Geçmiş yıllardı.
Kurumun Şirinevler’deki binasının asansör kapısında yolumu kesen o dönemin çalışanlarından bir delikanlı:
Ağabey dedi ve ekledi:
-Ben mezhebimi değiştirmek istiyorum.
Hayrola ne oldu ki, dedim.
Ben Şafii’yim, Haydar Hocam Hanefî. Bu beni rahatsız ediyor. Ben de hocamın mezhebinden olmak istiyorum.
Bak dedim delikanlı. Senin niyetin çok masum ve makul gibi gözükse de, ailen bunu kavramakta zorluk çekip; Haydar hoca yanına aldığı insanların mezhebine de müdahale ediyor diye dedi-kodu yapar. Haydar hoca şu ana kadar kimden böyle bir şey istedi ki? Kaldı ki, Şafiî olmak Hanefî olmak kadar güzel bir şeydir. Buna gerek yok dedim.
Aradan fazla geçmedi, kurumdan ayrılan o delikanlı haksız yere kuruma 100 bin liralık dava açtı.
Bir başka olay.
Fatih’te bir ofiste arkadaşlarla oturuyoruz. Siması tanıdık gelen hazirundan biri yanılmıyorsam 1988’lerde Mekke’de yaşadığı bir olayı anlatmaya başladı.
“Haydar hocam ile hacdaydık. Tavaf’tan sonra Sa’y’a başladık. Merve tepesinde tıraşımızı olup vazifemizi tamamlamış olduk. Artık eve gidip dinleneceğiz. Evimiz Merve tepesine yüz metre falan uzaklıkta. Buyurun hocam dedim.
Haydar hoca evimizin bulunduğu istikametin tam tersi yöne doğru yürümeye başladı.
İlk kez oluyordu bu.
Hocam dedim ev şu tarafta.
O, yok, bu taraftan gideceğiz dedi ve yürümeye devam etti.
Yaklaşık 10-15 dakika yürümüş olacağız ki, bizim evin bulunduğu tarafta şiddetli bir patlama oldu. Donup kaldım.
Haydar hoca dönüp yüzüme baktı, hafiften gülümsedi ve yürümeye devam etti.
Peki dedim bu hali bizzat yaşayan sen o günden sonra Haydar hocanın dizinin dibinden bir an bile ayrılmaman gerekmez miydi?
Yooo dedi, benim Hocama olan sevgim hiçbir zaman azalmadı.
Birilerinin bitmeyen çorbayı keramet diye pazarladığı bir zamanda senin o sevgin olsa olsa “dudak tiryakiliği” olur dedim ve ekledim.
“Ahhh nasip.”
Bir zamanlar Haydar hocanın hayatında bizzat şahit olduğu bunun gibi “olağan üstü” halleri anlatıp dururken şimdilerde de; “Şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu/Hiç ayrılamam derken kavuşmak hayal oldu-Sevda bahçelerinin çicekleri hep soldu/Hiç ayrılamam derken kavuşmak hayal oldu” şarkısını terennüm edenlere ben de Resûlüllah’ın (aleyhissalatü vesselam) şu, çok okuyup her fırsatta da tavsiye ettiği duayı hatırlatıp çokça okumalarını tavsiye ederim:
“Allahümme yâ mukallibe’l kulûbi sebbit kalbî ‘alâ dînike/Ey kalbleri çekip çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzere sabit kıl.” Ne garip şu insanoğlu.Ondan da garibi şu “değişken” anlamındaki kalb.
Komut ile havlayanlara
Merhum mutasavvıf Muzaffer Özak’a yabancı uyruklu müridanı ellerini ayaklarını öpecek kadar derin bir sevgi ve saygı duyarmış.
İşin derunini kavramaktan aciz kimi “kaba softa ham yobaz” tiplerin bu durumu ayıplayıp ileri-geri konuştuğunu duyunca şöyle dermiş merhum:
-Ben onları küfür zilletinden çıkarıp iman izzetine ulaştırdım elimi ayaklarımı öpmüşler çok mu?
(Benim duyduğum doğruysa merhumun verdiği cevap bundan farklıymış ama onu yazamadım)
Gerek konuşmacı ve gerekse de yazar arkadaşların Prof. Dr. Haydar Baş’a övgüsünü kavrayamayan bazı “idrak, irfan ve izan fukarası” diplere aynen merhum Özak’ın cevabı gibi cevap vermek gerek.
