İmam Ali Naki’den (a.s)
Allah-u Teâla, halkı kendi kudretiyle yaratmıştır ve kulluk etme gücünü de onlara vermiştir. Sonra kendi iradesiyle onlara emir ve nehiyde bulunmuştur
08.04.2025 00:20:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





"Allah-u Teâla, halkı kendi kudretiyle yaratmıştır ve kulluk etme gücünü de onlara vermiştir. Sonra kendi iradesiyle onlara emir ve nehiyde bulunmuştur.
Emrine itaat etmeyi onlardan kabul etmiş ve razı olmuştur. Ve onları kendisine karşı günah işlemekten nehyetmiş, isyan edeni kınamış ve buna karşı da onlara ceza vaat etmiştir.
Emir ve nehiy yetkisi Allah'a mahsustur, istediği şeyi emreder, istemediğini de nehyeder ve kullarına, emrine uymak ve nehyettiği şeyden kaçmak için verdiği güç ve kudret oranında ceza verir.
O'nun adalet, insaf ve yetkin hikmeti açıktır; böylece mazeretleri giderip önceden korkutarak halkın delillerini (bahanelerini) çürütür.
Peygamberleri seçmek O'na mahsustur. Kullarından risale tini ulaştırmak ve onlara hüccetini (delilini) tamamlamak için istediği kimseyi seçer. Muhammed salla'llâhu aleyhi ve alih'i seçti ve onu kendi risaletiyle kullarına gönderdi. Kavminden kâfir olanların bazıları, haset ve kibirlerinden dolayı şöyle dediler:
"Bu Kur'ân iki şehir (Mekke ve Taif)den birinin büyük bir adamına indirilmeli değil miydi?"
Onların bu sözden kasıtları Ümeyye İbn Ebu Salt( ) ve Ebu Mes'ud-i Sekafî( ) idi. Derken, Allah-u Teâla onların seçimini batıl bilmiş ve görüşlerini geçerli saymayarak şöyle buyurmuştur:
"Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırmaktadırlar? Dünya hayatında onların geçimlerini aralarında biz paylaştırdık ve onlardan bir kısmı diğer bir kısmını teshir etmesi (onlara iş gördürüp, görev ve sorumluluk yüklemesi) için bazılarını derece bakımından bazılarından üstün ettik ve Rabbinin rahmeti, onların topladıkları şeylerden daha hayırlıdır."
İşte bunun için işlerden istediğini seçti, istemediğini de nehyetti. Kim itaat ederse, ona sevap verir; kim isyan ederse, onu cezalandırır. Eğer Allah işlerin yetkisini kullara bırakmış olsaydı, o zaman Kureyş'in seçtiği, Ümeyye b. Ebu Salt ve Ebu Mes'ud-i Sekafî'yi de kabul etmesi gerekirdi. Çünkü onların nazarında bu iki şahıs Hz. Muhammmed salla'llâhu aleyhi ve alih'ten daha üstündüler.
Allah-u Teâla, müminleri şu ayetle: "Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman mümin olan bir erkek ve mümin olan bir kadın için kendi işlerinde seçim hakları yoktur."
İrşat ettiğinde onlara istedikleri gibi seçme izni vermedi ve Peygamber vesilesiyle ilan edilen emirlere uymak ve nehiylerden kaçınmak dışında onlardan hiçbir şeyi kabul etmedi.
Öyleyse kim O'na itaat ederse doğru yolu bulur ve kim isyan ederse sapıklık ve azgınlığa düşer ve emrine uymak ve nehyettiği şeyden kaçınmak için verdiği güçten dolayı hüccet ona tamamlanmış olur. Bu yüzden Allah onu, sevaptan mahrum kılarak ona azap gönderir.
Bu görüş, o iki akidenin hadd-ı vasatıdır; yani ne cebirdir, ne de tefviz. İşte bu görüş Emirü'l-Müminin Ali aleyhi's-selâm'ın Abaye İbn Rıb'î el-Esedî'ye buyurduğu sözün aynısıdır. A'baye, Emirü'l-Müminin Ali aleyhi's-selâm'dan, kendisiyle oturup kalkılan ve işler yapılan istitaat( ) hakkında soru sorduğunda Hz. Ali ona şöyle buyurdu:
"İstitaat hakkında soru sordun; acaba sen ona, Allah'ın müdahalesi olmaksızın mı sahipsin, yoksa ona her ikiniz de mi sahipsiniz?" Abaye susup kaldı.
