Geçtiğimiz hafta içersinde küreselleşme karşıtları Moskova'da bir gösteri düzenlediler. Yüzbinlerce insanın katıldığı gösteride güvenlik güçleri zor anlar yaşadılar. Şehir merkezine inmek isteyen göstericiler, polis engeliyle karşılaşınca gerginlik tırmandı. Dolayısıyla, polis güç kullanarak göstericileri dağıtma yoluna gitmişti.
Küresel düzenin en özlü sonucu olan, 'zengin daha çok zenginleşiyor, yoksul daha çok yoksullaşıyor' gerçeğinin, dünyayı getirdiği noktada rakamlar manzarayı netleştiriyor.
Dünya nüfusunun % 20'sini oluşturan gelişmiş ülkeler, 1970 yılında tüm dünya gelirinin % 73.9'una sahiptiler. Bu oran 1989 yılında % 82.7'ye yükseldi.
Dünya nüfusunun en yoksul % 20 nüfusuna sahip ülkeler, dünya gelirinden % 2,3 pay alırken, bu pay 1989 yılında % 1.4'e düştü.
Az gelişmiş ülkelerin dünya ticaretindeki payları, 1950 yılında % 31 iken, bu pay 1989 yılında % 21'e geriledi.
Rakamların ortaya koyduğu gerçeği, küreselleşmenin birinci sınıf savunucusu ve uygulayıcıları da hiç çekinmeden, açıkça dile getiriyorlar.
Dünya Bankası Avrupa Başkan Yardımcısı Jean François Rischard, 4 Kasım 1999 'da yapılan 8. Ulusal Kalite Kongresi'nde şunları söylüyor:
"Gelecek 20 yılda yeni dünya ekonomisinde, zenginler daha zengin fakirler daha fakir olacaktır." (Cumhuriyet. 05.11.1999)
Başlangıçta çok parlak ifadelerle ortaya konan küreselleşme herkesi etkilemişti. Dünya devletleri "eşit koşullarda rekabet edecekler", Ortak Pazar ve Gümrük Birliği'ne katılan az gelişmiş ülkeler mallarını zengin pazarlara satarak "yüksek gelir" elde edecekler, yabancı sermeye yatırımları işsizlik sorunlarını çözüp ekonomik büyümeyi gerçekleştirecekti. Dünya küçülecek, insanlar ve ülkeler yakınlaşacak, kalıcı barış sağlanacaktı.
Ancak! Dünyanın bugünkü manzarası hiç de bu tür bir görüntü vermiyor. Dünyanın her yeri ekonomik yetmezlik, siyasi ve askeri çatışmalar ve sayısız bölgesel gerilimlerle dolu.
Bir avuç zengin ülke dünyayı dilediği gibi kullanıyor.
1995 yılında, bu parlak söylemler eşliğinde Türkiye'nin imzaladığı Gümrük Birliği Anlaşması da bu küreselleşme senaryosunun bir parçasıydı. 1995'ten bugüne, bu anlaşma sayesinde Türkiye'nin uğradığı zarar, 65 milyar dolar olmuştur.
Söz konusu anlaşma ile Türkiye, yabancı mallar pazarına dönmüş, bu nadide pazar sayesinde zenginliğine zenginlik ekleyen gelişmiş ülkeler büyük kârlar sağlamışlardır. Türk halkının emeği küresel güçlere peşkeş çekilmiş, Türk halkına sadece gittikçe gerileyen bir ekonomi kalmıştır. Bir taraftan "üretmeyin, biz size hazır halde satarız" mantığını da dayatan Avrupa, bu tek taraflı pazar düzeniyle kesesini doldurmuştur.
Şimdi aynı küresel düzenin diğer adımı AB, Türkiye'yi işgale hazırlanmaktadır. GB'yi düğün bayram gibi halka empoze eden güçler, şimdi de AB'yi Türk halkının kızıl elması yapmaya uğraşıyorlar.
Ancak oyun bozuldu.
Bütün küresel güçler karşısında tek başına durma yürekliliğine sahip bir şahsiyet, Türk milletine önünü gösteriyor. Gerçekleri süslü kılıflarla ters gösterenlerin aksine; O, olduğu gibi halka anlatan bir sese sahip. Türk halkı, tam da küresel güçlerin kucağına itilmeye çalışıldığı bir ortamda Prof. Dr. Haydar Baş'ı, millleti kucaklayan projeleriye gördü.
Artık O'ndan ayrılmaz. Türkiye değil, dünya O'nu bekliyor.
Küresel düzenin en özlü sonucu olan, 'zengin daha çok zenginleşiyor, yoksul daha çok yoksullaşıyor' gerçeğinin, dünyayı getirdiği noktada rakamlar manzarayı netleştiriyor.
Dünya nüfusunun % 20'sini oluşturan gelişmiş ülkeler, 1970 yılında tüm dünya gelirinin % 73.9'una sahiptiler. Bu oran 1989 yılında % 82.7'ye yükseldi.