İmanın küfür, küfrün iman; hakkın batıl, batılın hak; tevhidin şirk, şirkin tevhid diye yutturulmaya çalışıldığı, dinî ve millî hassasiyetlerin ayaklar altına alındığı, yalancının tasdik edilip, doğru konuşanın yalancı ilan edildiği, haine itimat edilip güvenilir insana hain dendiği, kalblerin rüzgar ölçer gibi en basit bir esintiyle yön değiştirdiği, “fitnenin sağanak sağanak yağdığı” bir zamanda, bu tehlikeli süreci haber verip milleti ayıktırmaya çalışan ve bunun için her türlü tehlikeyi hiçe sayarak yollara dökülen bir insana ne kadar mersiye dizilse, ne kadar övgü yağdırılsa sezadır, yerindedir, az biledir.
Trabzonspor’u siz bu hale getirdiniz
Metro’da yanıma oturan sırt çantası kulüp panosu gibi yazılarla dolu delikanlıya takıldım:
“Ooo maşallah çantan çok güzel.”
“TS Club” dedi ve ekledi, “orjinaldır.”
Sonra da derinden bir ah çekip; ama Trabzonspor’un durumu iyi değil.
Suçlu sizsiniz dedim.
Şaşkın bir halde yüzüme baktı.
Bak dedim çantanda da yazıyor; “Bize heryer Trabzon.”
İyi de ne var bunda diye sordu.
Eskiden Trabzon bir yerin adı idi, Trabzonspor da başarılıydı, siz her yeri Trabzon yaptınız Trabzonspor da bu hale geldi dedim. Günah ile kirlenmemiş yüzüne katıla katıla gülümseyişi apayrı bir güzellik kattı. Etrafa aldırmadan biraz da koro gülümseme yaptık.
Kurumun Şirinevler’deki binasının asansör kapısında yolumu kesen o dönemin çalışanlarından bir delikanlı:
Ağabey dedi ve ekledi:
-Ben mezhebimi değiştirmek istiyorum.
Hayrola ne oldu ki, dedim.
Ben Şafii’yim, Haydar Hocam Hanefî. Bu beni rahatsız ediyor. Ben de hocamın mezhebinden olmak istiyorum.
Bak dedim delikanlı. Senin niyetin çok masum ve makul gibi gözükse de, ailen bunu kavramakta zorluk çekip; Haydar hoca yanına aldığı insanların mezhebine de müdahale ediyor diye dedi-kodu yapar. Haydar hoca şu ana kadar kimden böyle bir şey istedi ki? Kaldı ki, Şafiî olmak Hanefî olmak kadar güzel bir şeydir. Buna gerek yok dedim.
Aradan fazla geçmedi, kurumdan ayrılan o delikanlı haksız yere kuruma 100 bin liralık dava açtı.
Bir başka olay.
Fatih’te bir ofiste arkadaşlarla oturuyoruz. Siması tanıdık gelen hazirundan biri yanılmıyorsam 1988’lerde Mekke’de yaşadığı bir olayı anlatmaya başladı.
“Haydar hocam ile hacdaydık. Tavaf’tan sonra Sa’y’a başladık. Merve tepesinde tıraşımızı olup vazifemizi tamamlamış olduk. Artık eve gidip dinleneceğiz. Evimiz Merve tepesine yüz metre falan uzaklıkta. Buyurun hocam dedim.
Haydar hoca evimizin bulunduğu istikametin tam tersi yöne doğru yürümeye başladı.
İlk kez oluyordu bu.
Hocam dedim ev şu tarafta.
O, yok, bu taraftan gideceğiz dedi ve yürümeye devam etti.
Yaklaşık 10-15 dakika yürümüş olacağız ki, bizim evin bulunduğu tarafta şiddetli bir patlama oldu. Donup kaldım.
Haydar hoca dönüp yüzüme baktı, hafiften gülümsedi ve yürümeye devam etti.
Peki dedim bu hali bizzat yaşayan sen o günden sonra Haydar hocanın dizinin dibinden bir an bile ayrılmaman gerekmez miydi?
Yooo dedi, benim Hocama olan sevgim hiçbir zaman azalmadı.
Birilerinin bitmeyen çorbayı keramet diye pazarladığı bir zamanda senin o sevgin olsa olsa “dudak tiryakiliği” olur dedim ve ekledim.
“Ahhh nasip.”
Bir zamanlar Haydar hocanın hayatında bizzat şahit olduğu bunun gibi “olağan üstü” halleri anlatıp dururken şimdilerde de; “Şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu/Hiç ayrılamam derken kavuşmak hayal oldu-Sevda bahçelerinin çicekleri hep soldu/Hiç ayrılamam derken kavuşmak hayal oldu” şarkısını terennüm edenlere ben de Resûlüllah’ın (aleyhissalatü vesselam) şu, çok okuyup her fırsatta da tavsiye ettiği duayı hatırlatıp çokça okumalarını tavsiye ederim:
“Allahümme yâ mukallibe’l kulûbi sebbit kalbî ‘alâ dînike/Ey kalbleri çekip çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzere sabit kıl.” Ne garip şu insanoğlu.Ondan da garibi şu “değişken” anlamındaki kalb.