Hz. Ali yine ona: "Ey Abaye, söyle bakalım." buyurdu.
Abaye: "Ne söyleyeyim?" dedi.
Hz. Ali: "Eğer ona her ikinizin de sahip olduğunu söylersen, seni öldürürüm (zira bu akide şirktir); eğer, Allah'ın hiçbir müdahalesi olmaksızın senin malik olduğunu dersen yine seni öldürürüm." (çünkü bu küfürdür.)
Abaye: "Ey Emire'l-Müminin, öyleyse ne söyleyeyim?" dedi.
Hz. Ali aleyhi's-selâm; "Sensiz ona sahip olan Allah'ın mülkiyetiyle ona malik olduğunu söyle." buyurdular. Eğer onu sana verirse O'nun tarafından bir bağıştır, vermediğinde de O'nun tarafından bir beladır. Seni malik kıldığı her şeye O maliktir ve seni kadir kıldığı her şeye yine O kadirdir. İnsanların: "La havle ve la kuvvete illa billâh" dediklerinde Allah'tan havl-u kuvvet istediklerini duymamış mısın?
Abaye: "Ey Emire'l-Müminin, bu cümlenin tefsiri nedir?" diye sordu.
Hz. Ali şöyle buyurdu: Allah'a isyan etmekten kaçınmak, Allah'ın koruması (yardımı) olmaksızın imkânsızdır. Allah'a itaat etmekte de O'nun yardımı olmaksızın bir gücümüz yoktur."
Bu sırada Abaye yerinden sıçrayıp Hz. Ali'nin el ve ayağını öptü.
Yine Emirü'l-Müminin Ali aleyhi's-selâm'dan nakledildiğine göre, Necde isminde bir şahıs hazretin huzuruna varıp kendisinden Allah'ı tanıma hakkında şöyle bir soru sorar: "Ey Emire'l-Müminin, Rabbini nasıl tanıdın?"
İmam aleyhi's-selâm: "Bana bağışladığı ayırt etme gücü ve bana kılavuzluk eden akıl vasıtasıyla tanıdım."
Necde: "Acaba sen bu tabiat üzere mi yaratıldın?"
İmam aleyhi's-selâm: "Eğer böyle yaratılmış olsaydım, o zaman ne bir iyiliğe karşı övülür ve ne de bir kötülüğe karşı kınanırdım; hatta iyilik yapan kötülük yapandan, kınanmaya daha layık olurdu. (çünkü iyi iş yapan o işi severek değil de zorla yapmış olurdu.)
İşte bundan anladım ki, Allah Kaim ve Baki'dir, O'nun haricindeki bütün şeyler, sonradan meydana çıkan, değişen ve zail olandır. Hiçbir zaman ebedi ve baki olan, zail olan ve sonradan meydana çıkan şeyler gibi değildir." Necde: "Ey Emire'l-Müminin, sizi hekim bir kişi görüyorum."
İmam aleyhi's-selâm: "Ben ihtiyar sahibi bir kişiyim; dolayısıyla iyilik yapmak yerine kötülük yapacak olursam, buna karşılık cezaya uğrarım."
Yine Hz. Ali aleyhi's-selâm'dan nakledildiğine göre, "İmam aleyhi's-selâm Şam (Sıffîn Savaşı'n)dan döndükten sonra yaşlı bir adam kendilerine: "Ya Emire'l-Müminin, bizim Şam'a olan hareketimiz, Allah'ın kaza ve kaderiyle miydi?" diye sorar.
Hz. Ali: "Evet, ey şeyh, Allah'ın kaza ve kaderi olmaksızın hiçbir dereden yukarı çıkmadınız ve hiçbir tepeden de aşağı inmediniz."
Yaşlı adam, Hz. Ali'ye: "Ey Emire'l-Müminin, demek çektiğim zahmetler Allah'ın takdiriyle imiş."
