"Nûn! yemîn olsun kaleme ve yazanların satır satır yazdıklarına." (Kalem-1)
"O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için dersler vardır." (Rûm-22)
Şahsen şükreder, hamd ederim ki, Türk tenimizle yaratılıp Türkçe lisanımız ile donatılıp dünyaya indirilmişiz!
Yetmemiş, İslâm'la tâçlandırılıp Müslüman Türk olmuşuz elhamdülillâh!
Allah'ın lütfu ile Türkçe hayal kurar, Türkçe rüya görür, Türkçe konuşur, Türkçe yazarız.
Kimler kaç kere hamd eder, şükreder bilemem ama ben öncelikle Türk yaratılışıma, Türkçe lisanımla donatılışıma ve İslâm'la tâçlandırılışıma üç şükürle başlar, sonra alıp verdiğim her nefese-soluğa, görüp yaşadığım her geceye gündüze şükreder, hamd ederim...
Yüz yıl önce imparatorlukların parçalanıp yok olmasının etkili faktörlerinden sayılarak korkulan kavmiyetçiliği bahane ederek, yüz yıl sonra hâlâ;
"Milletim nev-i beşerdir, vatanım rûyi zemin" diyen soysuzlar, vatansızlar var maalesef!
Yüz yıl önce bu fikre karlı çıkan İstiklal Marşı Şairi Mehmet Âkif'in bu konudaki tavrını Cemal Kutay şöyle anlatıyor:
" (Akif'in) sinirlerine dokunan bir mısra vardı: "Milletim nev-i beşerdir, vatanım rûy-i zemin!" (Milletim insanlıktır, vatanım yeryüzü)
Bu mısraı okuduğum gün acı acı gülerek;
- Sen de bu yalana inanıyor musun? Bir Avrupalının nev-i beşerinde, rûy-i zemininde Türkler ve Müslümanlar dâhildir sanıyor musun? Dedi. Sonra tuhaf bir şey anlattı:
- Umumî Harpte biz üç kişi Berlin'e gittiğimiz zaman Alman Hükümeti bize ne dedi bilir misin? 'Türklerle ittifak ettik diye Rayiştak'ta Katolik mebuslar bağırıyorlar, 'Müslümanlar ve Türkler gibi vahşîlerle medenî Alman milleti nasıl birleşir? diyorlar. Makaleler yazınız da Türklerin ve Müslümanların da insan olduklarını bu adamlara karşı ispat edelim' dedi.
-Acayip! Dedim.
- Bundan daha acayibi var! Dedi; yine; Umumî Harpte Viyana'da idim; bir gece Viyana kiliselerinin çanları çalmaya başladı; otelin penceresinden baktım; caddede her elde bir mum, herkes haykırıyordu. Kendi kendime: Müttefikimiz Viyanalılar galiba cephede bir muzafferiyet kazandılar, dedim. Sokağa fırladım. Bir dükkâncıya:
- Bir zafer haberi mi var! dedim. Adam:
- Zafer de söz mü? Dedi. İngilizler Müslümanlardan Kudüs'ü aldılar: İngiliz ordusu Allenby'nin kumandasında Kudüs'e girdi. Mukaddes şehir Hilâl'den kurtuldu, Haç'a kavuştu.
Ve Akif bunu anlattıktan sonra gözlerime dik dik baktı:
- Milletim nev-i beşer, vatanım ruy-i zemin! Öyle mi? dedi. Sonra ilâve etti:
- Biz bu yalana inanırsak, ne milletimiz kalır, ne rûy-i zeminimiz! Avrupa'nın nev-i beşerinde ben yoksam, benim nev-i beşerimde de o yoktur."
Mehmet Akif gibi bilgi ve müktesebatına güvenilen bir mü'mini kavmiyetçilikle itham edebilir miyiz? Yeni Türkiye'cilerin, Yeniden Osmanlıcıların Mehmet Akif'e; "Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl!" dediği için düşman olduklarına da vurgu yaparak çok sevdiğim ve çok anlattığım bir Temel Fıkram var:
Temel, doktora gider. Acı içinde kıvranmaktadır.
Hemen acilen yapılması gereken bütün tetkikleri yaparlar ama yapılan bütün tetkiklerden temel sağlam çıkar!
Temeli inleten ağrının sebebi bir türlü bulunamaz!
