Türkiye yeniden bir kavşağın eşiğinde. "Eşit vatandaşlık", "psikolojik eşitsizlik", "duygusal kopuş" gibi kulağa yumuşak gelen söylemlerle servis edilen yeni süreç, gerçekte ulus devletin omurgasına yönelmiş çok boyutlu bir operasyonu işaret ediyor. Tartışmanın fitilini ateşleyen ise İmralı'ya gidiş kararıydı. Adına ister "komisyon ziyareti" deyin ister "temas", değişmeyen gerçek şu: Devlet, terör örgütüyle aynı düzleme çekilmeye çalışılıyor. Bu durum toplumda haklı bir infial oluşturdu.
Devlet vatandaşına zaten eşit hukuk sağlar. Türkiye Cumhuriyeti, 1923'ten bu yana tüm vatandaşlarını hukuk önünde eşit kabul eden bir sistem üzerine kurulmuştur. Ancak "eşit hissetme" tamamen farklı bir alandır. Bir vatandaş fakir–zengin, genç–yaşlı, şehir–taşra kıyaslamalarında kendisini psikolojik olarak farklı yerde görebilir. Bu insan olmanın tabii sonucudur.
Ama devletin görevi insanların psikolojisini değil, hukuku eşitlemektir. Psikolojik farklılık gerekçe gösterilerek devleti terörle aynı masaya oturtmak ise kabul edilemez.
Bugün "eşitlik algısıa" adı altında yönelen talep, gerçekte terör örgütüne meşruiyet alanı açma arayışıdır. Çünkü mesele çözüm değil, algı yönetimiyle bir siyasi düzen kurma gayretidir. Örgütü tüm Kürt vatandaşlarımızın temsilcisi gibi gösteren dil, bilerek veya bilmeyerek büyük bir yanlışı büyütmektedir. Oysa Türkiye bir imparatorluk bakiyesidir: Kürt, Arap, Laz, Çerkes, Boşnak, Arnavut… Eğer "psikolojik eşitsizlik" adına bir etnik unsura ayrıcalıklı siyaset üretilecekse, diğerleri ne olacaktır? Terör örgütü kurmadıkları için cezalandırılmış mı sayılacaklardır? Bu mantık, ulus devleti parçalayan en tehlikeli kapıdır.
Bu noktada gündeme sürülen kavramlar— "yerel yönetimlerin güçlendirilmesi", "adem-i merkeziyetçilik", "çok dilli yönetim — "yüz yıldır bölgede sahnelenen büyük oyunun modern versiyonudur. Ekonomi değil, toprak düzeni hedef alınmaktadır. Yarın "maden senden, petrol senden" denilerek bazı illere özerk mali-siyasi statüler verilirse, bunun adı federasyon olur; federasyonun sonu ise Irak ve Suriye'nin kaderidir.
Sürecin dikkat çeken başka bir yönü de iktidarın söylemidir. Son dönemde sıkça vurgulanan "Türkler, Kürtler, Araplar…" ifadesi tesadüf değildir. Boşnak, Arnavut, Çerkes neden yoktur? Çünkü bu dil, Ortadoğu'nun yeniden tasarımına uygun bir üçlü etnik blok kurgusuna işaret etmektedir.
Bu yaklaşım, bölgede Türk–Kürt–Arap ekseninde yeni bir siyasi mimari kurmak isteyen küresel güçlerin dizaynıyla örtüşmektedir.
Oysa ulus devlet, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün en büyük inkılabıdır. Cumhuriyet, Osmanlı'nın millet sistemini modernleştirerek tüm unsurları eşit yurttaş yapmış; etnik kimlikleri çatışma zemininden çıkarmıştır. Biz bir millet olduk; kız alıp kız verdik, akrabalık bağları iç içe geçti. Bugün bir ailenin babası Kürt, annesi Türk ise çocuğa "hangi etnik kimlikten sayılırsın?" sorusu sorulabilir mi? Cumhuriyet, bu harmoniyi kurdu. Şimdi bunu bozmak isteyenler tarihî körlüğün içindedir.
Son yaşananlar ise bu süreci daha da tehlikeli bir noktaya getirdi. Komisyon İmralı'ya gitti. Bu, artık sıradan bir süreç değil; ulus devlet açısından kırılma noktasıdır. Bugün bilmiyoruz; ancak yarın çıkarılacak kanun taslaklarında göreceğiz: Orada hangi talepler masaya kondu? Hangi statüler konuşuldu? Hangi hukuki dönüşümlere kapı aralandı? Tarih ağlarını örerken başını kuma gömenler de, vaziyetin vehametini fark edenler de aynı kayıtlara geçiyor. Bu dönem, ileride "görmezden gelenler" ile "milli tavır alanlar"ın yan yana anılacağı bir dönüm noktasıdır.
O yüzden parlamentodaki tüm partilerin en stratejik tavrı, bu sürecin meşruiyetine ortak olmamak olmalıdır. Komisyona katılmama kararları önemlidir, fakat yeterli değildir. Türkiye'nin ihtiyacı terörle müzakere değil; ulus devletin sağlamlaştırılmasıdır.
Bugün verilen her yanlış taviz yarın ağır bedeller doğurur.
Türkiye, altın değerindeki ulus devlet modelinden vazgeçemez.
Çünkü o model çökerse, altında hepimiz kalırız.
- İmralı’ya ziyaret meşruiyet üretmez / 23.11.2025
- Vatandaşlık maaşının aslı ortada, çakması da… / 22.11.2025
- Kürt illeri söylemi, self determinasyon ve büyük oyun / 20.11.2025
- Ekonomik çöküşün adı: Yanlış değil bilinçli tercih / 19.11.2025
- Atatürk düşmanları Atlantik aklının temsilcileridir / 15.11.2025
- İmralı’nın gölgesinde seçime doğru / 10.11.2025
- 10 Kasım’da Atatürk’ü anmak değil, anlamak / 09.11.2025
- “İmanmetre” icat edenlere karşı: Din elbiseden değil, yürekten ölçülür / 08.11.2025
- Yatay söylem, dikey gerçek: Şehir sözde kaldı, takip yok / 07.11.2025





















































