Hz. Ali: "Sus ey şeyh, Allah-u Teâla sizin sevap ve mükâfatınızı, gittiğiniz zaman gidişinizde, durduğunuz zaman duruşunuzda ve döndüğünüz zaman dönüşünüzde, hareket hâlinde, ikamet ettiğiniz menzilde ve döndüğünüz yolda çok büyük kılmıştır.
Yaptığınız hiçbir işe zorlanmadınız ve mecbur kılınmadınız. Güya sen bunun kesin bir kaza ve kaçınılmaz bir kader olduğunu sandın. Eğer (durum) böyle olsaydı; o zaman sevap ve ceza, müjde ve korkutmanın bir anlamı kalmazdı ve hiçbir işten ötürü o işi yapan sorumlu tutulamazdı. (Yani bir adam bir işi yaptığında artık ondan sorumlu olmazdı; her şey Allah'a isnat edilirdi.)
Bu söz puta tapan ve şeytana uyanların sözüdür. Allah-u Teâla halka, ihtiyarla (iradeyle) amel etmelerini emrettiği gibi azaptan korkmaları için de onları nehyetmiştir. Ne bir kimse O'na itaat etmek için zorlanır ve ne de O'na isyan etmekle O mağlup düşürülür.
Gökleri, yeri ve onların arasındakileri boşuna yaratmamıştır. Bu kâfir olan (Allah'ı inkâr eden) kimselerin düşüncesidir. Öyleyse kâfir olanlara, Cehennem ateşinden dolayı yazıklar olsun."
Bu sırada ihtiyar adam ayağa kalkıp, Emirü'l-Müminin Ali aleyhi'sselâm'ın başını öperek şu içerikte bir şiiri okudu: Sen öyle bir imamsın ki sana itaat etmekle, Kurtuluş günü, Rahman Allah'tan mağfiret bekliyoruz.
Dinimizde şüpheye düştüğümüz şeyleri sen bize açıkladın. Rabbin, bizden taraf seni Cennet'le mükâfatlandırsın. Şimdi artık zulüm ve isyan olarak yaptığım, Çirkin işler için bir mazeret yeri kalmadı.
Görüldüğü üzere Hz. Emirü'l-Müminin Ali aleyhi's-selâm halkı, Kur'ân'a uymaya, cebir ve tefvizi reddetmeye yönlendirmiştir. Çünkü cebir ve tefvize inanmış olan, batıla, küfre ve Kur'ân'ı tekzip etmeye yönelmiş olur." (Hasan B. Ali el-Harranî Tuheful Ukul eserinden)
Emrine itaat etmeyi onlardan kabul etmiş ve razı olmuştur. Ve onları kendisine karşı günah işlemekten nehyetmiş, isyan edeni kınamış ve buna karşı da onlara ceza vaat etmiştir.
Emir ve nehiy yetkisi Allah'a mahsustur, istediği şeyi emreder, istemediğini de nehyeder ve kullarına, emrine uymak ve nehyettiği şeyden kaçmak için verdiği güç ve kudret oranında ceza verir.
O'nun adalet, insaf ve yetkin hikmeti açıktır; böylece mazeretleri giderip önceden korkutarak halkın delillerini (bahanelerini) çürütür.
Peygamberleri seçmek O'na mahsustur. Kullarından risale tini ulaştırmak ve onlara hüccetini (delilini) tamamlamak için istediği kimseyi seçer. Muhammed salla'llâhu aleyhi ve alih'i seçti ve onu kendi risaletiyle kullarına gönderdi. Kavminden kâfir olanların bazıları, haset ve kibirlerinden dolayı şöyle dediler:
"Bu Kur'ân iki şehir (Mekke ve Taif)den birinin büyük bir adamına indirilmeli değil miydi?"
Onların bu sözden kasıtları Ümeyye İbn Ebu Salt( ) ve Ebu Mes'ud-i Sekafî( ) idi. Derken, Allah-u Teâla onların seçimini batıl bilmiş ve görüşlerini geçerli saymayarak şöyle buyurmuştur:
"Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırmaktadırlar? Dünya hayatında onların geçimlerini aralarında biz paylaştırdık ve onlardan bir kısmı diğer bir kısmını teshir etmesi (onlara iş gördürüp, görev ve sorumluluk yüklemesi) için bazılarını derece bakımından bazılarından üstün ettik ve Rabbinin rahmeti, onların topladıkları şeylerden daha hayırlıdır."
