Kur’an’ın fazileti
İmam Bâkır (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Gözler bakarak Allah'ı göremez; ama kalpler iman nuruyla O'nu görür. O, duyularla algılanamaz ve insanlarla mukayese edilemez. Ayetlerle, işaretlerle bilinir, alametlerle nitelenir. Verdiği hükümlerde zulmetmez. Eşyadan ayrıdır, eşya da ondan ayrıdır
13.11.2023 20:00:00 / Güncelleme: 13.11.2023 20:22:20
Hasan Parlak
Hasan Parlak





İmam Bâkır (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Gözler bakarak Allah'ı göremez; ama kalpler iman nuruyla O'nu görür. O, duyularla algılanamaz ve insanlarla mukayese edilemez. Ayetlerle, işaretlerle bilinir, alametlerle nitelenir. Verdiği hükümlerde zulmetmez. Eşyadan ayrıdır, eşya da ondan ayrıdır."
Ebu Hâşim el-Câferî şöyle rivayet etmiştir: "Ebu Câfer'e (Muhammed Bâkır Aleyhisselâm) dedim ki: 'Gözler O'nu göremez; hâlbuki O, gözleri görür' ayeti ne anlama gelir?'
Buyurdu ki: Ey Ebu Hâşim! Kalplerin görmesi gözlerin görmesinden daha duyarlı ve kapsamlıdır. Sen zihinsel tasavvurunla Sind'i, Hindistan'ı ve gidemediğin daha birçok memleketi algılayıp tasavvur edebilirsin; ama onları gözlerinle göremezsin. Buna rağmen kalplerin tasavvur kapasiteleri Allah'ı kavrayamazlar, nerede kaldı gözler!"
KUR'AN'IN FAZİLETİNİ ANLATAN HADİSLERİ
İmam Bâkır'ın (a.s.) imameti döneminde Kur'an-ı Kerim'e olan hürmet de ortadan kalkmıştı. Din dışı akımların etkisi, Yahudi din adamlarının hurafeleri ve diğer din mensupları ile olan etkileşim, halkı Kur'an'dan uzaklaştırmıştır.
Bu esnada, İmam Bâkır (a.s.), İslam dininin kutsal kitabı ile ilgili pek çok hadis ile Kur'an'ın faziletini tekrar ümmetin kalbine nakşetmiştir.
Sa'd el-Haffaf rivayet eder: "Ebu Câfer (Muhammed Bâkır Aleyhisselâm) şöyle buyurdu:
'Ey Sa'd! Kur'an'ı öğrenin; zira Kur'an kıyamet günü en güzel sûrette gelir. Mahlukât ve insanlar, yüz yirmi bin saf halinde dizilerek O'na bakarlar. Seksen bin saffı Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlihi) ümmeti, kırk bin saffı da diğer ümmetler oluşturur.
Müslümanların safının önünden bir erkek suretinde gelir. Onlara selam verir. O'na bakarlar sonra şöyle derler: 'Hilm ve kerem sahibi Allah'tan başka ilah yoktur. Bu adam kesinlikle müslümanlardandır. O'nu nitelik ve sıfatıyla biliriz; ancak o Kur'an hususunda bizden çok daha fazla çaba gösterirdi. Bu yüzden ona verilen letâfet, güzellik ve nur bize verilmemiştir.'
Oradan geçerek şehitlerin saflarının önüne gelir. Şehitler O'na bakarlar, sonra şöyle derler: 'Rahim olan Allah'tan başka ilah yoktur. Bu adam şehitlerdendir. Onu özelliğinden ve sıfatından tanıyoruz. Şu kadarı var ki, o deniz şehididir. Bu yüzden bize verilmeyen (letâfet) göz alacı heybet ve fazilet ona verilmiştir.'
Sonra oradan geçerek bir şehit sûretinde deniz şehitlerinin saffının önüne gelir. Deniz şehitleri ona bakarlar. Hayretleri gittikçe artar ve şöyle derler: 'Bu adam deniz şehitlerindendir; onu özelliğinden ve sıfatından tanıyoruz; ancak onun şehid edildiği ada bizim şehid edildiğimiz adadan daha ürkütücüydü... Bu yüzden bize verilmeyen letâfet, güzellik ve nur ona verilmiştir.'
Sonra oradan geçerek elçi olarak gönderilmiş bir nebi sûretinde nebilerin ve resûllerin saffının önüne gelir. Nebiler ve resûller O'na bakarlar. Hayretleri gittikçe artar.
