Dışa bağımlı bir siyasi iktidarın asla muvaffak olamayacağını belirten Prof. Baş, "Türkiye'nin ihtiyacı, IMF'nin, AB'nin, ABD'nin dediklerini değil, milletin taleplerini icra edecek.... Yeni Mesaj: Medyayı takip ettiğimiz zaman özellikle ekonomi konusunda yalan rüzgarları estirildiğini görüyoruz. Sanayici ve işadamlarına gittiğimizde, halkın arasında dolaştığımızda, devletin rakamlarını yalanlayan bir durum görüyoruz. Türkiye'deki bir çok sanayi kuruluşunun işçi çıkartıp, üretimi azalttığını; hatta bazılarının kepenklerini indirdiğini görüyoruz. Piyasada, reel sektörde adeta bir çöl havası, durgunluk var. Bunu neye bağlıyorsunuz? Siz yıllar öncesinden bunun böyle olacağını dile getirmiştiniz. Bu öngörünüzü neye dayandırarak yapmıştınız? Prof. Dr. Haydar Baş: Öncelikle Yeni Mesaj gazetesi okurlarına saygılarımı arzederim. Ekonomi çok farklı bir kulvar. Bu kulvar yıllardan bu tarafa, maalesef bizim toplumumuz tarafından pek idrak edilememiş. Bu münasebetle de, milletin derdine deva olacak formüller ortaya konulamamıştır. Şimdi diyeceksiniz de, batı toplumu bunun formüllerini ortaya koydu mu ki, sıra bize gelsin. Eğer böyle bir soru tevcih edilirse, elbette ki onlar da ekonominin kurallarını vazederken, adilane bir kural vazetmemişler. Malumunuz komünizm ve sosyalizmde, halkların tamamı devlete hizmet eder. Yani insanların eşitlemek için elindeki bütün imkanlar insanoğluna ayrılır, "Siz işte devlete hizmet edeceksiniz, hizmet ettiğiniz devlet de size takdir ettiği standartlarda hepinize aynı seviyede bir hayat yaşatacak." İşte komünizmdeki eşitlik de budur. O bakımdan, komünist bloklarda herkes devlete çalışmış, devlet de kendi takdirinde geçim kaynağı oluşturmuş, onun bir fazlasını dahi halka vermemiştir. Halk bu takdir edilen rakamla ister geçinsin, ister geçinmesin; ama mutlaka talim, terbiye yaparak geçinmesini bilecektir. Bilmese kendi paşa gönlü bilir. Bu tarzda bir idare hayatı komünist dünyada hayata geçmiştir. Komünist dünyada bu böyle de, liberal kapitalist dünyada nasıl bir idare tarzı ortaya çıktı? Kapitalist liberal dünyada herkes görüntüde kendine çalışacak ama devlet kamu hizmetlerini yapabilmesi için de halktan vergi alacak. Halktan topladığı vergi hizmete kifayet etmezse, işadamlarına borçlanacak, bu borçlanmanın mukabili aldığı vergilerle bu açığı kapatacak. Böyle garip bir denklem var. Bu da sonunda öyle bir denklem ortaya çıkardı ki, halk görüntüde kendine çalıştı ancak hakikatte şu vergi, bu vergi adı altında çalıştığının yüzde 60'ını devlete verdi. Yüzde 40'ı da zaten kendisine kifayet etmedi. Yani halk görerek ve bilerek açlığa mahkum oldu. Böyle bir manzara var. ABD'de, Afrika'da, Avrupa'da? Yani bu sistemin uygulandığı ülkelerde bu açlık var. Bunu bu mantıkla yok etmemiz mümkün değil. Şimdi o kadar korkunç bir paylaşım oldu ki, halbuki paylaşımın adil olması lazım. Toplumda kapital olmadığı için sıkıntı olmadı, bilakis para var, ancak adilane bir dağılım için sıkıntı var. Bir bakıyorsunuz ki, İstanbul'da şu kadar insan yaşıyor; İstanbul'a giren paranın herkese adil bir şekilde dağılması gerekirken, bakıyorsun 10 milyon kişi istisna oluyor, birkaç kişi asıl oluyor. Veya 10 kişi, 100 ya da bin kişi olsun? 