İşte bunun için işlerden istediğini seçti, istemediğini de nehyetti. Kim itaat ederse, ona sevap verir; kim isyan ederse, onu cezalandırır. Eğer Allah işlerin yetkisini kullara bırakmış olsaydı, o zaman Kureyş'in seçtiği, Ümeyye b. Ebu Salt ve Ebu Mes'ud-i Sekafî'yi de kabul etmesi gerekirdi. Çünkü onların nazarında bu iki şahıs Hz. Muhammmed salla'llâhu aleyhi ve alih'ten daha üstündüler.
Allah-u Teâla, müminleri şu ayetle: "Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman mümin olan bir erkek ve mümin olan bir kadın için kendi işlerinde seçim hakları yoktur."
İrşat ettiğinde onlara istedikleri gibi seçme izni vermedi ve Peygamber vesilesiyle ilan edilen emirlere uymak ve nehiylerden kaçınmak dışında onlardan hiçbir şeyi kabul etmedi.
Öyleyse kim O'na itaat ederse doğru yolu bulur ve kim isyan ederse sapıklık ve azgınlığa düşer ve emrine uymak ve nehyettiği şeyden kaçınmak için verdiği güçten dolayı hüccet ona tamamlanmış olur. Bu yüzden Allah onu, sevaptan mahrum kılarak ona azap gönderir.
Bu görüş, o iki akidenin hadd-ı vasatıdır; yani ne cebirdir, ne de tefviz. İşte bu görüş Emirü'l-Müminin Ali aleyhi's-selâm'ın Abaye İbn Rıb'î el-Esedî'ye buyurduğu sözün aynısıdır. A'baye, Emirü'l-Müminin Ali aleyhi's-selâm'dan, kendisiyle oturup kalkılan ve işler yapılan istitaat( ) hakkında soru sorduğunda Hz. Ali ona şöyle buyurdu:
"İstitaat hakkında soru sordun; acaba sen ona, Allah'ın müdahalesi olmaksızın mı sahipsin, yoksa ona her ikiniz de mi sahipsiniz?" Abaye susup kaldı.
Hz. Ali yine ona: "Ey Abaye, söyle bakalım." buyurdu.
Abaye: "Ne söyleyeyim?" dedi.
Hz. Ali: "Eğer ona her ikinizin de sahip olduğunu söylersen, seni öldürürüm (zira bu akide şirktir); eğer, Allah'ın hiçbir müdahalesi olmaksızın senin malik olduğunu dersen yine seni öldürürüm." (çünkü bu küfürdür.)
Abaye: "Ey Emire'l-Müminin, öyleyse ne söyleyeyim?" dedi.
Hz. Ali aleyhi's-selâm; "Sensiz ona sahip olan Allah'ın mülkiyetiyle ona malik olduğunu söyle." buyurdular. Eğer onu sana verirse O'nun tarafından bir bağıştır, vermediğinde de O'nun tarafından bir beladır. Seni malik kıldığı her şeye O maliktir ve seni kadir kıldığı her şeye yine O kadirdir. İnsanların: "La havle ve la kuvvete illa billâh" dediklerinde Allah'tan havl-u kuvvet istediklerini duymamış mısın?
Abaye: "Ey Emire'l-Müminin, bu cümlenin tefsiri nedir?" diye sordu.
Hz. Ali şöyle buyurdu: Allah'a isyan etmekten kaçınmak, Allah'ın koruması (yardımı) olmaksızın imkânsızdır. Allah'a itaat etmekte de O'nun yardımı olmaksızın bir gücümüz yoktur."
Bu sırada Abaye yerinden sıçrayıp Hz. Ali'nin el ve ayağını öptü.
Yine Emirü'l-Müminin Ali aleyhi's-selâm'dan nakledildiğine göre, Necde isminde bir şahıs hazretin huzuruna varıp kendisinden Allah'ı tanıma hakkında şöyle bir soru sorar: "Ey Emire'l-Müminin, Rabbini nasıl tanıdın?"
İmam aleyhi's-selâm: "Bana bağışladığı ayırt etme gücü ve bana kılavuzluk eden akıl vasıtasıyla tanıdım."
Necde: "Acaba sen bu tabiat üzere mi yaratıldın?"
