Geçmişi inkârı entellik sayanlar yüzünden yarına hazırlanamıyor, kaplumbağa hızında bile sayılamayacak bir yavaşlıkla hareket ediyor ama maalesef korkunç bir hızla bölünmeye doğru gidiyoruz!
Devleti yönetenler -tarihten hiç ders almadan- üst-kimlik anlayışını, kavmiyetçilikle eş-değer algılayarak, "Ne mutlu Türküm diyene" formülünden rahatsızlıklarını dile getirerek okullarda her sabah yinelenen andımızın kaldırılmasını çare görmüşlerdi!
Seçilmiş Partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Başbakanken; "Türkiye'de 27 etnik grup yaşamakta. Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. Türkiye Türklerindir gibi tezler yanlıştır" Demişti!
Adama sormazlar mı; tarihin hangi döneminde, dünyanın neresinde, nereye sahip çıkılmadan sahip olunabilmiştir?
Sormazlar mı; Avrupalıların "Turqia" diyerek Türk yurdu olduğunu kabul ettikleri Anadolu'ya; "Türkiye Türklerindir" diyemeyeceksek, Turqia nedir ve kimindir?
İnkarcıların yüzeysel bilgi kirliklerinin aksine Türklük ve Türklüğün gerçekliği, yazılı tarihin başlangıcına kadar uzanır.
Prof. Dr. Bayram Bayraktar Orhun Anıtları'yla Mustafa Kemal Atatürk'ün düşüncelerini kıyaslarken; "Türklük etnik bir tanımdan öte ontolojik bir kavramdır. Sadece Bahaddin Ögel, Fuat Köprülü, Zeki Velidi Togan ve Faruk Sümer'e ve diğerlerine göre değil, Avrupalı tarihçilere göre de yazılı kültür kaynakları açısından Köktürk Kağanlığı dönemi Türk tarihinin başlangıcı olarak gösterilir. Biz Türk Dünyası tarihçileri için ise atalarımızın kendi öz kaynaklarına kavuştuğu dönem olarak nitelendirilmektedir. Bana göre bu dönem, Klasik Türk Kağanlığı dönemi olarak Türk Dünyası için özel bir yere ve öneme sahiptir. Klâsik Türk Kağanlığı dönemi diyorum, zira Orhun Anıtları'yla Köktürkler, Büyük Bozkır'da yeni bir tarihî dönemi başlattıklarının habercisi oldular. Bu anlamda Orhun Anıtları yeni bir başlangıcın başlamasını müjdeliyordu." diyor.
Altına imza koyarım.
Orhun Anıtlarında Türk boylarının ve Türk budunun hakimiyet devrini ve hakanlık boyunun o dönemin en kahraman savaşçısının Kültigin olduğunun, anısına dikilen anıtın büyüklüğü ile dünyaya ilan edildiği görülür.
Orhun Anıtlarında ki; "Üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldığında, ikisinin arasında insanoğlu var edilmiş. İnsan-oğullarının üzerine Atam Bumin Kağan ve İstemi Kağan oturtulmuş. Onlar tahta oturduktan sonra Türk milletinin ülkesini, töresini toparlamış, geliştirmiş ve Türk Budunun yasalarını yaparak taşlara yazmışlar" cümlelerine tarihten ders almak düşüncesi ile baktığımızda yaratılış tarihi ile insanlık tarihinin bilgece harmanlanmasını görürüz.
İnsanlık tarihinin; ".. yeryüzünün dört bir yanını kaplayan halklara nizam veren" Türk hakanlarının devriyle başladığını da gururla hissederiz.
1997 de Azerbaycan'da yapılmış "Fatihler Divanı" diye bir dizi film izledim. Oğuz Kağan'ın başkanlığı ve Attila'nın savcılığındaki bir mahkemede Emir Timur yargılanıyor. Emir Timur'a savaşlarındaki sertliği suçlar mahiyette sorulduğunda Timur'un; "Dünyaya bin sefer gelsem bininde de yaptıklarımı aynen yaparım! Çünkü Tanrı dünyayı bana vermiş ve beni dünya nizamını kurmakla görevlendirmişti" şeklindeki savunmasıyla milletçi romantizmim zirve yapmıştı.
Orhun Yazıtlarının devrinden çok ilerde görülen muhteşem bir edebî değeri vardır. Açık, anlaşılır ve kesin bir dille çok özenle yazılmış ve güncel ayrıntılara önem verilmiştir.