Doktorlar şaşkın ve çaresiz hocalarına başvururlar. Tetkik sonuçlarına göre Temel, sapasağlamdır ama inlemesi ve feryadı devam etmektedir! Hoca, Temeli bizzat muayeneye karar verir ve Temeli bir de ortopedi servisine havale eder.
Ortopedi servisinde, Temel'in işaret parmağının kırık olduğu tespit edilir. İşaret parmağı kırık olan Temel, neresine dokunursa dokunsun canı yanmaktadır!
Temelin canının yandığı doğrudur ama ağrıyan dokunduğu yer değil, kırık parmağıdır!
Malesef günümüzde; Türk Milleti'nin işaret parmağı kırık ve neresine dokunsa canı yanıyor!
Hayrettir ki, parmağını defalarca kıran da milletin bizzat kendisi!
Devleti yönetsin diye 14 yıldır tek başına görevlendirilen AKP Hükümeti, milletin kırık işaret parmağı gibi. Türklüğümüze dokunuyor, canımız yanıyor! Ordumuza dokunuyor, adâlete dokunuyor, eğitim kurumlarına dokunuyor, canımız yanıyor!
Esnafa, sanatkâra, sanayiciye dokunuyor canımız yanıyor! Çiftçiye, memura, işçiye, sendikalara dokunuyor feryad ü figan! Emekliye dokunuyor, can dayanmıyor! Sağlıktaki reformlar sonrası, hastalar zaten dokunmadan bağırışanlarla dolu!
Canımız yanıyor, canımızı kendimiz acıtıyoruz ve ortopediste havale edecek bir millî doktor arıyoruz!
Hastalığın doğru teşhis ve doğru tedaviyle mümkün olduğunu bilen ve dünyay da öğreten Milli Doktor var, "Milli Ekonomi Modeli" adlı milli reçete var ama görmemekte ısrar ediyoruz!
Rusya başta olmak üzere BRICS ÜLKELERİ'ni kurtaran doktor bizde olmasına rağmen biz, doktoru atlayarak iyileşmiş hastaya gidiyoruz!
Huzur ve istikrâr adıyla dayatılan bir düzensizlik içinde; "Türk Yusuflar'ı kuyudan çıkarmak gerek." diyen, îmânı sözlerinden fışkıran; "Türk oğlu Türküm" diyen, bütün Müslüman Türk Milletini Hz. Peygamber (s.a.a.)'in; "Nuh'un gemisi gibidir binen kurtulur, binmeyen helâk olur." diye tarif ettikleri Ehl-i Beyt merkezli Tevhîde davet eden, Gönül Adam'ı da duymazdan geliyorlar!...
Dünya insanlığının hastalığını teşhis ederek yıllardır bütün dünyaya anlatan, bir millî tabîbin sesini duymuyorlar!...
Bu millî sesi; Rusya duyuyor, Çin duyuyor, BRICS Ülkeleri duyuyor, onlarca Hıristiyan ülke duyuyor ama bizim sağır Müslümanlar duymuyorlar!
Milli Ekonomi Modeli'ni uygulayarak on yıl önce iflasını ilan eden Rusya dünyanın en büyük ekonomi devleri arasına giriyor; biz ise iki geri, bir ileri mehter yürüyüşü ile her geçen gün, biraz daha kötüye gidiyoruz, Yeni Osmanlıcılar sayesinde!
Dedik ya; sağırlar da duyuncaya, körler de görünceye kadar kulaklarına bağırmaya, gözlerine sokmaya devam edeceğiz!
Goebbels (Göbel)'in; "Yalan ne kadar büyük olursa inanan o kadar çok olur." sözünü ispatlarcasına yalan ve yalancılığı tescilli kişilerin büyük yalanlarına inanan milleti ayıktırmak zor olsa da vaz geçmeyeceğiz...
Türk Yusufların hainlerinin kardeşleri olduğunu bile bile, yüklendiğimiz işin zorluğunu bile bile hevesle uğraşıyoruz...
"Allah, Türk milletine uzun süreli zilleti reva görmez." inancımı tekrarlayarak seferdeki bu "Millî Kervan"a katılarak yollara düştüğümü, şükrederek açıklamaktan da şeref duyarım...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm... Selam, sevgi, dua..