Derler ki: 'Hilm ve kerem sahibi Allah'tan başka ilah yoktur. Bu elçi olarak gönderilmiş bir nebidir; onu özelliğinden ve sıfatından tanıyoruz; ancak ona çok fazilet verilmiştir.'
Sonra toplanarak Resûlullah'ın yanına gelirler, O'na sorarlar ve derler ki: 'Yâ Muhammed! Bu kimdir?'
Onlara der ki: 'Yoksa onu tanımadınız mı?'
Derler ki: 'Onu tanımıyoruz. Bu, Allah'ın gazab etmediği kimselerden biridir.'
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi) onlara şöyle der: 'Bu, Allah'ın kulları üzerindeki hüccetidir.'
Sonra selam verir, yanlarından geçerek meleklerin saffına gelir.
Mukarreb bir melek sûretinde onlara görünür. Melekler ona bakarlar, hayretleri gittikçe artar. Faziletini görmelerinden dolayı bu onlara yüce gözükür ve derler ki:
'Rabbimiz yücedir, mukaddestir. Bu kul, meleklerdendir. Onu özellik ve sıfatıyla tanıyoruz; fakat makam itibariyle Allah'a (Azze ve Celle) en yakın melektir. Bu yüzden bize giydirilmeyen nur ve cemal ona giydirildi.'
Sonra oradan da götürülür. Sonra oradan geçer ve izzet sahibi Allah'ın (Tebareke ve Teâlâ) huzuruna getirilir. Arş'ın altında secdeye kapanır.
Allah Tebareke ve Teâlâ ona şöyle seslenir: 'Ey yeryüzündeki hüccetim! Ey doğru konuşan sözüm! Başını kaldır ve iste! Hemen isteğin yerine getirilir. Şefaat et, derhal şefaatin kabul edilir.'
Bunun üzerine başını kaldırır ve Allah Tebareke ve Teâlâ ona şöyle der: 'Kullarımı nasıl buldun?'
Der ki: 'Ya Rabbi! Kimileri beni korudu, muhafaza etti. Benden hiçbir şey zâyi etmedi. Kimileriyse, beni zâyi etti. Hakkımı küçümsedi. Benimle, yalanladı. Halbuki ben, Senin bütün kullarının üzerindeki hüccetinim.'
Bunun üzerine Allah Tebareke ve Teâlâ şöyle der: 'İzzetim, Celalim ve mekânımın yüceliği hakkı için. Bugün en güzel sevabı senin üzerinden vereceğim, Acı azabı bu gün senin üzerinden vereceğim.'
Bunun üzerine Kur'an başka bir sûrette başını kaldırır.'
İmam'a şöyle dedim: 'Ey Ebu Câfer! Kur'an hangi sûrette geri döner?'
Dedi ki: 'Solgun ve (rengi) değişen bir adam sûretinde döner. Mahşerde toplanan herkes onu görür. Derken bizim taraftarlarımızdan Kur'an'ı bilen ve onunla ihtilaf ehline karşı mücadele eden birisi gelir, onun önünde durur.
Der ki: 'Beni tanımadın mı?'
Adam ona bakar ve der ki: 'Seni tanımadım ey Allah'ın kulu!'
Bunun üzerine ilk yaratılıştaki sûretine geri döner ve der ki: 'Beni tanımadın mı?'
Bunun üzerine adam, 'Evet' der.
Ardından Kur'an şöyle der: 'Geceleri seni uykusuz bırakan, hayatın boyu seni yoran benim. Benim yüzümden eziyet işittin, hakaret içeren sözlere mâruz kaldın. Bilesin ki, her tüccar ticaretinin karşılığını almıştır ve ben bugün senin arkandayım.'
Onu alır, izzet sahibi Allah'a (Tebareke ve Teâlâ) götürür ve der ki: 'Ya Rabbi! Ya Rabbi! Bu, senin kulundur ve sen onu herkesten iyi bilirsin. Benim uğruma eziyetler çekti. Benden ayrılmadı. Benim yüzümden kendisine düşmanca davranıldı. Benim için sevdi, benim için buğzetti.'
İzzet ve Celal sahibi Allah der ki: 'Kulumu cennetime koyun. Ona cennet giysilerinden bir giysi giydirin. Başına bir taç koyun.'
Adama bütün bunlar yapıldıktan sonra Kur'an'a gösterilir ve denilir ki: 'Senin dostun için bu yapılanlara râzı oldun mu?'