Orhun Yazıtları'nın bir dönemi belgelemenin yanında Türk Milletine öğüt vericiliği, ayrıca muhteşemdir.
Bu anlayışla yazıldıkları için, millî mutluluğu; ".. halkın karnı toktu", mutsuzlukları; ".. ateş ve fırtına gibi geldiler", çaresizlikleri ise; ".. gören gözlerim görmez, bilen bilgeliğim bilgisiz kaldı", verilen mücadeleleri ise "..bıraktım kanım aksın" şeklinde halk diliyle yüzlerce yıl sonra okuyan herkesin anlayacağı bir üslupla yazıldığı görülür.
Devrin şartlarında taşlara kazınarak yazılan Orhun Yazıtları ile Muhteşem Türk Atatürk'ün, "Nutuk" adlı ölümsüz eserini işlevi anlamında ikiz gibi görürüm.
Orhun ve Yenisey anıtları, sadece birer tarihi belge değil, aynı zamanda birer edebî üründür. Bilge Kağan ve Kültigin anıtları, edebî açıdan çok güçlü ve zengindir. Prof. Dr. Bayram Bayraktar bu konuda; "Klyasthorny ve Sultanov' un yaklaşımlarına göre, Orta çağ Türk edebiyatı içinde, hitabetin ve yüzyıllar boyunca kahramanlıkları konu alan sözlü destanların geleneksel şeklini koruyan politik düz yazı türünde Orhun Anıtları en mükemmel örneklerdir." diyor.
Orhun Yazıtları'nda, her zaman alçak gönüllü/mütevazı/ erdemli her insanda bulunması gereken sadakat, cesaret, bağımsızlık aşkı, siyasî ve ahlâki kaygılar, dinî kaygılarla açıklanır. Orhun Yazıtları, devrine göre kusursuzdur.Uzun bir evrim geçiren Türkçenin eskiliği yanında, millî bir edebiyatla ilk kez burada karşılaşırız.
Art niyetli okumuş cahillere dilin kusursuzluğu da sorun çıkarır! Günümüzde bile tahsil yapmış bir Türk'ün bu yazıtları rahatlıkla okuyabildiğini ve anlayabildiğini görmek şaşırtıcıdır. Çünkü yazıtlarda kullanılan dil, günümüzde avam denilen halkın dilidir. Yazıtlarda görülen milletçilikle, Mustafa Kemal Atatürk'ün milletçiliği ile tıpa-tıp uyuşmaktadır.
Muhteşem Türk demekle iftihâr ettiğim Atatürk'ün Türk tarihine nasıl bilgece baktığının da kesin ispatıdır bu benzerlik.
Dil açısından da çok az yabancı kelime kullanılması, o günün Türkçesinin gelişmişliğinin yani bütün kavramları kapsayacak kudrette olduğunun da göstergesidir.
Bunun sebebi, halkın yaşam biçimini değiştirmemesi, yurtlarını, yılkılarını, sürülerini terk etmemesi ve uçsuz-bucaksız vatan saydıkları topraklarını terk etmeden özgürce yaşamak arzusundan başka bir şey değildir.
Türklerde bağımsız yaşamak bir tutkudur ve sadece taşlara değil millet hafızasına da kazınmıştır. "Toroslarda tüten bir tek Türkmen çadırı" na duyulan güvenle Ötüken'i yurt tutmuş millete güven aynıdır.
Devletinin dağılıp bağımlı hâle gelmesinin; ".. bey iken bağımlı hâle gelmiş, efendi iken tutsak olmuştu." Diye anlatılmasıyla; "Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt-edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir" anlatımı arasındaki benzerlik tesadüf müdür?
Orhun Yazıtlarında halk, beylerin de soyluların da millî yaşamalarını, millî düşünmelerini ve halktan kopmamalarını ister. Kopanları ihanetle suçlar; eskinin görkemli günlerini yeniden yaşatacak bir kağan bir önder bekler. Kısaca özgürlüğü, bağımsızlığı, refahı ve barışı öngören bir dünya görüşünü yansıtır. "Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler." Uyarı cümlelerinde de aynı duygular yok mudur?
Günümüzde biz de aynı özlemle yanmıyor muyuz?