"O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için dersler vardır." (Rûm-22)
Şahsen şükreder, hamd ederim ki, Türk tenimizle yaratılıp Türkçe lisanımız ile donatılıp dünyaya indirilmişiz!
Yetmemiş, İslâm'la tâçlandırılıp Müslüman Türk olmuşuz elhamdülillâh!
Allah'ın lütfu ile Türkçe hayal kurar, Türkçe rüya görür, Türkçe konuşur, Türkçe yazarız.
Kimler kaç kere hamd eder, şükreder bilemem ama ben öncelikle Türk yaratılışıma, Türkçe lisanımla donatılışıma ve İslâm'la tâçlandırılışıma üç şükürle başlar, sonra alıp verdiğim her nefese-soluğa, görüp yaşadığım her geceye gündüze şükreder, hamd ederim...
Yüz yıl önce imparatorlukların parçalanıp yok olmasının etkili faktörlerinden sayılarak korkulan kavmiyetçiliği bahane ederek, yüz yıl sonra hâlâ;
"Milletim nev-i beşerdir, vatanım rûyi zemin" diyen soysuzlar, vatansızlar var maalesef!
Yüz yıl önce bu fikre karlı çıkan İstiklal Marşı Şairi Mehmet Âkif'in bu konudaki tavrını Cemal Kutay şöyle anlatıyor:
" (Akif'in) sinirlerine dokunan bir mısra vardı: "Milletim nev-i beşerdir, vatanım rûy-i zemin!" (Milletim insanlıktır, vatanım yeryüzü)
Bu mısraı okuduğum gün acı acı gülerek;
- Sen de bu yalana inanıyor musun? Bir Avrupalının nev-i beşerinde, rûy-i zemininde Türkler ve Müslümanlar dâhildir sanıyor musun? Dedi. Sonra tuhaf bir şey anlattı:
- Umumî Harpte biz üç kişi Berlin'e gittiğimiz zaman Alman Hükümeti bize ne dedi bilir misin? 'Türklerle ittifak ettik diye Rayiştak'ta Katolik mebuslar bağırıyorlar, 'Müslümanlar ve Türkler gibi vahşîlerle medenî Alman milleti nasıl birleşir? diyorlar. Makaleler yazınız da Türklerin ve Müslümanların da insan olduklarını bu adamlara karşı ispat edelim' dedi.
-Acayip! Dedim.
- Bundan daha acayibi var! Dedi; yine; Umumî Harpte Viyana'da idim; bir gece Viyana kiliselerinin çanları çalmaya başladı; otelin penceresinden baktım; caddede her elde bir mum, herkes haykırıyordu. Kendi kendime: Müttefikimiz Viyanalılar galiba cephede bir muzafferiyet kazandılar, dedim. Sokağa fırladım. Bir dükkâncıya:
- Bir zafer haberi mi var! dedim. Adam:
- Zafer de söz mü? Dedi. İngilizler Müslümanlardan Kudüs'ü aldılar: İngiliz ordusu Allenby'nin kumandasında Kudüs'e girdi. Mukaddes şehir Hilâl'den kurtuldu, Haç'a kavuştu.
Ve Akif bunu anlattıktan sonra gözlerime dik dik baktı:
- Milletim nev-i beşer, vatanım ruy-i zemin! Öyle mi? dedi. Sonra ilâve etti:
- Biz bu yalana inanırsak, ne milletimiz kalır, ne rûy-i zeminimiz! Avrupa'nın nev-i beşerinde ben yoksam, benim nev-i beşerimde de o yoktur."
Mehmet Akif gibi bilgi ve müktesebatına güvenilen bir mü'mini kavmiyetçilikle itham edebilir miyiz? Yeni Türkiye'cilerin, Yeniden Osmanlıcıların Mehmet Akif'e; "Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl!" dediği için düşman olduklarına da vurgu yaparak çok sevdiğim ve çok anlattığım bir Temel Fıkram var:
Temel, doktora gider. Acı içinde kıvranmaktadır.
Hemen acilen yapılması gereken bütün tetkikleri yaparlar ama yapılan bütün tetkiklerden temel sağlam çıkar!
Temeli inleten ağrının sebebi bir türlü bulunamaz!