Der ki: 'Ya Rabbi! Ben bunu ona az görüyorum. Her hayırdan ona ziyadesiyle ver.'
Allah şöyle der: 'İzzetim, Celalim, yüceliğim, mekânımın yüksekliği hakkı için. Bugün, fazla vereceğim mükâfaatın yanı sıra, ona beş mükâfaat vereceğim. Bunu onun derecesinde olan başkalarına da bahşedeceğim.
Bilesin ki onlar öyle gençlerdir ki yaşlanmazlar. Sıhhatlidirler, hastalanmazlar. Zengindirler, yoksul düşmezler. Sevinçlidirler, hüzünlenmezler. Diridirler, ölmezler.'
Sonra şu ayeti okudu: 'Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar...'
'Sana feda olayım, Ey Ebu Câfer! Kur'an konuşur mu?'
Bunun üzerine gülümsedi, sonra şöyle dedi: 'Allah bizim sevenlerimizden zayıflara rahmet etsin. Onlar teslimiyet ehlidirler.'
Ardından şöyle dedi: 'Evet, ey Sa'd! Namaz da konuşur... Onun da bir sûreti ve yaratılışı var. Emreder ve yasaklar.'
Sa'd der ki: 'Bunun üzerine rengim değişti ve dedim ki: Bunu insanlar içinde söyleyemem.'
Ebu Câfer (Muhammed Bâkır Aleyhisselâm) şöyle buyurdu: 'İnsanlar dediğin sevenlerimizden başkaları mıdır? Namazı tanı-mayan bizim hakkımızı inkâr etmiştir.'
Sonra dedi ki: 'Ey Sa'd! Sana Kur'an'ın sözünü dinleteyim mi?'
'Evet' dedim. 'Allah'ın salâtı üzerine olsun.'
Buyurdu ki: 'Namaz, çirkin hayâsızlıktan ve münkerden nehyeder. Allah'ın zikri en büyüktür.' Nehyetmek bir sözdür. Çirkin hayâsızlık ve münker de bazı adamlardır. Biz ise Allah'ın zikriyiz. Biz en büyüğüyüz."
Ebu Cârud rivayet eder: Ebu Câfer (Muhammed Bâkır Aleyhisselâm) buyurdu ki:
"Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi) şöyle buyurdu: Ben, Allah'ın Kitabı ve Ehl-i Beyt'im, kıyamet günü Aziz ve Cebbar olan Allah'ın huzuruna ilk olarak varacağız. Sonra ümmetim gelecektir. Onlara derim ki: Allah'ın Kitabına ve Benim Ehl-i Beyt'ime ne yaptınız?" (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Muhammed Bakır eserinden)
Ebu Hâşim el-Câferî şöyle rivayet etmiştir: "Ebu Câfer'e (Muhammed Bâkır Aleyhisselâm) dedim ki: 'Gözler O'nu göremez; hâlbuki O, gözleri görür' ayeti ne anlama gelir?'
Buyurdu ki: Ey Ebu Hâşim! Kalplerin görmesi gözlerin görmesinden daha duyarlı ve kapsamlıdır. Sen zihinsel tasavvurunla Sind'i, Hindistan'ı ve gidemediğin daha birçok memleketi algılayıp tasavvur edebilirsin; ama onları gözlerinle göremezsin. Buna rağmen kalplerin tasavvur kapasiteleri Allah'ı kavrayamazlar, nerede kaldı gözler!"
KUR'AN'IN FAZİLETİNİ ANLATAN HADİSLERİ
İmam Bâkır'ın (a.s.) imameti döneminde Kur'an-ı Kerim'e olan hürmet de ortadan kalkmıştı. Din dışı akımların etkisi, Yahudi din adamlarının hurafeleri ve diğer din mensupları ile olan etkileşim, halkı Kur'an'dan uzaklaştırmıştır.
Bu esnada, İmam Bâkır (a.s.), İslam dininin kutsal kitabı ile ilgili pek çok hadis ile Kur'an'ın faziletini tekrar ümmetin kalbine nakşetmiştir.
Sa'd el-Haffaf rivayet eder: "Ebu Câfer (Muhammed Bâkır Aleyhisselâm) şöyle buyurdu:
'Ey Sa'd! Kur'an'ı öğrenin; zira Kur'an kıyamet günü en güzel sûrette gelir. Mahlukât ve insanlar, yüz yirmi bin saf halinde dizilerek O'na bakarlar. Seksen bin saffı Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlihi) ümmeti, kırk bin saffı da diğer ümmetler oluşturur.