Atatürk'ün, 20 Mart 1923'te Konya'da gençlerle sohbetinde yaptığı uyarı, Bilge Kağan'ın uyarıcı üslubuyla aynı değil midir?
"?. Bir millet için saadet olan bir şey, diğer millet için felâket olabilir. Aynı sebep ve şartlar, birini mutlu ettiği hâlde diğerini bedbaht edebilir. Onun için, millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, keşiflerinden, gelişmelerinden istifade edelim; ama unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz" diyen Mustafa Kemal Atatürk de Bilge Kağan gibi, Türk tarihini referans olarak almıştır. "Yabancı bir devletin himaye ve sahipliğini kabullenmek, insaniyet özelliklerinden nasipsizliği gösterir. Bu dereceye düşmemiş olanların, kendi istekleriyle başlarına bir yabancı 'efendi' getirmelerine asla ihtimal verilemez. Bu anlayışa karşı olarak Türk'ün haysiyeti, izzet-i nefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun evlâdır. Bu nedenle ya istiklâl ya ölüm" sözlerini Türk'ten başkası, Türk'çe anlayamaz!
Burada altını çizerek belirtmeliyim ki bölücülüğü fişekleyen ve Atatürkçü geçinen Sivil Toplum Kuruluşlarına her türlü maddi yardımı yapan Batının, Kemalizmi tehlike listelerinin ilk sırasına koymaları, tesadüf müdür?
Bu noktadan hareketle bize düşen, Trump'la Amerika'yı yeniden keşfe soyunmaktansa Millî Politikayla, Millî Ekonomi Modeliyle, Sosyal Devlet-Millî Devlet Projelerimizle, halkları birleştirip milletleştiren Türkçe düşünce etrafında kenetlenerek kendimize dönmek değil midir?
Yani çare; "Ne mutlu Türk'üm diyene." Formülünde değil midir?
Haçlı Batının kalbinin kalbinde Atatürk propagandası yapan Fidel Castro öldü, çok olmasa da üzgünüm! İçimden Türk'çe bir ses, doğulu-batılı bütün kanaat önderlerinde, sıkı bir üst araması yapmanın tam zamanı diyor! Bakalım koynundan Atatürk resmi çıkan kaç kişi var?
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ, TÜRK'ÜM DEMEYEN" Vesselâm...
Devleti yönetenler -tarihten hiç ders almadan- üst-kimlik anlayışını, kavmiyetçilikle eş-değer algılayarak, "Ne mutlu Türküm diyene" formülünden rahatsızlıklarını dile getirerek okullarda her sabah yinelenen andımızın kaldırılmasını çare görmüşlerdi!
Seçilmiş Partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Başbakanken; "Türkiye'de 27 etnik grup yaşamakta. Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. Türkiye Türklerindir gibi tezler yanlıştır" Demişti!
Adama sormazlar mı; tarihin hangi döneminde, dünyanın neresinde, nereye sahip çıkılmadan sahip olunabilmiştir?
Sormazlar mı; Avrupalıların "Turqia" diyerek Türk yurdu olduğunu kabul ettikleri Anadolu'ya; "Türkiye Türklerindir" diyemeyeceksek, Turqia nedir ve kimindir?
İnkarcıların yüzeysel bilgi kirliklerinin aksine Türklük ve Türklüğün gerçekliği, yazılı tarihin başlangıcına kadar uzanır.
Prof. Dr. Bayram Bayraktar Orhun Anıtları'yla Mustafa Kemal Atatürk'ün düşüncelerini kıyaslarken; "Türklük etnik bir tanımdan öte ontolojik bir kavramdır. Sadece Bahaddin Ögel, Fuat Köprülü, Zeki Velidi Togan ve Faruk Sümer'e ve diğerlerine göre değil, Avrupalı tarihçilere göre de yazılı kültür kaynakları açısından Köktürk Kağanlığı dönemi Türk tarihinin başlangıcı olarak gösterilir. Biz Türk Dünyası tarihçileri için ise atalarımızın kendi öz kaynaklarına kavuştuğu dönem olarak nitelendirilmektedir. Bana göre bu dönem, Klasik Türk Kağanlığı dönemi olarak Türk Dünyası için özel bir yere ve öneme sahiptir. Klâsik Türk Kağanlığı dönemi diyorum, zira Orhun Anıtları'yla Köktürkler, Büyük Bozkır'da yeni bir tarihî dönemi başlattıklarının habercisi oldular. Bu anlamda Orhun Anıtları yeni bir başlangıcın başlamasını müjdeliyordu." diyor.
