İnsanın duyguları, yaratılış gayesine mutabık olarak Allah'ın istediği istikamette olmalıdır. Allah'a yönelen insan O'nun iradesinde fânî ve O'nun tecellisinde yok olur. Cenab-ı Hakk'ın tecellisine ermek, asıl hürriyettir.
Cenab-ı Hakk'ın tecellisinde asıl zevk ve hürriyetin nasıl tadıldığına dair Hz. Aişe (r.ha) validemizden bir haber rivayet edilir. Hz. Aişe anlatıyor: "Resulullah (sav) bir akşam ibadete dalıp, huzur-u ilâhîde zevke, muhabbete garkolmuştu. O zevk-i mânevî içerisinde iken yanına yaklaştım, benden haberi yoktu. Kendimi tanıttım, 'Sen kimsin?' diye sordu. 'Aişe'yim' dedim. 'Aişe kimdir?' diye sordu. 'Hanımın Aişe' diye cevap verdiğimde kendine gelmişti".
Resûlü Ekrem öyle bir tecelli ve aşka dalmıştı ki, en yakını olan hanımını bile tanıyamaz hale gelmişti. İşte kulluk, bu zevki, bu muhabbeti yaşamaktır. İnsanın kendine ve etrafına faydalı olabilmesi bu yüce hali, kulluk zevkini yaşamasına bağlıdır. Bu bir sevgi hazinesidir. Bu sevgi hazinesine kavuşmak, onu etrafa verebilmenin şartıdır. İşte sahabe, bu yüce hale erdikleri için cihad zamanı şehadet mertebesi için sıraya giriyorlar: "Ya Resulellah! Dua et de, önce biz şehid olalım." diyorlardı. Onlar, kulluk şuuruna ermiş ve ölümü yenmiş insanlardı. Bu mantığı hak ve hürriyetlerin verilmesi ve teminat altına alınması açısından ele alırsak hemen şunu ifade edelim ki; hak ve hürriyetleri kendi nefsinde yaşamayan insan, onları başkalarına vaad edemez. İstese de veremez. Ancak kulluk yoluyla hürriyete kavuşan insan, hak ve hürriyetleri verme ve bunların emniyetini sağlama hususunda başarılı olabilir. Nefsine mağlup olmak suretiyle en büyük esaret içinde bulunan insan ne hak verebilir, ne de hürriyeti koruyabilir. Böylelerinin âdil davranması zaten mümkün olamaz. Zira, adâleti tesis edecek kişinin önce adâleti kendi nefis dünyasında hakim kılması gerekmektedir. Aksi halde, başkalarına da veremez. Kulluktan uzak olup ahlâk-ı zemimede kalanlar merhametli ve âdil olamazlar. Sonuç olarak diyebiliriz ki, gerçekte âdil olanlar, ubûdiyet şuuruna ermiş gerçek Müslümanlardır.
Başta adâlet olmak üzere bütün mükemmel vasıfların sosyal bünyede de huzur ve sûkun getirmesi, hep kâmil imanın ve bu imandan kaynaklanan kulluğun meyvesidir. Kâmil iman ve gerçek anlamda kulluk, gerçek kâmil insanın en önemli ve belirgin vasfıdır.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden Hz. Mevlana
Cenab-ı Hakk'ın tecellisinde asıl zevk ve hürriyetin nasıl tadıldığına dair Hz. Aişe (r.ha) validemizden bir haber rivayet edilir. Hz. Aişe anlatıyor: "Resulullah (sav) bir akşam ibadete dalıp, huzur-u ilâhîde zevke, muhabbete garkolmuştu. O zevk-i mânevî içerisinde iken yanına yaklaştım, benden haberi yoktu. Kendimi tanıttım, 'Sen kimsin?' diye sordu. 'Aişe'yim' dedim. 'Aişe kimdir?' diye sordu. 'Hanımın Aişe' diye cevap verdiğimde kendine gelmişti".
Resûlü Ekrem öyle bir tecelli ve aşka dalmıştı ki, en yakını olan hanımını bile tanıyamaz hale gelmişti. İşte kulluk, bu zevki, bu muhabbeti yaşamaktır. İnsanın kendine ve etrafına faydalı olabilmesi bu yüce hali, kulluk zevkini yaşamasına bağlıdır. Bu bir sevgi hazinesidir. Bu sevgi hazinesine kavuşmak, onu etrafa verebilmenin şartıdır. İşte sahabe, bu yüce hale erdikleri için cihad zamanı şehadet mertebesi için sıraya giriyorlar: "Ya Resulellah! Dua et de, önce biz şehid olalım." diyorlardı. Onlar, kulluk şuuruna ermiş ve ölümü yenmiş insanlardı. Bu mantığı hak ve hürriyetlerin verilmesi ve teminat altına alınması açısından ele alırsak hemen şunu ifade edelim ki; hak ve hürriyetleri kendi nefsinde yaşamayan insan, onları başkalarına vaad edemez. İstese de veremez. Ancak kulluk yoluyla hürriyete kavuşan insan, hak ve hürriyetleri verme ve bunların emniyetini sağlama hususunda başarılı olabilir. Nefsine mağlup olmak suretiyle en büyük esaret içinde bulunan insan ne hak verebilir, ne de hürriyeti koruyabilir. Böylelerinin âdil davranması zaten mümkün olamaz. Zira, adâleti tesis edecek kişinin önce adâleti kendi nefis dünyasında hakim kılması gerekmektedir. Aksi halde, başkalarına da veremez. Kulluktan uzak olup ahlâk-ı zemimede kalanlar merhametli ve âdil olamazlar. Sonuç olarak diyebiliriz ki, gerçekte âdil olanlar, ubûdiyet şuuruna ermiş gerçek Müslümanlardır.
Başta adâlet olmak üzere bütün mükemmel vasıfların sosyal bünyede de huzur ve sûkun getirmesi, hep kâmil imanın ve bu imandan kaynaklanan kulluğun meyvesidir. Kâmil iman ve gerçek anlamda kulluk, gerçek kâmil insanın en önemli ve belirgin vasfıdır.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden Hz. Mevlana
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.