3 Ekim 2005 günü AB kapısındaki Türkiye'nin geldiği/getirildiği noktaya bakıyorum. Bir kısım medyanın "memleketin kurtuluşu" gibi gösterdikleri "tarihi" müzakere sürecinin başladığı bir 3 ekim günü. Medyanın kayığında ne idüğü belirsiz, ucu (belki de her yeri) açık bir Avrupa Birliği yolculuğu... 35 ana başlıktan oluşan yüz binlerce sayfalık yeni dayatmalar anaforu. Türk'ü hallaç pamuğu yapacak dönemin hatta belki de yeni bir çağın başladığı tarihi dönemeç... Kıbrıs, Kürt sorunu ve Ermeni sorunu derken "Türk'ün onuru Lozan'ın" gerisinde kalan bir memleket. Medyanın en "kolay ev ödevimiz" dediği ana başlıklardan olan "çevre" konusunda bile acı gerçeklerle yüzleşmeye çeyrek kaldı. Pek yakında "ezan" tartışma konusu olacak. Göreceksiniz "gürültü kirliliği" diye ezanı önümüze getirecekler. Farkında mısınız birileri (hem de utanmadan) şanlı al bayrağın yıldızını "şehitlerin kanlarıyla yoğrulmuş allıkla değil", "hristiyan mavisiyle" boyadı bile. "Biz tek başımıza adam olmayız" , "ekonomi ancak AB ile düzelir" diyen bir kısım medya ve aydın sınıfı türemiş gidiyor. Ekranda her akşam aynı aydınları (!) görüyorum. Aynı adamları rüyamda da görüyorum, başında Yunan şapkası, sırtında Fransız kaputu ve ellerinde İngiliz mavzerleriyle... Farklı seslere geçit vermiyorlar.Bir hükümet yetkilisi "Rumlara limanlarımızı açsak dünyanın sonu mu gelir" diyor. Ürperiyorum. Çerçeve belgesinin imzalanmasıyla "üyeler arasındaki sınır anlaşmazlıkları Adalet Divanında çözülür" maddesi gereği, artık Ege'deki kıta sahanlığı, Kıbrıs ve hatta belki de sonrasında bütün sınırlarımızı belirleme yetkisini AB'nin inisiyatifine bıraktığımız gerçeğini hiç kimse seslendirmiyor. Hal böyle iken tabii ki "dost komşumuz (!)" Yunan AB yolunda bizi destekleyecek ve İngilizler bizim için çılgınca kulis yapacaklar. Daha 80 sene önce dost (!) komşuyu üzerimize salan şimdilerin müttefiki İngiliz dostlar (!) değilmiş gibi. Bu kadarlık "değişimi" onlar da beklemiyordu kuşkusuz. "Artık devir değişti" masalı Hasan Sabbah'ın müridlerine döndürmüş herkesi. Çok yazık!... "3 Ekim Kutlamaları" bu ekimde, sessiz sedasız geçiştirilen bir tarihi günün üzerine, kapkara bir gölge gibi düştü. Yıl 1918. 1. Dünya Savaşı'nın kaybedilmesiyle birlikte Mondros Mütarekesi imzalandı. Osmanlı Devleti'nin sonunu getiren bu anlaşmanın önemli 7. maddesi "itilaf devletlerinin, güvenliklerini gerekçe göstererek yurdu işgal edilebilecekleri" kara yazgısını içeriyordu.Ve çok geçmeden yurdun her yanı işgal edildi.13 Kasım 1918 günü "Averof" kruvazörü Vahdettin'in sarayının tam karşısına Dolmabahçe önlerine demirledi. İstanbul'daki Rumlar ve işbirlikçileri her gün yüzlerce sandalla savaş gemisini ziyaret ediyorlardı.Rumların "Zito" diye bağırmaları saraya kadar geliyordu ve zaten onlar da Vahdettin'in duyması için çığlık çığlığa bağırıyorlardı. Bağırmaktan