10 milyonda bin kişi bu toplumda olması gereken paranın yüzde 90'ını alıyor; geriye kalan milyonlar yüzde 10'unu alıyor. İşte bak sen adalete!Sadece İstanbul böyle? Türkiye'nin diğer vilayetleri, dünyanın bütün ülkeleri ve şehirleri böyle bir manzaraya sahip? Hayatlarını böyle sürdürüyorlar. Bu anlayışla da halk beklediğini bulamadı ve insanlık iktisadi olarak -kabul etsek de etmesek de- çok ciddi bir arayışın içine girdi. Şimdi sistematik olarak işin içine girip de, 'neden bu böyle olmuştur' diye meselenin bu tarafına el atsak bu saatten sonra, ama özet olarak demek isteriz ki, yanlış sistem ve paylaşım, nakıs paylaşım insanları biçare yapmış, istediğini alamamanın, fakir-fukara olmanın bezgin Bir manzara arzetmenin durumunu yaşanır hale getirmiştir. Şimdi ihtiyacınız var. Neye? Gömleğe, ayakkabıya, atlete? Kaç para maaş alıyorsunuz? Asgari ücret? Asgari ücretin 500 YTL olduğunu kabul edelim. Böyle bir vatandaşın okuyan çocuğu vardır, mutlak surette bakmakla mükellef olduğu bir hanımı vardır, ev kirası, su, elektrik parası vardır, ulaşım masrafı vardır? Bunları hesap ettiğiniz zaman alması gereken 2 bin YTL olması gerekirken, ama bunun 4'te birini alarak böyle bir hayatı sürdürebilir mi? Biz bu insanlara tüketici diyoruz. Bu insan da pazarda hayırlı bir müşteri olabilir mi? Olamaz? Olması mümkün değil. İşçi böyle, memur böyle, orman köylüsü böyle, tarım kesimi, hayvancısı böyle, madenci böyle? Yani diyebilirim ki, toplumun yüzde 99'u bu manzarayı yaşıyor. Girdisi yok, çıktısı fazla. Zaruri harcamaları var. Bu insan yemeden, giymeden, ısınmadan ve aydınlamadan duramaz. Bunları gözardı etmek mümkün değil. Bütün bunlardan yararlanabilmesi için elinde hiçbir imkanı bulunmuyor. 500 YTL maaş alan, 1000 YTL maaş alan? Nereden bakarsanız bakın, 4 nüfuslu bir ailenin elektrik masrafı 100 YTL'nin altında değildir. Bir o kadar da su masrafını katın. Haydi bu aileyi 300 YTL'lik bir evde oturtun. Bu insanlar ekmek yemeyecek mi, peynir yemeyecek, çay içmeyecek mi, komşusuna gitmeyecek mi, komşu ona gelmeyecek mi? Böyle bir ailenin bu toplumda yaşaması mümkün değil. Yaşayamayacağı için de, vatandaş pazara gidiyor; gitmiyor değil. Pazarlar kalabalık ancak iyi bir tüketici olmadığı için, istediğini alamadığı için esnaf iş yapamıyor. İş yapamadığı için de, olması gereken cironun belki 15'te, 20'de, belki de 50'de birini yapıyor. Şimdi dükkanında veya tezgahında malını sergileyen bu insan, esnaf; bu malı hep peşin parayla alıp oraya koymuyor ki? Zamanı geldiğinde ödeyecek. Alışveriş yapamadığı için ne ile ödeyecek bunu? Ödemesi mümkün değil. Bu sefer hatırlarsanız kredi davası, banka kredi kartları çıkardılar. Biz o zaman dedik ki, "Kimse kredi kartlarına