Altına imza koyarım.
Orhun Anıtlarında Türk boylarının ve Türk budunun hakimiyet devrini ve hakanlık boyunun o dönemin en kahraman savaşçısının Kültigin olduğunun, anısına dikilen anıtın büyüklüğü ile dünyaya ilan edildiği görülür.
Orhun Anıtlarında ki; "Üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldığında, ikisinin arasında insanoğlu var edilmiş. İnsan-oğullarının üzerine Atam Bumin Kağan ve İstemi Kağan oturtulmuş. Onlar tahta oturduktan sonra Türk milletinin ülkesini, töresini toparlamış, geliştirmiş ve Türk Budunun yasalarını yaparak taşlara yazmışlar" cümlelerine tarihten ders almak düşüncesi ile baktığımızda yaratılış tarihi ile insanlık tarihinin bilgece harmanlanmasını görürüz.
İnsanlık tarihinin; ".. yeryüzünün dört bir yanını kaplayan halklara nizam veren" Türk hakanlarının devriyle başladığını da gururla hissederiz.
1997 de Azerbaycan'da yapılmış "Fatihler Divanı" diye bir dizi film izledim. Oğuz Kağan'ın başkanlığı ve Attila'nın savcılığındaki bir mahkemede Emir Timur yargılanıyor. Emir Timur'a savaşlarındaki sertliği suçlar mahiyette sorulduğunda Timur'un; "Dünyaya bin sefer gelsem bininde de yaptıklarımı aynen yaparım! Çünkü Tanrı dünyayı bana vermiş ve beni dünya nizamını kurmakla görevlendirmişti" şeklindeki savunmasıyla milletçi romantizmim zirve yapmıştı.
Orhun Yazıtlarının devrinden çok ilerde görülen muhteşem bir edebî değeri vardır. Açık, anlaşılır ve kesin bir dille çok özenle yazılmış ve güncel ayrıntılara önem verilmiştir.
Orhun Yazıtları'nın bir dönemi belgelemenin yanında Türk Milletine öğüt vericiliği, ayrıca muhteşemdir.
Bu anlayışla yazıldıkları için, millî mutluluğu; ".. halkın karnı toktu", mutsuzlukları; ".. ateş ve fırtına gibi geldiler", çaresizlikleri ise; ".. gören gözlerim görmez, bilen bilgeliğim bilgisiz kaldı", verilen mücadeleleri ise "..bıraktım kanım aksın" şeklinde halk diliyle yüzlerce yıl sonra okuyan herkesin anlayacağı bir üslupla yazıldığı görülür.
Devrin şartlarında taşlara kazınarak yazılan Orhun Yazıtları ile Muhteşem Türk Atatürk'ün, "Nutuk" adlı ölümsüz eserini işlevi anlamında ikiz gibi görürüm.
Orhun ve Yenisey anıtları, sadece birer tarihi belge değil, aynı zamanda birer edebî üründür. Bilge Kağan ve Kültigin anıtları, edebî açıdan çok güçlü ve zengindir. Prof. Dr. Bayram Bayraktar bu konuda; "Klyasthorny ve Sultanov' un yaklaşımlarına göre, Orta çağ Türk edebiyatı içinde, hitabetin ve yüzyıllar boyunca kahramanlıkları konu alan sözlü destanların geleneksel şeklini koruyan politik düz yazı türünde Orhun Anıtları en mükemmel örneklerdir." diyor.
Orhun Yazıtları'nda, her zaman alçak gönüllü/mütevazı/ erdemli her insanda bulunması gereken sadakat, cesaret, bağımsızlık aşkı, siyasî ve ahlâki kaygılar, dinî kaygılarla açıklanır. Orhun Yazıtları, devrine göre kusursuzdur.Uzun bir evrim geçiren Türkçenin eskiliği yanında, millî bir edebiyatla ilk kez burada karşılaşırız.
Art niyetli okumuş cahillere dilin kusursuzluğu da sorun çıkarır! Günümüzde bile tahsil yapmış bir Türk'ün bu yazıtları rahatlıkla okuyabildiğini ve anlayabildiğini görmek şaşırtıcıdır. Çünkü yazıtlarda kullanılan dil, günümüzde avam denilen halkın dilidir. Yazıtlarda görülen milletçilikle, Mustafa Kemal Atatürk'ün milletçiliği ile tıpa-tıp uyuşmaktadır.
