30 Temmuz 1919 günü Amasya'daki 5'inci Fırka Kumandanı Arif Bey; 3'üncü ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa'ya çektiği 93 sayılı telgrafla; Bekir Sami Bey'den aldığı şu cevabı iletir:
"Tam bağımsızlık istenirse ülkemizin bir çok parçalara bölünmesi ve birkaç devletin güdümü altına girmesi Dörtler Meclisi'nce kararlaştırılmıştır. Bunu önlemek için tek devletin güdümünü istemenin en uygun olacağını söylemiştir.
Yalnız egemenlik hakları söz konusudur, ülkemizin bütün olarak bizde kalması temel ilkedir."
Yâni eski Valilerden, sonradan Dışişleri Bakanlığı da yapacak olan Bekir Sami "tek bir ülkeye egemenlik devri karşılığında toprak bütünlüğünün sağlanabileceğini" söylemektedir. (Nutuk. Cilt 1. sayfa 125.)
Mustafa Kemal Paşa'nın, Halide Edip Adıvar'dan aldığı 10 Ağustos 1919 tarihli mektupta da şöyle denilmektedir:
"Bu akımı yansıtan resmî ve özel Amerikan düşüncesi, gizli olarak şudur: Türkiye'yi hiçbir parçaya ayırmamak, eski sınırları içinde bütün olarak bırakmak koşuluyla genel ve bir tek manda kurmak istiyorlar." (age. Sayfa 133)
Millî Mücadele'nin başlangıcında Sivas Kongresi sıralarında yoğun olarak tartışılan işte budur; bölünmemek, parçalanmamak istiyorsak egemenliğimizi devredeceğiz, bir ülkenin, tercihen Amerika'nın mandaterliğini kabul edeceğiz.
Tarih kitapları; sivil, asker bir çok "aydın"ın bu fikirde olduğunu yazar. Bekir Sami, Halide Edip, Selahattin Paşa, Ali Fuat Paşa, Refik Halit, şimdi İsveç'te yayınlanan Kürdistan haritasına ses çıkarmayan Stockholm Büyükelçimiz'in dedesi Ali Kemal, Refii Cevat Ulunay, Rıza Tevfik, Kara Vasıf hep bu düşüncededir.
Milli Mücadele dış düşmanlarla beraber, içerde de bu şekilde teslimiyetçi düşüncede olanlara karşı yürütülerek kazanılmıştır.
2002 yılı Mayıs ayında 57'inci Cumhuriyet Hükümeti'nin Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz şöyle iki lâf etmiştir:
"Kıbrıs konusunda Türkiye'nin daha aktif olması ve inisiyatifi ele alması gerekir. Avrupa'nın kabul edebileceği parametreler içinde, uluslararası çerçeveye uygun bir öneri paketi hazırlayıp bunu anlatmamız lazım. Denktaş'ın önceki gün açıkladığı yeni öneri paketi yetersiz. Bu daha ilk paket. Devamı gelecek ama böyle olmaz. Denktaş, Türkiye'ye yardımcı olmak istiyorsa biraz daha uzlaşmacı davranması lazım. 10 yıl sonra Kıbrıs'ta bulundurduğumuz asker sayısı oradaki Kıbrıslı Türklerin sayısından fazla olacak."
Biz de 14 Mayıs tarihli yazımızda "Bunları söyleyen Verhaugen veya Karen Fogg değil kıymetli okuyucu; Mesut Yılmaz" demiştik.
Aynı Yılmaz, "yeni ulusal bayramımız" 9 Mayıs Avrupa günü dolayısı ile Şarık Târa'nın düzenlediği toplantıda yaptığı bir konuşmada da "AB'ye giremezsek on yıl içinde ülke parçalanır" demişti, hatırlayacaksınız.
Şimdi 1919'da Bekir Sami ve Halide Edip'in söyledikleri ile 2002'de Mesut Yılmaz'ın söylediklerini alt alta koyup bir daha okuyun..
Mesut Yılmaz; ancak AB'ye girersek toprak bütünlüğümüzün korunacağını ifade ediyor. AB'ye girmek demek; kayıtsız şartsız millete ait olan egemenliğin AB üst kurullarına devri demektir.
Halbuki egemenliğin kimseye devredilemeyeceği, Anayasa'nın değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği maddeleriyle teminat altına alınmıştır.
Mesut Yılmaz Kıbrıs konusunda söyledikleri ile, Verhaugen ve Karen Fogg ile örtüşmüştü.
"AB'ye girmek, yâni egemenlik devri karşılığı bölünmeme" fikri ile de 1919'un Bekir Sami'leri, Halide Edip'leri ve küsuratı ile örtüşüyor. 80 yıl öncesinin mandacıları Kurtuluş'tan sonra bu ülkede pek rahat edememişlerdi.
2002 yılında onlara dönüp rahatça "mandacı" diyebiliyoruz.
Peki 2080 yılında, yâni bugünden 80 yıl sonra dönüp bugüne bakacak olanlar Mesut Yılmaz ve küsuratı için tarihe ne not düşecekler acaba?