yapışmasın." Kredi kartlarına güvenip de, sakın bir şey almasın. Şimdi bankaların hayata bakış tarzları şudur: Güneşli havalarda gelir sana şemsiye verir, yağmurlu havalarda elindeki şemsiyeyi alır! İster geçin, ister geçinme! Taktiği bu. "Yağmur beni ıslatacak" dersin ama seni dinlemez, bu beni ilgilendirmez, der. O hesap sana ait. Şimdi böyle bir mantıkla, tüketici zannetti ki, benim çok ciddi gelirlerim var, aldığı 600 YTL maaşla, tüketicilere verilen banka kredi kartları bin YTL'lik, veya 2 bin YTL'lik limit tanıdılar. Bu limite göre de, alışveriş yaptılar. Ödeme zamanı gelince, ödeyemediler. Şimdi 1 milyon insan -az evvel izah ederken, ne dedik?- kredi kartlarıyla borçlu. 300 milyar YTL Türk vatandaşı bankalara borçlu? Şimdi bunu veremiyor. Şimdi bunu veremeyen vatandaş, pazarda müşteri olabilir mi? Biz işte ta baştan beri diyoruz ki, tüketiciyi güçlendirmediğimiz müddetçe pazarda hayırlı müşteri bulabilmemiz mümkün değil. Esnafın iş yapması mümkün değil. Orman köylüsü, tarım kesimi, hayvancısı pazara gelir, elindeki mamulü satacak kimse bulamaz. Niye? Çünkü şehirdeki insanların alım gücü bu malları eritemiyor. Neden? Çünkü ceplerinde para yok. Olmadığı için de bu işi yapamıyor. Türkiye'de tüketim bitmiştir. Tüketici tamamen devre dışına çıkarılmıştır. Bu sebepten dolayı da, az evvel de ifade ettiğiniz, iflaslar oldu. Az evvel ifade ettiğiniz cirolar olamıyor. Bilmem nerede açılan 100 küsur fabrika, iki yıl içinde heba olup gidiyor. 3-5 tanesi ayakta kalabiliyor, diğerleri yok olup gitmiş durumda. Bu anlayış müddetçe - ki devam edecek- Türkiye halkının iki yakasının bir araya gelmesi asla ve kat'a mümkün değildir. Anlatabildik mi? Hiç mümkün değil. Dünya şimdi dikkat edersiniz aynı kaderi yaşadı. Aynı yanlış yolda gittiler, bizimkiler de onların yanlışlarını kopya ederek hayatlarına geçirdiler. Biz bağırdık onlara, "bunlara taklit etmeyin, bunların bir şey bildiğini zannetmeyin". Malthus isimli papaz, sana iktisat sistemi yapacak, sen de bundan hayır göreceksin. Şimdi Batının battığını görmüyorlar. Batı dünyası batmıştır. Hatırlarsanız ben 2005'te ne demiştim size, "Avrupa Birliği batmaya mahkumdur" dağılacaktır. Şimdi bunlar Avrupa Birliği diyorlar. Ne Avrupa Birliği, birlik mi kaldı ortada? Hem mesela diyor ki, dolaşım hakkını vermiyorum. Ne demektir dolaşım hakkı? Avrupa'da gezip de sen herhangi bir sanayide, herhangi bir merkezde, pazarlamada iş bulamazsın ey Türk. Kafana akıl koy! Bunu imzaladı bizimkiler. Peki sen iş bulamadığın bir yerde ne işin var? Onu söyle bakalım bana. Türkiye'nin havasında mı, güneşinden mi kaçıyorsun? Şimdi o kadar garip bir manzara var ki, Avrupa Birliği konusu inşallah ayrı bir zamanda geniş detaylarıyla ele alınır ve bunu izah ederiz. AB dağılmaya mahkûmdur. Bakın sosyal bütün imkânlarını geri aldı. Niye? Çünkü veremiyor. Eskiden bir işçi istediği zaman doktora, istediği zaman hastanede yatardı. Ücretsiz bakımı temin edilirdi. Şimdi öyle değil. İstediğiniz miktarda ilaç alamazsınız, tedavi göremezsiniz. Avrupalı artık tedbir alma durumunda kalmıştır. Mecburdur buna. Niye? Geliri yok. Gelir kapıları daraldı. Biz ne demiştik: "yeraltı kaynakları bitti, çalışanı ihtiyarladı". Şimdi senin benim gençlerimin çalışmasıyla bir şey kazanacak da, o kadar halkı bakacak. 