sesleri kısılan Rumların gürültüsünden Vahdettin rahatsız olmuştu ve sarayını Yıldız'a taşıdı.23 Kasım 1918 günü İtilaf Devletleri Doğu Orduları Başkomutanı General Franchet d'Esperey şaşalı bir törenle İstanbul'a girdi. Sirkeci garı ile Fransız elçiliği arasına baştanbaşa yabancı bayraklar donanmıştı. Sirkeci tarafında in cin top oynuyordu. Ancak Galata tarafında Türk'ün dışında herkes sokaktaydı. Başkomutan sanki bir mahalle serserisi gibi, "bütün dağları ben yarattım" edasıyla, pelerininin kollarını alabildiğince kabartmış, kanlı postallarıyla Türk'ün başkentini adımlamıyor, adeta eziyordu.Ve İstanbul da işgal edilmişti."İstanbul'un üstüne bir karabasan çökmüştü. Hiç kimsenin sesi çıkmıyordu. Herkes evine kapanmıştı. Ertesi gün bir tek Süleyman Nazif'in erkek sesi, namluda kalan son bir savunma mermisi gibi, Babıali Caddesi'nden çıktı, İstanbul ufuklarına çarptı; işgali anlatan makalesiyle 23 Kasım gününün, Kara Bir Gün olduğunu ilan ediyordu" (Cevdet Kudret).Ve yine o gün,"biz tek başımıza adam olmayız" diyen bir kısım medya işgali tarihi bir dönemeçmiş gibi ballandırarak anlatıyordu."Biz tek başımıza adam olmayız", "Bizi Wilson İlkeleri Kurtarır" , "İngiliz ya da Fransız mandası daha iyidir" diyen sözde aydınlar ortalıkta cirit atıyordu. Medyada onların sesi daha bir gür çıkmaya başlamıştı. Bağımsızlığa inanmıyorlardı. Fakat Ankara'da yeni bir güneş doğmuştu ve Anadolu karanlık günlerden sıyrılıyordu. Milli Mücadele, düşmanı birer birer Anadolu'dan kazıdı ve Türk vatanı yine Türk'ün oldu. O günlerde Mustafa Kemal'in memleketine olan inancı, kurtuluşu Türk'ün asil kanında gören yüce öngörüsü ile yurdun dört bir yanında başlayan bağımsızlık özlemi, bir çığ gibi tüm ayak oyunlarını bertaraf ediyordu kuşkusuz. "Yedi düvel" başarısız olmuştu. Ve önce Anadolu'yu ve arkalarına bile bakmadan İstanbul'u terkettiler. Tarih 6 Ekim 1923'ü gösteriyordu. O gün sadece Galata'da değil, İstanbul'un her yanında kutlamalar vardı. İşgal kuvvetlerinin İstanbul'u boşalttığı tarihi gün. Ne yazık ki, 3 ekim kutlamaları, çerçeve belgesi, müzakere süreci falan derken Türk'ün bu anlamlı günü pek hatırlanamadı. Çerçeve Belgesi'nin "üyeler arasındaki sınır anlaşmazlıkları Adalet Divanı'nda çözülür" yönündeki meşhur maddesi beni işte o günlere şöyle bir götürüyor. Bir zamanlar kudurmuşçasına Türk vatanını parselleyenlerin bugün nasıl oluyor da delicesine bir Türkiye sevdaları oluşmuş, bunu anlamakta hiç de zorlanmıyorum.Sevgili dostlar, kimse tarihteki rolünden farklısını oynamıyor, ama biri müstesna, "medyanın kayığındaki Türkiye"...
Misafir Kalem (A) / diğer yazıları
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Ölçülerden uzaklaşıldı (Harun KAYACI) / 01.01.2012
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Ölçülerden uzaklaşıldı (Harun KAYACI) / 01.01.2012