"Rabb'ının yoluna, hikmetle ve güzel öğütlerle çağır. Onlarla (inanmayanlarla) en güzel bir tarzda mücadele et."
Öte yandan, Tâhâ Sûresinin 44. âyetinde Cenab-ı Hak; Musa aleyhisselama, Firavun'a rıfk ile muamele etmesini emretmiştir. Yine müsamaha hususunda, İslâm azametinin bir göstergesidir ki, İslâmî bir hayatta küffar, dinî inanç, ibadet ve kanaatlerinden dolayı baskı altına alınmaz, mabedleri yıkılmaz; hususî hayatlarında malları, canları ve namusları emniyet altına alınır. İslâmî havayı ihlâl etmedikçe bütün şahsî hak ve hürriyetleriyle beraber emniyet ve selâmette yaşarlar. Bir tasdik işi olan iman, bir takdir meselesi olan gerçekler, şahsın bağımsız karar ve kanaatine bırakılır. Bu büyük müsamaha ölçüsüne İslâm'dan başka hiçbir din ve beşerî telâkki sahip değildir.
İslâmî cemaatler arası müsamaha
İslâmî cemaatler arasında müsamaha daha da önem kazanmaktadır. Bir topluluğun kendi re'y ve kanaatini üstün görerek hiçbir uzlaşma zeminine yaklaşmaması, İslâmî bir tutum değildir. İhtilâfları önlemek için Cenab-ı Hak, Kitap ve Sünnet'e müracaatı emretmektedir. O halde İslâm toplulukları, yekvücut olma yolunda Hakk'ın ölçüsünde karar kılarak, şahsî kapris ve enaniyetlerini ayaklar altına almalıdır. Bunun için tek çare, İslâm'ın müsamaha ölçülerine sarılmaktır. Bugün İslâmî topluluklar, Cenab-ı Hakk'ın razı olacağı nihaî ve tek cemaate ulaşabilmek için O'nun bahşettiği müsamaha ölçülerini çok iyi bilmek ve tatbike koymak zorundadırlar. Bu hususta, "Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz" hadis-i şerifi düstur kabul edilmelidir. Öyle ki; taviz derecesine varmamak, helâl ve haram hudutlarını ciddiyetle korumak kaydıyla; İslâmî cemaatler birbirlerine iyi niyet, hüsn-ü zan, muhabbet ve şefkat havası içinde eğilmelidirler.
Prof. Dr. Haydar Baş
Öte yandan, Tâhâ Sûresinin 44. âyetinde Cenab-ı Hak; Musa aleyhisselama, Firavun'a rıfk ile muamele etmesini emretmiştir. Yine müsamaha hususunda, İslâm azametinin bir göstergesidir ki, İslâmî bir hayatta küffar, dinî inanç, ibadet ve kanaatlerinden dolayı baskı altına alınmaz, mabedleri yıkılmaz; hususî hayatlarında malları, canları ve namusları emniyet altına alınır. İslâmî havayı ihlâl etmedikçe bütün şahsî hak ve hürriyetleriyle beraber emniyet ve selâmette yaşarlar. Bir tasdik işi olan iman, bir takdir meselesi olan gerçekler, şahsın bağımsız karar ve kanaatine bırakılır. Bu büyük müsamaha ölçüsüne İslâm'dan başka hiçbir din ve beşerî telâkki sahip değildir.
İslâmî cemaatler arası müsamaha
İslâmî cemaatler arasında müsamaha daha da önem kazanmaktadır. Bir topluluğun kendi re'y ve kanaatini üstün görerek hiçbir uzlaşma zeminine yaklaşmaması, İslâmî bir tutum değildir. İhtilâfları önlemek için Cenab-ı Hak, Kitap ve Sünnet'e müracaatı emretmektedir. O halde İslâm toplulukları, yekvücut olma yolunda Hakk'ın ölçüsünde karar kılarak, şahsî kapris ve enaniyetlerini ayaklar altına almalıdır. Bunun için tek çare, İslâm'ın müsamaha ölçülerine sarılmaktır. Bugün İslâmî topluluklar, Cenab-ı Hakk'ın razı olacağı nihaî ve tek cemaate ulaşabilmek için O'nun bahşettiği müsamaha ölçülerini çok iyi bilmek ve tatbike koymak zorundadırlar. Bu hususta, "Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz" hadis-i şerifi düstur kabul edilmelidir. Öyle ki; taviz derecesine varmamak, helâl ve haram hudutlarını ciddiyetle korumak kaydıyla; İslâmî cemaatler birbirlerine iyi niyet, hüsn-ü zan, muhabbet ve şefkat havası içinde eğilmelidirler.
Prof. Dr. Haydar Baş
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.