15 yıl gider dedik, 5 yılı gitti, kaldı 10 sene. Konuştuğum zaman oradaki mühendis arkadaşlarla, "Hocam o kadar da gitmez" dediler. Ben de bu görüşe katılıyorum. Nitekim oradan gelen bizim iktisadi görüşlerimizin tartışmasında hazır olan iktisatçı bilim adamları aynen bizim görüşümüze katılıyorlar. Hatta AB üyesi Hollandalı bir hanım katılımcı geldi, bana şunları söyledi: "Siz Avrupa Birliği 15 yıl gidemez, dediğinizde 'hamasi olarak konuştuğunuzu zannettim. Ancak sizin Milli Ekonomi Modeli ile Milli Devlet, Sosyal Devlet kitaplarınızı okuduğumuzda, anladım ki, sizin dedikleriniz matematik hesabına dayalıdır, ben şimdi aynı kanaatteyim, Avrupa'nın da bunalımdan kurtulması için mutlaka dediklerinizi yerine getirmesi lazım." Şimdi Avrupa'nın durumu böyle, ABD'nin ki ise bir başka alem. Kalktı tabii ekonomi çıkmaza girdi. Ne yaptılar? İşin içinden çıkabilmek için 'dediler ki, dünyada bu işten anlayan biri var mı'; aradılar, taradılar geldiler Türkiye'den Haydar Hoca'dan kopya çektiler. Bunu şimdi hayatlarına geçirmeye çalışıyorlar. Ben 'tüketici' diyorum ya, onlar da 'tüketici' demiyor ama 'hızlı tüketenler' diyorlar. Yani Milli Ekonomi Modeli'nden yaptıkları alıntı. 'Hızlı erken tüketenler' yani bila ücret imkânlar tanınacak, onlar tüketecek, piyasada kan dolaşmaya çalışacak ve iktisadi hayat düzelecek. Barack Obama dedi ki, "Kopya çekiyorsun, ey Bush o düşünce senin değil, Haydar Hoca'nın Milli İktisat Modeli'nde bu". Şimdi biz bu adamları ikna ettik, kendi insanımızı ikna edemiyoruz. Bana diyorlar ki bazıları, "O kadar güzel şeyler söylüyorsun ki, sen bunun kaynağını nereden bulacaksın." Bakın şunlara! Şeytan çarptı onları? Dillerini, gözlerini şeytan çarptı, görmüyor. Ben sana ne diyorum, sende öyle kaynaklar var ki, bu kaynakları 3-5 tane sülük emiyor, milletin anasını ağlatıyor, ben da sana diyorum ki, bu kaynakları alacağım, beraber bunları millet olarak işleteceğiz, kazanacağız, devlet de zengin olacak, sen de zengin olacaksın. Şimdi bir, iki misal vereceğim. Mesela bizim Çayeli Bakır İşletmeleri. 50 milyar dolarlık yer altı kaynağı. Rezervi 50 milyar dolar. Şimdi hammadde işletilip mamul hale getirilirse, bir'e 10 değer kazanır. 50 çarpı 10 ne eder? 500 milyar dolar? En azı bir'e 10? Bir'e 10, bir'e 100 var. Sadece Çayeli İşletmesi ile birlikte ben bu memleketi 10 sene bakarım. Eğer 2 trilyon dolarlık bizim bildiğimiz Gümüşhane'de mermer rezervi var. 2 çarpı 10 ne eder, 20 trilyon dolar. 20 trilyon dolarla Türkiye 100 sene idare eder. Eee baba, senin kafan etse, ben ne yapayım? Bir de kaynak nerede diyor? Nerede olacak kaynak, gözün kör mü senin, kulağın sağır mı? Bastığın yerin altı hazine. 