Son dönemde ülkemize yönelik misyonerlik, ekümenizm, Rum-Pontus ve sair bölücü faaliyetler alanında piyasaya sürülen ve kimi ekranlarda vitrine çıkartılan figüranların "ebatlarının küçüklüğü" dikkat çekmektedir. Öyle ki; olayları ve figüranları dışarıdan seyredenler, 'Allah Allah, bunlar mı ülkeyi bölecek, bunlarla mı Türkiye parçalanacak!' demek durumunda kalıyorlar. Sözkonusu kimi ekranlar, geliştirdikleri bu "odakları küçültme" yöntemiyle sanki asıl tehlikeyi gizleme misyonu üstlenmiş gibiler.
Önceki gece bir ara ceviz kabuğunu doldurmayacak türden tartışmalara takıldım. Siz de izlemişsinizdir. Programı terkeden Pontus kültürlü gariban, "Yorgo Andreadis'in içinden pasajlar okuyup bölücü dediğiniz şu Tamama adlı eserine, Abdi İpekçi Ödülü verildi, sen nereden bahsediyorsun!" deyince, bu manevrayı hiç beklemeyen sualci beyefendinin üstüne adeta kaynar sular boşaldı. Yutkundu, "Abdi İpekçi Ödülü saygın bir ödüldür" demekle yetindi. Konuyu itinayla kapattı.
Bu estantane bile, pembe diziler türünden bu kabil seri programların nereye matuf olduğunun önemli bir işareti sayılır. Dolayısıyla ne misyonerlik, ne Rum-Pontus, ne ekümenizm ve dinlerarası diyalog, ne de sürekli kaşınan güneydoğu meselesi, vitrine çıkartılıp hedef tahtası haline getirilen gariban figüranların ebatı kadar küçük ve basit değildir. Asıl tehlikeli aktörler, bu gariban figüranları uzun metrajlı senaryoda kullananlar ve bu senaryoların sahipleriyle globalleşme adına işbirliği halinde bulunan kimi yerli büyüklerdir.
Artık global mühendisler, coğrafyamızın ve tabii ülkemizin AB ve de ABD önünde "yap-boz kartonları" halinde durduğunu açıkça ifade etmektedirler. Kartonların biri, Kıbrıs, Suriçi İstanbul, Güneydoğu... şeklinde dört parçalı; diğeri ise Kıbrıs Ege, Güneydoğu, Karadeniz, Doğu, Suriçi İstanbul ... tarzında daha çok parçalı. Ama hepsi parçalı; yap-boz oyunu gibi. Global patronluk noktasında AB ve ABD arasındaki gizli rekabete de dikkat çeken bu "strateji merkezleri"nden üretilen bu parçalı senaryolar, adeta bölgemizin ve ülkemizin geleceğinin ipuçlarını vermektedir. Maalesef kimi Türk aydınları ve idarecileri, bu iki senaryo arasında gidip gelmekte, kendi bölgemize ve çıkarlarımıza uygun "milli bir duruş" üretememektedirler. Acı olan bu. Türkiye'nin patinajı ve yaşadığı duruş zorluğu buradan kaynaklanmaktadır. Güya teknolojik yetersizliklerimizi ve ekonomik bunalımlarımızı başkalarının himmetiyle kapatmak pahasına bu patinaja devam etmekteyiz.
Biz kendimize ve hatta dünyaya yeteriz, diyemiyoruz. Dilimiz mi bağlı, basiretimiz mi kapalı, nasibimiz mi yok, bilemiyorum; ama takılıp kaldık. Ve takıldığımız yerde bizi ufalıyorlar. Bunu hala göremiyoruz. Gariban figüranlarla ekranlarda gölge boksu yapıyoruz.
Bu noktada "net bir milli duruş" stratejisi üretilmediği müddetçe, vakitlerimiz global senaristlerin önümüze koydukları 'küçük figüranlar'la atışmaktan, gariban piyonların tutarsız çıkışlarında debelenmekten öteye geçmeyecektir. Sonra da vazifemiz, Apo'da olduğu gibi bu figuranları rüzgarlı adalarda misafir etmek olacaktır.