Müslümanların safının önünden bir erkek suretinde gelir. Onlara selam verir. O'na bakarlar sonra şöyle derler: 'Hilm ve kerem sahibi Allah'tan başka ilah yoktur. Bu adam kesinlikle müslümanlardandır. O'nu nitelik ve sıfatıyla biliriz; ancak o Kur'an hususunda bizden çok daha fazla çaba gösterirdi. Bu yüzden ona verilen letâfet, güzellik ve nur bize verilmemiştir.'
Oradan geçerek şehitlerin saflarının önüne gelir. Şehitler O'na bakarlar, sonra şöyle derler: 'Rahim olan Allah'tan başka ilah yoktur. Bu adam şehitlerdendir. Onu özelliğinden ve sıfatından tanıyoruz. Şu kadarı var ki, o deniz şehididir. Bu yüzden bize verilmeyen (letâfet) göz alacı heybet ve fazilet ona verilmiştir.'
Sonra oradan geçerek bir şehit sûretinde deniz şehitlerinin saffının önüne gelir. Deniz şehitleri ona bakarlar. Hayretleri gittikçe artar ve şöyle derler: 'Bu adam deniz şehitlerindendir; onu özelliğinden ve sıfatından tanıyoruz; ancak onun şehid edildiği ada bizim şehid edildiğimiz adadan daha ürkütücüydü... Bu yüzden bize verilmeyen letâfet, güzellik ve nur ona verilmiştir.'
Sonra oradan geçerek elçi olarak gönderilmiş bir nebi sûretinde nebilerin ve resûllerin saffının önüne gelir. Nebiler ve resûller O'na bakarlar. Hayretleri gittikçe artar.
Derler ki: 'Hilm ve kerem sahibi Allah'tan başka ilah yoktur. Bu elçi olarak gönderilmiş bir nebidir; onu özelliğinden ve sıfatından tanıyoruz; ancak ona çok fazilet verilmiştir.'
Sonra toplanarak Resûlullah'ın yanına gelirler, O'na sorarlar ve derler ki: 'Yâ Muhammed! Bu kimdir?'
Onlara der ki: 'Yoksa onu tanımadınız mı?'
Derler ki: 'Onu tanımıyoruz. Bu, Allah'ın gazab etmediği kimselerden biridir.'
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi) onlara şöyle der: 'Bu, Allah'ın kulları üzerindeki hüccetidir.'
Sonra selam verir, yanlarından geçerek meleklerin saffına gelir.
Mukarreb bir melek sûretinde onlara görünür. Melekler ona bakarlar, hayretleri gittikçe artar. Faziletini görmelerinden dolayı bu onlara yüce gözükür ve derler ki:
'Rabbimiz yücedir, mukaddestir. Bu kul, meleklerdendir. Onu özellik ve sıfatıyla tanıyoruz; fakat makam itibariyle Allah'a (Azze ve Celle) en yakın melektir. Bu yüzden bize giydirilmeyen nur ve cemal ona giydirildi.'
Sonra oradan da götürülür. Sonra oradan geçer ve izzet sahibi Allah'ın (Tebareke ve Teâlâ) huzuruna getirilir. Arş'ın altında secdeye kapanır.
Allah Tebareke ve Teâlâ ona şöyle seslenir: 'Ey yeryüzündeki hüccetim! Ey doğru konuşan sözüm! Başını kaldır ve iste! Hemen isteğin yerine getirilir. Şefaat et, derhal şefaatin kabul edilir.'
Bunun üzerine başını kaldırır ve Allah Tebareke ve Teâlâ ona şöyle der: 'Kullarımı nasıl buldun?'
Der ki: 'Ya Rabbi! Kimileri beni korudu, muhafaza etti. Benden hiçbir şey zâyi etmedi. Kimileriyse, beni zâyi etti. Hakkımı küçümsedi. Benimle, yalanladı. Halbuki ben, Senin bütün kullarının üzerindeki hüccetinim.'
Bunun üzerine Allah Tebareke ve Teâlâ şöyle der: 'İzzetim, Celalim ve mekânımın yüceliği hakkı için. Bugün en güzel sevabı senin üzerinden vereceğim, Acı azabı bu gün senin üzerinden vereceğim.'
Bunun üzerine Kur'an başka bir sûrette başını kaldırır.'