İmam aleyhi's-selâm: "Eğer böyle yaratılmış olsaydım, o zaman ne bir iyiliğe karşı övülür ve ne de bir kötülüğe karşı kınanırdım; hatta iyilik yapan kötülük yapandan, kınanmaya daha layık olurdu. (çünkü iyi iş yapan o işi severek değil de zorla yapmış olurdu.)
İşte bundan anladım ki, Allah Kaim ve Baki'dir, O'nun haricindeki bütün şeyler, sonradan meydana çıkan, değişen ve zail olandır. Hiçbir zaman ebedi ve baki olan, zail olan ve sonradan meydana çıkan şeyler gibi değildir." Necde: "Ey Emire'l-Müminin, sizi hekim bir kişi görüyorum."
İmam aleyhi's-selâm: "Ben ihtiyar sahibi bir kişiyim; dolayısıyla iyilik yapmak yerine kötülük yapacak olursam, buna karşılık cezaya uğrarım."
Yine Hz. Ali aleyhi's-selâm'dan nakledildiğine göre, "İmam aleyhi's-selâm Şam (Sıffîn Savaşı'n)dan döndükten sonra yaşlı bir adam kendilerine: "Ya Emire'l-Müminin, bizim Şam'a olan hareketimiz, Allah'ın kaza ve kaderiyle miydi?" diye sorar.
Hz. Ali: "Evet, ey şeyh, Allah'ın kaza ve kaderi olmaksızın hiçbir dereden yukarı çıkmadınız ve hiçbir tepeden de aşağı inmediniz."
Yaşlı adam, Hz. Ali'ye: "Ey Emire'l-Müminin, demek çektiğim zahmetler Allah'ın takdiriyle imiş."
Hz. Ali: "Sus ey şeyh, Allah-u Teâla sizin sevap ve mükâfatınızı, gittiğiniz zaman gidişinizde, durduğunuz zaman duruşunuzda ve döndüğünüz zaman dönüşünüzde, hareket hâlinde, ikamet ettiğiniz menzilde ve döndüğünüz yolda çok büyük kılmıştır.
Yaptığınız hiçbir işe zorlanmadınız ve mecbur kılınmadınız. Güya sen bunun kesin bir kaza ve kaçınılmaz bir kader olduğunu sandın. Eğer (durum) böyle olsaydı; o zaman sevap ve ceza, müjde ve korkutmanın bir anlamı kalmazdı ve hiçbir işten ötürü o işi yapan sorumlu tutulamazdı. (Yani bir adam bir işi yaptığında artık ondan sorumlu olmazdı; her şey Allah'a isnat edilirdi.)
Bu söz puta tapan ve şeytana uyanların sözüdür. Allah-u Teâla halka, ihtiyarla (iradeyle) amel etmelerini emrettiği gibi azaptan korkmaları için de onları nehyetmiştir. Ne bir kimse O'na itaat etmek için zorlanır ve ne de O'na isyan etmekle O mağlup düşürülür.
Gökleri, yeri ve onların arasındakileri boşuna yaratmamıştır. Bu kâfir olan (Allah'ı inkâr eden) kimselerin düşüncesidir. Öyleyse kâfir olanlara, Cehennem ateşinden dolayı yazıklar olsun."
Bu sırada ihtiyar adam ayağa kalkıp, Emirü'l-Müminin Ali aleyhi'sselâm'ın başını öperek şu içerikte bir şiiri okudu: Sen öyle bir imamsın ki sana itaat etmekle, Kurtuluş günü, Rahman Allah'tan mağfiret bekliyoruz.
Dinimizde şüpheye düştüğümüz şeyleri sen bize açıkladın. Rabbin, bizden taraf seni Cennet'le mükâfatlandırsın. Şimdi artık zulüm ve isyan olarak yaptığım, Çirkin işler için bir mazeret yeri kalmadı.
Görüldüğü üzere Hz. Emirü'l-Müminin Ali aleyhi's-selâm halkı, Kur'ân'a uymaya, cebir ve tefvizi reddetmeye yönlendirmiştir. Çünkü cebir ve tefvize inanmış olan, batıla, küfre ve Kur'ân'ı tekzip etmeye yönelmiş olur." (Hasan B. Ali el-Harranî Tuheful Ukul eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.