Ekonomi sosyal bir bilimdir. O bakımdan, ekonomik olaylara, ilk olarak sosyal açıdan bakmak gerekir. Ekonomiyi fen bilimleri gibi ölçmeye, rakamlara dökmeye kalkmak, insanı ekonominin dışına itmek demektir. Maalesef, Batı kaynaklı ekonomi modelleri, bu temel yanlış üzerine kurulmuştur. Bundan dolayı da insanlığa yarar değil, zarar vermişler, bir insan hakkı ihlâli olan işsizliği ve yoksulluğu ortadan kaldıramamışlardır. Kaldıramayacaklarını da itiraf etmişlerdir. İşsizliğin ve yoksulluğun, sosyal boyutu ihmal edildiği sürece, çözüm imkânsızdır. Çözüm için atılacak ilk adım, Batılıların ekonomik anlayışını terk etmektir. Bir başka deyişle, ekonomik sorunları, sadece ekonomik sebeplere ve çözümlere bağlamayan medeniyetimize dönmektir. Ne yazık ki, ülkemizde de işsizlik konusundaki tartışmalar, hep rakamlar ve istatistikler üzerinde yoğunlaşmaktadır. . İşsizliğin sosyolojik, işsizlerin psikolojik yönü göz ardı edilmektedir. Sürdürülen tartışmalara bakınız, işin esası ve çözümü, gündeme hiç getiriliyor mu? En çarpıcı örnek olarak, Devlet Bakanı Mehmet Şimşek'in, kafa karıştıran, anlaşılmaz açıklamaları gösterilebilir. Bakan Şimşek diyor ki : "İşsizlik oranı niye arttı biliyor musunuz? Çünkü kriz dönemlerinde daha çok iş aranıyor. Özellikle kadınlar arasında kriz döneminde iş gücüne katılım orana daha artıyor". Bu sözden bir şey anlayan, bunda sosyal bir boyut gören beri gelsin. Ekonomi literatüründe çalışma arzu ve gücünde olan, ancak piyasadaki ücret şartlarını kabul etmesine rağmen iş bulamayan işsiz sayılmaktadır. Bakan Şimşek, Batılıların bu tanımını esas alarak, böyle konuşuyor. Peki, öyleyse kendisine soralım: "İş bulma umudunu yitirdiği için iş aramayanlar, piyasadaki ücret ve şartları kabul etmeyenler, hangi sınıfa konulacaktır? Bunlar iş sahibi mi, işsiz mi?". Halbuki sebebi ne olursa olsun, işsiz işsizdir. Toplumun huzur ve menfaati için herkesin çalışması elzemdir. Çünkü yapısal, teknolojik, konjonktürel, mevsimlik, geçici... diye işsizlik sınıflandırılsa da, sosyal olarak hepsi aynı tahribatı yapmaktadır. Liberalistler, bu gerçeği dikkate almazlar. Onlara göre, tam tersi, herkesin iş bulması da bir krizdir. Diyorlar ki: "Herkes iş bulursa, işsiz insan kalmazsa, yeni yatırım olmaz, büyüme ve kalkınma durur, bu da en büyük kriz demektir". Onun için liberalistler göre, sıfır işsizlik değil, belli oranda işsizlik 'tam istihdam' durumudur. "Artık yüzde 5 düzeyindeki işsizlik oranları 'doğal işsizlik oranı' olarak kabul görüyor. Bu düzeydeki işsizlik rakamlarının ekonomilerin doğal yapısının bir gereği olduğuna inanılıyor... Hatta belli oranlardaki işsizlik, emek arzı fazlası manasına geleceği için işçi ücretlerinin düşmesi, üretim maliyetlerinin ucuzlamasına sebep olacağına inanıldığı için desteklenmektedir" (Bkz. Prof. Dr.
Haydar Baş,
Milli Ekonomi Modeli, s. 125-126). Hasılı, tam istihdamın muhal ve zararlı olduğuna inananlardan, büyüme ve kalkınmayı putlaştıranlardan, işsizliğe çözüm beklemek safdilliktir. Evet, ekonomi büyüsün, kalkınma sağlansın, ama amaç, insana hizmet olsun. Topluma hizmet etmeyen, belli kesimlere yarayan büyüme ve kalkınma için insanların işsizliğe, yoksulluğa, sefalete katlanması isteniyor. Adalet, insan hakkı, özgürlük, demokrasi bunun neresinde? Tarihte 'iş ve aşı' insan hakkı olarak gören ve toplumun bütün bireylerinin bunu elde etmesini sağlayan millet, Müslüman Türk milletidir. Geçmişte ecdadımız, işsizlik sorununu hayır kurumları ve vakıflar sayesinde çözüme kavuşturmuştur. Bu kurumlarda, sakat ve güçsüz insanlara bile iş verilmiş ve geçimleri teminat altına alınmıştır. Öyle ki, caminin avlusundaki çınarın dökülen yaprakları toplamak için insanlar görevlendirilmiştir. Bu çeşit işler için işçi istihdam eden bir toplumda işsizlik olur mu? Elbette olmaz. Nitekim olmamıştır da. O halde işsizliğin çözümü, Türk milletinin medeniyetindedir. Daha açık bir ifade ile söylersek, bu medeniyetin ekonomik ve sosyal açılımı olan 'Milli Ekonomi Modeli ve Sosyal Devlet-Milli Devlet' tezindedir. Başka arayışlar ve tartışmalar havanda su dövmektir.