İmam'a şöyle dedim: 'Ey Ebu Câfer! Kur'an hangi sûrette geri döner?'
Dedi ki: 'Solgun ve (rengi) değişen bir adam sûretinde döner. Mahşerde toplanan herkes onu görür. Derken bizim taraftarlarımızdan Kur'an'ı bilen ve onunla ihtilaf ehline karşı mücadele eden birisi gelir, onun önünde durur.
Der ki: 'Beni tanımadın mı?'
Adam ona bakar ve der ki: 'Seni tanımadım ey Allah'ın kulu!'
Bunun üzerine ilk yaratılıştaki sûretine geri döner ve der ki: 'Beni tanımadın mı?'
Bunun üzerine adam, 'Evet' der.
Ardından Kur'an şöyle der: 'Geceleri seni uykusuz bırakan, hayatın boyu seni yoran benim. Benim yüzümden eziyet işittin, hakaret içeren sözlere mâruz kaldın. Bilesin ki, her tüccar ticaretinin karşılığını almıştır ve ben bugün senin arkandayım.'
Onu alır, izzet sahibi Allah'a (Tebareke ve Teâlâ) götürür ve der ki: 'Ya Rabbi! Ya Rabbi! Bu, senin kulundur ve sen onu herkesten iyi bilirsin. Benim uğruma eziyetler çekti. Benden ayrılmadı. Benim yüzümden kendisine düşmanca davranıldı. Benim için sevdi, benim için buğzetti.'
İzzet ve Celal sahibi Allah der ki: 'Kulumu cennetime koyun. Ona cennet giysilerinden bir giysi giydirin. Başına bir taç koyun.'
Adama bütün bunlar yapıldıktan sonra Kur'an'a gösterilir ve denilir ki: 'Senin dostun için bu yapılanlara râzı oldun mu?'
Der ki: 'Ya Rabbi! Ben bunu ona az görüyorum. Her hayırdan ona ziyadesiyle ver.'
Allah şöyle der: 'İzzetim, Celalim, yüceliğim, mekânımın yüksekliği hakkı için. Bugün, fazla vereceğim mükâfaatın yanı sıra, ona beş mükâfaat vereceğim. Bunu onun derecesinde olan başkalarına da bahşedeceğim.
Bilesin ki onlar öyle gençlerdir ki yaşlanmazlar. Sıhhatlidirler, hastalanmazlar. Zengindirler, yoksul düşmezler. Sevinçlidirler, hüzünlenmezler. Diridirler, ölmezler.'
Sonra şu ayeti okudu: 'Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar...'
'Sana feda olayım, Ey Ebu Câfer! Kur'an konuşur mu?'
Bunun üzerine gülümsedi, sonra şöyle dedi: 'Allah bizim sevenlerimizden zayıflara rahmet etsin. Onlar teslimiyet ehlidirler.'
Ardından şöyle dedi: 'Evet, ey Sa'd! Namaz da konuşur... Onun da bir sûreti ve yaratılışı var. Emreder ve yasaklar.'
Sa'd der ki: 'Bunun üzerine rengim değişti ve dedim ki: Bunu insanlar içinde söyleyemem.'
Ebu Câfer (Muhammed Bâkır Aleyhisselâm) şöyle buyurdu: 'İnsanlar dediğin sevenlerimizden başkaları mıdır? Namazı tanı-mayan bizim hakkımızı inkâr etmiştir.'
Sonra dedi ki: 'Ey Sa'd! Sana Kur'an'ın sözünü dinleteyim mi?'
'Evet' dedim. 'Allah'ın salâtı üzerine olsun.'
Buyurdu ki: 'Namaz, çirkin hayâsızlıktan ve münkerden nehyeder. Allah'ın zikri en büyüktür.' Nehyetmek bir sözdür. Çirkin hayâsızlık ve münker de bazı adamlardır. Biz ise Allah'ın zikriyiz. Biz en büyüğüyüz."
Ebu Cârud rivayet eder: Ebu Câfer (Muhammed Bâkır Aleyhisselâm) buyurdu ki:
"Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi) şöyle buyurdu: Ben, Allah'ın Kitabı ve Ehl-i Beyt'im, kıyamet günü Aziz ve Cebbar olan Allah'ın huzuruna ilk olarak varacağız. Sonra ümmetim gelecektir. Onlara derim ki: Allah'ın Kitabına ve Benim Ehl-i Beyt'ime ne yaptınız?" (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Muhammed Bakır eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.