Komut ile havlayanlara
Merhum mutasavvıf Muzaffer Özak’a yabancı uyruklu müridanı ellerini ayaklarını öpecek kadar derin bir sevgi ve saygı duyarmış.
İşin derunini kavramaktan aciz kimi “kaba softa ham yobaz” tiplerin bu durumu ayıplayıp ileri-geri konuştuğunu duyunca şöyle dermiş merhum:
-Ben onları küfür zilletinden çıkarıp iman izzetine ulaştırdım elimi ayaklarımı öpmüşler çok mu?
(Benim duyduğum doğruysa merhumun verdiği cevap bundan farklıymış ama onu yazamadım)
Gerek konuşmacı ve gerekse de yazar arkadaşların Prof. Dr. Haydar Baş’a övgüsünü kavrayamayan bazı “idrak, irfan ve izan fukarası” diplere aynen merhum Özak’ın cevabı gibi cevap vermek gerek.
İmanın küfür, küfrün iman; hakkın batıl, batılın hak; tevhidin şirk, şirkin tevhid diye yutturulmaya çalışıldığı, dinî ve millî hassasiyetlerin ayaklar altına alındığı, yalancının tasdik edilip, doğru konuşanın yalancı ilan edildiği, haine itimat edilip güvenilir insana hain dendiği, kalblerin rüzgar ölçer gibi en basit bir esintiyle yön değiştirdiği, “fitnenin sağanak sağanak yağdığı” bir zamanda, bu tehlikeli süreci haber verip milleti ayıktırmaya çalışan ve bunun için her türlü tehlikeyi hiçe sayarak yollara dökülen bir insana ne kadar mersiye dizilse, ne kadar övgü yağdırılsa sezadır, yerindedir, az biledir.
Trabzonspor’u siz bu hale getirdiniz
Metro’da yanıma oturan sırt çantası kulüp panosu gibi yazılarla dolu delikanlıya takıldım:
“Ooo maşallah çantan çok güzel.”
“TS Club” dedi ve ekledi, “orjinaldır.”
Sonra da derinden bir ah çekip; ama Trabzonspor’un durumu iyi değil.
Suçlu sizsiniz dedim.
Şaşkın bir halde yüzüme baktı.
Bak dedim çantanda da yazıyor; “Bize heryer Trabzon.”
İyi de ne var bunda diye sordu.
Eskiden Trabzon bir yerin adı idi, Trabzonspor da başarılıydı, siz her yeri Trabzon yaptınız Trabzonspor da bu hale geldi dedim. Günah ile kirlenmemiş yüzüne katıla katıla gülümseyişi apayrı bir güzellik kattı. Etrafa aldırmadan biraz da koro gülümseme yaptık.
Müslim Karabacak / diğer yazıları
- Hz. Muhammed'den (saa) kim niye rahatsız olur? / 17.03.2024
- Metro Entelijansiyasi / 14.03.2024
- Aşık Neyanî'ce... / 10.03.2024
- Müslümanın Allah'ı "zengin" Ehl-i Kitab'ın tanrısı fakirdir ve Milli Ekonomi Modeli de "zengin Allah" inancının üründür / 09.03.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 29.02.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 28.02.2024
- Bir Kerbela mersiyesi... (Ahmed Edib Harâbî) / 23.02.2024
- Bohem hayat Necip Fazıl / 20.02.2024
- Kelimelerin ahenkle dansı / 17.02.2024
- Çok şeye tercüman, hayatımıza dair... / 16.02.2024
- Metro Entelijansiyasi / 14.03.2024
- Aşık Neyanî'ce... / 10.03.2024
- Müslümanın Allah'ı "zengin" Ehl-i Kitab'ın tanrısı fakirdir ve Milli Ekonomi Modeli de "zengin Allah" inancının üründür / 09.03.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 29.02.2024
- Hak Teâlâ ayırmadı sana ne oluyor? / 28.02.2024
- Bir Kerbela mersiyesi... (Ahmed Edib Harâbî) / 23.02.2024
- Bohem hayat Necip Fazıl / 20.02.2024
- Kelimelerin ahenkle dansı / 17.02.2024
- Çok şeye tercüman, hayatımıza dair... / 16.02.2024