Türk ordusu daha önce defalarca sınırötesi operasyon yaptı. Ancak iki senedir gündemde olmasına rağmen, böyle bir operasyon yapılamıyor. Peki neden? Ruhat mengi yazıyor Gazetenin birinci sayfasında şehit erimiz Hasan Güreşen'in küçük kızını "Orgeneral Tuncel'in yakasındaki babasının fotoğrafına dikkatle bakarken" gösteren fotoğraf yine kaç anneyi ağlattı kim bilir...Ya şehit Binbaşı Ramazan Armutçuoğlu'nun, elinde babasının fotoğrafıyla daha genç olan erkek kardeşine güç vermek için "ağabeyce" sarılması? Tunceli'de şehit düşen Jandarma er Eraslan Güngör'ün "ailesi kendisi için ağıt yakarken" gönderdiği mektubun ellerine geçmesi? Orada annesine ve yeni evlendiği eşine söyledikleri? Yine kaçımızın içini yaktı, yüreğini dağladı? Ve öte yanda yüreksizliğe, insafsızlığa bakın ki Türkiye'de birileri hâlâ "Kuzey Irak'a bir operasyon yapılırsa bu seçimleri önlemek için olacak" diyebiliyor. Kendi dedikleri yetmezmiş gibi Türk düşmanı Yunanlı bir gazeteci ağzından ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Sean Mc Cormack'a bu soruyu sordurabiliyor. Avrupa ve Amerika basınının (Yunanlı gazeteci benzeri) bazı kalemlerinin aynı görüşü vurgulamasını sağlayabiliyor.Oysa bu operasyon (yapılmasının riskleri bilinmesine ve önce tüm diplomatik yolların acilen denenmesi gerekliliğine rağmen) Türk ordusunun PKK nedeniyle yaptığı ilk sınır ötesi operasyon değil. 1983'ten bu yana Kuzey Irak'a defalarca operasyon yapıldı. İran, Lübnan ve Suriye'den büyük destek gören, teröristlerini bu ülkelerde oluşturulan kamplarda eğiterek Türkiye'ye salan bölücü terör örgütünün bizzat Suriye Devlet Başkanı Esat'ın Barzani'den aldığı izinle 1982'de Kuzey Irak'a yerleşmesinden bir süre sonra Irak da diğerleri gibi PKK'yla işbirliği yapmaya ve desteklemeye başladı. O günden 1998 yılına kadar Türkiye'nin Kuzey Irak'a operasyonları sürmüş ve PKK bir yandan diplomatik çözümlerle (Suriye ve İran'la yapılan anlaşmalar, 98'de Türkiye'nin Suriye'ye yönelik uyguladığı kriz politikası ve sonucunda Abdullah Öcalan'ın Suriye'den ayrılmak zorunda kalması), bir yandan da operasyonlarla çökertilmişti.Tabii o günlerde ABD bugünkü gibi Barzani'li Kuzey Irak Kürtlerini, dolayısıyla PKK'yı destekliyor durumda değildi ve terör örgütünün lideri de Amerika'nın Türkiye'ye verdiği destekle "kaçacak yer bulamamış" ve sonunda yakalanmıştı. Demek ki neymiş, bugün tek fark Amerika'nın da PKK destekçisi Irak'ın yanında yer almasıymış.Yapılması gereken neymiş; operasyon kararından önce ABD ile AB ülkelerinin, İran, Suriye gibi komşu ülkelerin (maalesef bu da bizim şansımız) çektiklerimizi, haklılığımızı iyice anlamalarını ve teröre karşı desteklerini sağlamak.PKK'nın Kürt vatandaşlarımızın temsilcisi olmadığını, bu vatandaşların da (Şırnak'ta yapılan ve PKK'yı lanetleyen 4000 kişilik yürüyüş örneğinde olduğu gibi) bölücü örgütten nefret ettiğini anlatmak. En sonunda da kararlılığımızı vurgulamak. Prof. Dr. Ümit Özdağ bu yazımda verdiğim bilgilerde de yararlandığım "Türk Ordusunun PKK Operasyonları" isimli kitabında 2000 öncesi terörle mücadelenin nasıl ve hangi taktiklerle kazanıldığını çok açık şekilde anlatıyor.O yıllarda izlenen akıllı strateji şimdi "ABD faktörü"nü de ortadan kaldırmak üzere, daha da akıllıca izlenmeli. Yıllardır terör, can güvenliği gibi en ciddi sorunları bir kenara bırakarak "tepki gösteren halka" yüklenen, din istismarıyla ve rejim tartışmalarıyla zaman tüketerek siyasi istikrarsızlıkla ülkeyi sorunlara karşı zayıf düşüren yöneticiler de gerekeni yapmalı.İçte ve "dışta" sızlanmakla, medya yoluyla şikayet etmekle sonuç alınmaz, ancak böyle alınabilir.