Muhteşem Türk demekle iftihâr ettiğim Atatürk'ün Türk tarihine nasıl bilgece baktığının da kesin ispatıdır bu benzerlik.
Dil açısından da çok az yabancı kelime kullanılması, o günün Türkçesinin gelişmişliğinin yani bütün kavramları kapsayacak kudrette olduğunun da göstergesidir.
Bunun sebebi, halkın yaşam biçimini değiştirmemesi, yurtlarını, yılkılarını, sürülerini terk etmemesi ve uçsuz-bucaksız vatan saydıkları topraklarını terk etmeden özgürce yaşamak arzusundan başka bir şey değildir.
Türklerde bağımsız yaşamak bir tutkudur ve sadece taşlara değil millet hafızasına da kazınmıştır. "Toroslarda tüten bir tek Türkmen çadırı" na duyulan güvenle Ötüken'i yurt tutmuş millete güven aynıdır.
Devletinin dağılıp bağımlı hâle gelmesinin; ".. bey iken bağımlı hâle gelmiş, efendi iken tutsak olmuştu." Diye anlatılmasıyla; "Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt-edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir" anlatımı arasındaki benzerlik tesadüf müdür?
Orhun Yazıtlarında halk, beylerin de soyluların da millî yaşamalarını, millî düşünmelerini ve halktan kopmamalarını ister. Kopanları ihanetle suçlar; eskinin görkemli günlerini yeniden yaşatacak bir kağan bir önder bekler. Kısaca özgürlüğü, bağımsızlığı, refahı ve barışı öngören bir dünya görüşünü yansıtır. "Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler." Uyarı cümlelerinde de aynı duygular yok mudur?
Günümüzde biz de aynı özlemle yanmıyor muyuz?
Atatürk'ün, 20 Mart 1923'te Konya'da gençlerle sohbetinde yaptığı uyarı, Bilge Kağan'ın uyarıcı üslubuyla aynı değil midir?
"?. Bir millet için saadet olan bir şey, diğer millet için felâket olabilir. Aynı sebep ve şartlar, birini mutlu ettiği hâlde diğerini bedbaht edebilir. Onun için, millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, keşiflerinden, gelişmelerinden istifade edelim; ama unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz" diyen Mustafa Kemal Atatürk de Bilge Kağan gibi, Türk tarihini referans olarak almıştır. "Yabancı bir devletin himaye ve sahipliğini kabullenmek, insaniyet özelliklerinden nasipsizliği gösterir. Bu dereceye düşmemiş olanların, kendi istekleriyle başlarına bir yabancı 'efendi' getirmelerine asla ihtimal verilemez. Bu anlayışa karşı olarak Türk'ün haysiyeti, izzet-i nefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun evlâdır. Bu nedenle ya istiklâl ya ölüm" sözlerini Türk'ten başkası, Türk'çe anlayamaz!
Burada altını çizerek belirtmeliyim ki bölücülüğü fişekleyen ve Atatürkçü geçinen Sivil Toplum Kuruluşlarına her türlü maddi yardımı yapan Batının, Kemalizmi tehlike listelerinin ilk sırasına koymaları, tesadüf müdür?
Bu noktadan hareketle bize düşen, Trump'la Amerika'yı yeniden keşfe soyunmaktansa Millî Politikayla, Millî Ekonomi Modeliyle, Sosyal Devlet-Millî Devlet Projelerimizle, halkları birleştirip milletleştiren Türkçe düşünce etrafında kenetlenerek kendimize dönmek değil midir?
Yani çare; "Ne mutlu Türk'üm diyene." Formülünde değil midir?
Haçlı Batının kalbinin kalbinde Atatürk propagandası yapan Fidel Castro öldü, çok olmasa da üzgünüm! İçimden Türk'çe bir ses, doğulu-batılı bütün kanaat önderlerinde, sıkı bir üst araması yapmanın tam zamanı diyor! Bakalım koynundan Atatürk resmi çıkan kaç kişi var?
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ, TÜRK'ÜM DEMEYEN" Vesselâm...
Mustafa Aslan / diğer yazıları
- Atatürk'ün anlatımıyla Çanakkale savaşları / 20.03.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017