3 katrilyon dolarlık işlenmemiş rezerv var. Bu ne demek biliyor musunuz? 3 çarpı 10, 30 katrilyon dolar. Bu ne demek? Türkiye 10'a katlayacaksın, bu 10 kat nüfusu kıyamete kadar bakacaksın, bu serveti bitiremezsin. Sadece bor madeni. Az evvel konuştuk. Ama bunu yapak irade, akıl lazım. IMF'nin, AB'nin, ABD'nin dediklerini değil, milletin dediğini icra edecek, hayata geçirecek siyasi irade lazım. Şimdi millet kendini temsil edene bakıyor? Kanunlar çıkıyor, soruyorum Allah aşkına, AB'nin dediği yasalar mı çıkıyor, milletin dediği yasalar mı? ABD'nin, IMF'nin dediği yasalar mı çıkıyor, milletin dediği yasalar mı? El cevap, IMF'nin, ABD'nin ve AB'nin dediği yasalar çıkıyor. Sen ile ben havamızı alıyoruz. Ve zannediyoruz ki, irade bizim irademiz. Bak şu kapanma olayını düşündünüz mü? Kapatma davasında o kadar enteresan bir oyun oynandı ki, Sayın Başbakan şimdi caka satıyor. Hadi bakalım, o zaman madem sen başörtüsünü hallet hadi, elini öpeceğim. Partimi kapatıp, senin partine dâhil olacağım. Hallet bakalım. Ne yaptınız? El ele verdiniz, Anayasa Mahkemesi toplandı, 9'a iki karar çıktı, dedi ki, bundan sonra başörtüsü değişikliğini talep etmek bile yasak, öyle mi? Yanlış mı konuşuyorum. Sen kendilerine göre suç olan unsuru hukuk olarak devreden kaldırdın, dediler ki, daha bundan sonra bunun yapacağı bir şey de yok? Bu da oldu bizim gibi? Devam etsin yoluna? Şimdi bundan sonra, Sayın Başbakan, halka söz vererek halledeceğim konuları nasıl halledeceksin? Söyle de, biz de anlayalım. Yapamaz. Çünkü o basiret, o ince zeka sizin ekibinizde oluşmamış. Şunu söylemek istiyorum. Şu anda müthiş bir oyun oynandı? Asker şimdiye kadar bunlara karşı değil miydi? Devlet karşı değil miydi? Şikayet ettikleri şey neydi? Devlet müsaade etmiyor, asker müsaade etmiyor. Asker ile devlet bir oldu, dediler ki, "Bunu kapatmayın". Şimdi hepsi senin yanında? Göster kendini bakalım, nasıl göstereceksin. Göster maharetini, elini öpeyim. Hiçbir şey gösteremezler. Kendirline ait bir tek projeleri yok, bu arkadaşların. Yüce Milletimiz şunu çok iyi görmesi lazım, bu iktidarı bugüne kadar getirdiler, hüsnü niyet sahibidirler ama bundan sonra başımızı taşa vurduğumuz zaman, çile çekmesini de öğreneceğiz. Niye? Çünkü sakallının sözünü dinlemediniz. Değil mi? Ne dedi, sayın Başbakan 2002 seçimlerinde? Güzel sakallıların işi değil bu, dedi. Bakalım sakalsızların işi mi? Hodri meydan, çıkalım milletin huzurunda tartışalım. Demokrasiden, insan haklarından bahsediyorsun. Hodri meydan. İstediğin yerde, istediğin TV kanalında. Gelemezsin? Niye, çünkü senin ayakların altı boşta. Haydar Hoca gibi koltukta oturmuyorsun. Fazla da ileri gitmeyelim, saygıda kusur etmiyoruz değil mi? Haddimizi aşmayalım, onu yapmayız, sevgimiz, hürmetimiz de sonsuzdur. Onu da bir cümle ile ifade edelim. Ayıkmaları için bu tip iğneleyici cümleleri de söylemek zorundayız aksi takdirde uyanmaları da mümkün olmaz. Bizim vazifemiz muhalefet etmek. Ne demek muhalefet? Antitez üreterek -gerçi bunların tezi yok ki, antisini üretesin- yanlışı ortaya koyacaksın, doğrusunu göstereceksin. Biz şimdi doğruyu söylüyoruz. Onların ki hep yanlış. Şimdi demek istediğim, böyle bir toplumda tüketici tamamen tükenmiş. 