Bu bağlamda kendi değerlerimize dönmek ve bu değerlerimiz etrafında tek yürek olarak yükselmek dışında bölgesel ve milli çıkarlarımıza uygun bir yol yoktur.Türk milletinin köklü değerleri, bu milli duruş için yeterli her türlü kaynağı sunmaktadır. Görene... Köre ne?
Önceki gece bir ara ceviz kabuğunu doldurmayacak türden tartışmalara takıldım. Siz de izlemişsinizdir. Programı terkeden Pontus kültürlü gariban, "Yorgo Andreadis'in içinden pasajlar okuyup bölücü dediğiniz şu Tamama adlı eserine, Abdi İpekçi Ödülü verildi, sen nereden bahsediyorsun!" deyince, bu manevrayı hiç beklemeyen sualci beyefendinin üstüne adeta kaynar sular boşaldı. Yutkundu, "Abdi İpekçi Ödülü saygın bir ödüldür" demekle yetindi. Konuyu itinayla kapattı.
Bu estantane bile, pembe diziler türünden bu kabil seri programların nereye matuf olduğunun önemli bir işareti sayılır. Dolayısıyla ne misyonerlik, ne Rum-Pontus, ne ekümenizm ve dinlerarası diyalog, ne de sürekli kaşınan güneydoğu meselesi, vitrine çıkartılıp hedef tahtası haline getirilen gariban figüranların ebatı kadar küçük ve basit değildir. Asıl tehlikeli aktörler, bu gariban figüranları uzun metrajlı senaryoda kullananlar ve bu senaryoların sahipleriyle globalleşme adına işbirliği halinde bulunan kimi yerli büyüklerdir.
Artık global mühendisler, coğrafyamızın ve tabii ülkemizin AB ve de ABD önünde "yap-boz kartonları" halinde durduğunu açıkça ifade etmektedirler. Kartonların biri, Kıbrıs, Suriçi İstanbul, Güneydoğu... şeklinde dört parçalı; diğeri ise Kıbrıs Ege, Güneydoğu, Karadeniz, Doğu, Suriçi İstanbul ... tarzında daha çok parçalı. Ama hepsi parçalı; yap-boz oyunu gibi. Global patronluk noktasında AB ve ABD arasındaki gizli rekabete de dikkat çeken bu "strateji merkezleri"nden üretilen bu parçalı senaryolar, adeta bölgemizin ve ülkemizin geleceğinin ipuçlarını vermektedir. Maalesef kimi Türk aydınları ve idarecileri, bu iki senaryo arasında gidip gelmekte, kendi bölgemize ve çıkarlarımıza uygun "milli bir duruş" üretememektedirler. Acı olan bu. Türkiye'nin patinajı ve yaşadığı duruş zorluğu buradan kaynaklanmaktadır. Güya teknolojik yetersizliklerimizi ve ekonomik bunalımlarımızı başkalarının himmetiyle kapatmak pahasına bu patinaja devam etmekteyiz.
Biz kendimize ve hatta dünyaya yeteriz, diyemiyoruz. Dilimiz mi bağlı, basiretimiz mi kapalı, nasibimiz mi yok, bilemiyorum; ama takılıp kaldık. Ve takıldığımız yerde bizi ufalıyorlar. Bunu hala göremiyoruz. Gariban figüranlarla ekranlarda gölge boksu yapıyoruz.
Bu noktada "net bir milli duruş" stratejisi üretilmediği müddetçe, vakitlerimiz global senaristlerin önümüze koydukları 'küçük figüranlar'la atışmaktan, gariban piyonların tutarsız çıkışlarında debelenmekten öteye geçmeyecektir. Sonra da vazifemiz, Apo'da olduğu gibi bu figuranları rüzgarlı adalarda misafir etmek olacaktır.
Bu bağlamda kendi değerlerimize dönmek ve bu değerlerimiz etrafında tek yürek olarak yükselmek dışında bölgesel ve milli çıkarlarımıza uygun bir yol yoktur.Türk milletinin köklü değerleri, bu milli duruş için yeterli her türlü kaynağı sunmaktadır. Görene... Köre ne?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019






























































