Doktorlar şaşkın ve çaresiz hocalarına başvururlar. Tetkik sonuçlarına göre Temel, sapasağlamdır ama inlemesi ve feryadı devam etmektedir! Hoca, Temeli bizzat muayeneye karar verir ve Temeli bir de ortopedi servisine havale eder.
Ortopedi servisinde, Temel'in işaret parmağının kırık olduğu tespit edilir. İşaret parmağı kırık olan Temel, neresine dokunursa dokunsun canı yanmaktadır!
Temelin canının yandığı doğrudur ama ağrıyan dokunduğu yer değil, kırık parmağıdır!
Malesef günümüzde; Türk Milleti'nin işaret parmağı kırık ve neresine dokunsa canı yanıyor!
Hayrettir ki, parmağını defalarca kıran da milletin bizzat kendisi!
Devleti yönetsin diye 14 yıldır tek başına görevlendirilen AKP Hükümeti, milletin kırık işaret parmağı gibi. Türklüğümüze dokunuyor, canımız yanıyor! Ordumuza dokunuyor, adâlete dokunuyor, eğitim kurumlarına dokunuyor, canımız yanıyor!
Esnafa, sanatkâra, sanayiciye dokunuyor canımız yanıyor! Çiftçiye, memura, işçiye, sendikalara dokunuyor feryad ü figan! Emekliye dokunuyor, can dayanmıyor! Sağlıktaki reformlar sonrası, hastalar zaten dokunmadan bağırışanlarla dolu!
Canımız yanıyor, canımızı kendimiz acıtıyoruz ve ortopediste havale edecek bir millî doktor arıyoruz!
Hastalığın doğru teşhis ve doğru tedaviyle mümkün olduğunu bilen ve dünyay da öğreten Milli Doktor var, "Milli Ekonomi Modeli" adlı milli reçete var ama görmemekte ısrar ediyoruz!
Rusya başta olmak üzere BRICS ÜLKELERİ'ni kurtaran doktor bizde olmasına rağmen biz, doktoru atlayarak iyileşmiş hastaya gidiyoruz!
Huzur ve istikrâr adıyla dayatılan bir düzensizlik içinde; "Türk Yusuflar'ı kuyudan çıkarmak gerek." diyen, îmânı sözlerinden fışkıran; "Türk oğlu Türküm" diyen, bütün Müslüman Türk Milletini Hz. Peygamber (s.a.a.)'in; "Nuh'un gemisi gibidir binen kurtulur, binmeyen helâk olur." diye tarif ettikleri Ehl-i Beyt merkezli Tevhîde davet eden, Gönül Adam'ı da duymazdan geliyorlar!...
Dünya insanlığının hastalığını teşhis ederek yıllardır bütün dünyaya anlatan, bir millî tabîbin sesini duymuyorlar!...
Bu millî sesi; Rusya duyuyor, Çin duyuyor, BRICS Ülkeleri duyuyor, onlarca Hıristiyan ülke duyuyor ama bizim sağır Müslümanlar duymuyorlar!
Milli Ekonomi Modeli'ni uygulayarak on yıl önce iflasını ilan eden Rusya dünyanın en büyük ekonomi devleri arasına giriyor; biz ise iki geri, bir ileri mehter yürüyüşü ile her geçen gün, biraz daha kötüye gidiyoruz, Yeni Osmanlıcılar sayesinde!
Dedik ya; sağırlar da duyuncaya, körler de görünceye kadar kulaklarına bağırmaya, gözlerine sokmaya devam edeceğiz!
Goebbels (Göbel)'in; "Yalan ne kadar büyük olursa inanan o kadar çok olur." sözünü ispatlarcasına yalan ve yalancılığı tescilli kişilerin büyük yalanlarına inanan milleti ayıktırmak zor olsa da vaz geçmeyeceğiz...
Türk Yusufların hainlerinin kardeşleri olduğunu bile bile, yüklendiğimiz işin zorluğunu bile bile hevesle uğraşıyoruz...
"Allah, Türk milletine uzun süreli zilleti reva görmez." inancımı tekrarlayarak seferdeki bu "Millî Kervan"a katılarak yollara düştüğümü, şükrederek açıklamaktan da şeref duyarım...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm... Selam, sevgi, dua..
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mustafa Aslan / diğer yazıları
- Atatürk'ün anlatımıyla Çanakkale savaşları / 20.03.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017