Dünya nüfusunun en yoksul % 20 nüfusuna sahip ülkeler, dünya gelirinden % 2,3 pay alırken, bu pay 1989 yılında % 1.4'e düştü.
Az gelişmiş ülkelerin dünya ticaretindeki payları, 1950 yılında % 31 iken, bu pay 1989 yılında % 21'e geriledi.
Rakamların ortaya koyduğu gerçeği, küreselleşmenin birinci sınıf savunucusu ve uygulayıcıları da hiç çekinmeden, açıkça dile getiriyorlar.
Dünya Bankası Avrupa Başkan Yardımcısı Jean François Rischard, 4 Kasım 1999 'da yapılan 8. Ulusal Kalite Kongresi'nde şunları söylüyor:
"Gelecek 20 yılda yeni dünya ekonomisinde, zenginler daha zengin fakirler daha fakir olacaktır." (Cumhuriyet. 05.11.1999)
Başlangıçta çok parlak ifadelerle ortaya konan küreselleşme herkesi etkilemişti. Dünya devletleri "eşit koşullarda rekabet edecekler", Ortak Pazar ve Gümrük Birliği'ne katılan az gelişmiş ülkeler mallarını zengin pazarlara satarak "yüksek gelir" elde edecekler, yabancı sermeye yatırımları işsizlik sorunlarını çözüp ekonomik büyümeyi gerçekleştirecekti. Dünya küçülecek, insanlar ve ülkeler yakınlaşacak, kalıcı barış sağlanacaktı.
Ancak! Dünyanın bugünkü manzarası hiç de bu tür bir görüntü vermiyor. Dünyanın her yeri ekonomik yetmezlik, siyasi ve askeri çatışmalar ve sayısız bölgesel gerilimlerle dolu.
Bir avuç zengin ülke dünyayı dilediği gibi kullanıyor.
1995 yılında, bu parlak söylemler eşliğinde Türkiye'nin imzaladığı Gümrük Birliği Anlaşması da bu küreselleşme senaryosunun bir parçasıydı. 1995'ten bugüne, bu anlaşma sayesinde Türkiye'nin uğradığı zarar, 65 milyar dolar olmuştur.
Söz konusu anlaşma ile Türkiye, yabancı mallar pazarına dönmüş, bu nadide pazar sayesinde zenginliğine zenginlik ekleyen gelişmiş ülkeler büyük kârlar sağlamışlardır. Türk halkının emeği küresel güçlere peşkeş çekilmiş, Türk halkına sadece gittikçe gerileyen bir ekonomi kalmıştır. Bir taraftan "üretmeyin, biz size hazır halde satarız" mantığını da dayatan Avrupa, bu tek taraflı pazar düzeniyle kesesini doldurmuştur.
Şimdi aynı küresel düzenin diğer adımı AB, Türkiye'yi işgale hazırlanmaktadır. GB'yi düğün bayram gibi halka empoze eden güçler, şimdi de AB'yi Türk halkının kızıl elması yapmaya uğraşıyorlar.
Ancak oyun bozuldu.
Bütün küresel güçler karşısında tek başına durma yürekliliğine sahip bir şahsiyet, Türk milletine önünü gösteriyor. Gerçekleri süslü kılıflarla ters gösterenlerin aksine; O, olduğu gibi halka anlatan bir sese sahip. Türk halkı, tam da küresel güçlerin kucağına itilmeye çalışıldığı bir ortamda Prof. Dr. Haydar Baş'ı, millleti kucaklayan projeleriye gördü.
Artık O'ndan ayrılmaz. Türkiye değil, dünya O'nu bekliyor.
Ali Haydar Aktaş / diğer yazıları
- IMF'nin kurban listesi / 05.11.2002
- Misyonerler, yarınlarımızı karartıyor / 02.11.2002
- Türkler geliyor / 31.10.2002
- ABD, yeni bir mâsum katliamına hazırlanıyor / 21.10.2002
- Vatandaş, BTP gerçeğinin farkında / 18.10.2002
- Milletin geleceğini düşünen tek parti BTP / 16.10.2002
- Milletin başına 'Baş' geliyor / 11.10.2002
- Batı'nın sömürge anlayışında dinin fonksiyonu / 28.09.2002
- Bağımsızlıkbir milletin vazgeçilmezidir / 26.09.2002
- Milli ekonomi şart / 20.09.2002
- Misyonerler, yarınlarımızı karartıyor / 02.11.2002
- Türkler geliyor / 31.10.2002
- ABD, yeni bir mâsum katliamına hazırlanıyor / 21.10.2002
- Vatandaş, BTP gerçeğinin farkında / 18.10.2002
- Milletin geleceğini düşünen tek parti BTP / 16.10.2002
- Milletin başına 'Baş' geliyor / 11.10.2002
- Batı'nın sömürge anlayışında dinin fonksiyonu / 28.09.2002
- Bağımsızlıkbir milletin vazgeçilmezidir / 26.09.2002
- Milli ekonomi şart / 20.09.2002