500 YTL'lik asgari ücretle ne yapabilirsin ki? Diyorsun, niye dükkânlar kapalı, niye işyerleri, fabrikalar kapalı? Niye kapasiteler düştü? Bundan dolayı düştü. Düzeltmeleri hiç mümkün değil. Biz ne dedik, biz bu milletin tamamına maaş vereceğiz. Bazı aklı evveller 'veremez' dedi. Ben veririm. Hadi iddiasına girelim. Ben bunu veririm ancak sizin rey verdikleriniz bunu veremezler çünkü bu işi bilmezler. Toplumun en güçlü kaynağı tüketimdir. Ben şimdi size bir hesap yapacağım. Bak şimdi Türkiye'de bilmem ne kadar insana 500 YTL maaş verdiğimizi düşünelim! Hanımlara gerek ev hanımı meslek maaşı, gerekse de vatandaşlık maaşı 1000 verdiğimizi düşünelim. Bir ayda topluma giren para, bilmem şu kadar eder. Hesap olarak bir kalem, bir tavuk, bir çift ayakkabı satan esnaf bunların 10 katını satacak. Şimdi yılsonuna geldik. Bire 10 katladık. Müşteriler var şimdi piyasada. Hanım daha kocasına minnet etmiyor. Her ay 1000 YTL cebine giriyor. Öyle değil mi? Yaşlılar kimseye minnet etmiyor, her ay 500 YTL cebine giriyor. Keza gencinin öyle, çocuğunun öyle. Pazarda müşteri oluyor. Maaş alıyorlar. İş yapıyorlar. Bunlar zaruri ihtiyacı çok olan sınıftır, parayı üst üste koyup da arttırmaz. Çünkü harcayan sınıftır. En azı bire 10, bire 15 tüketim artar. Dolayısıyla fabrikalar da ürettiğinin 15 katını üretir. Ne veriyordu bu adam vergi olarak yılsonunda? Mesela 100 bin YTL? Şimdi 10 veya 15 ile çarp bunu? 100 bin YTL vergi veren 1 milyon YTL vergi verir, değil mi? En az bire 10 artar. Şimdi görünüşte ne idi? Devlet bunu nasıl verecek? Devletin sonunda karı 10 katına çıktı, nasıl vermesin? Tüketen herkes üretime kaynaktır da ondan. Bunun hayata mutlaka geçmesi lazım. Şimdi ekonomideki bu anlayış, inşallah devrim niteliğine sahip olur. Rusya'da, Venezüella'da, ABD'de kısmen hayata geçmeye başlamıştır. Batlık ülkelerde uygulanıyor. Benim kongrelere sunulan tebliğleri içeren kitapları, lütfen okuyun, orada bunu çok net göreceksiniz.Bize 7 milyon insan 'evet' dedi ama bunların 500 bini seçim sandığına gidip sözünde durdu. Şimdi bu 7 milyon kişi sözünde duracak. En az 9 - 10 milyon olacaklar, ben de bu işi bitireceğim. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın, ben bu işi biliyorum, yaparım. Bütün dünya karşımıza çıksa, biz bu işi yaparız. Çünkü bizim ihtiyacımız olan yabancı kaynaklar değil. Bizim kaynaklarımız bize yeter, artar bile. Benim ihtiyacım halkadır. Bu halkın da çalışacağını çok iyi bildiğim için, biz bu işi bununla yaparız. Ama kafamızı duvara vurup da, neden bize söylenen güzel sözleri duymadık da. İşitmedik de, şimdi de 'aç, susuz, biçare kaldık', ülke bölündü, vatan parçalandı dersek, hiçbir güç de bizi kurtaramaz. Devamı yarın?