat, öğüdü ve verdiği bilgileri bazen sözle, bazen hareketleriyle yapar. Bazen de manevi bir himmetle yapar. Kullar onun verdiği öğüdün yönünü bazen tayin edebilir, bazen de tayin edemez.