Muhabbetullah
Sevgi kuvveti, insan fıtratına yerleştirilmiş köklü bir hassadır. Fıtrî kuvvetlerin belki de en güçlülerindendir. Fıtrî yapıyı değiştirmek mümkün olmadığından, sevgiden bigâne kalmak da mümkün değildir
28.11.2024 18:42:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Sevgi kuvveti, insan fıtratına yerleştirilmiş köklü bir hassadır. Fıtrî kuvvetlerin belki de en güçlülerindendir. Fıtrî yapıyı değiştirmek mümkün olmadığından, sevgiden bigâne kalmak da mümkün değildir.
O hâlde sevmek, hem İlâhî bir lutuf ve hem de aslî bir ihtiyaçtır. İnsan psikolojisi tetkik edildiğinde, sevgi kuvvetinin sonsuza uzanma temayülü olduğu görülür.
Sevginin sınırsızlığı, esasen sevilenin de ezelî ve ebedî olmasını gerektirir. Sevgi bütün insanlarda ortaktır. Bu hususta insanlar arasında ihtilaf bile yoktur.
Ancak, sevgi nereden kaynaklanacak ve nereye yönelecek? Bu hususta insanlar arasındaki kanaatler değişmektedir. Mantıkî ve ilmî ölçü odur ki, sevgi ezelîye ve ebedîye açılmalı ve layık olana yöneltilmelidir.
Ezelî ve ebedî olan sevgiyi de yaratan yüce Allah'tır. Zira bütün güzellikler, menşei ve dal olarak O'nunla vardır. O hâlde zaruri olarak şu neticeye geliyoruz ki, sevilmeye layık olan yalnız Allah'tır. Diğer bütün sevgiler, buna göre mecazîdir ve bundan kaynaklanmaktadır.
Sevgi kanunu âlemde cazibe kanunu gibidir. Ve sevgi, talebin ileri bir seviyesidir. Hatta sevgi rızâdan da ileridir. Allah'ın hükmüne rıza, makamların en yükseklerindendir.
Hâlbuki muhabbet, rızadan da ileri muhkem bir derecedir. Uhrevî mertebelerin en yücelerindendir. Sevilmeye layık yalnız Allah'tır. "Neyi seviyorsan, değerin ona göredir" ölçüsüne göre, en büyük şeref muhabbetullaha sahip bir kalp taşımaktır.
Sevenin sevdiğine kavuşmayı ve onunla beraber olmayı istemesi, sevginin temelini oluşturur. Allah'ı seven, ölüm hadisesi karşısında bile O'na kavuşmayı candan arzular.
Âişe'den (radiyallahu anhâ); "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: 'Kim, Allah'a kavuşmak isterse Allah da ona kavuşmak ister. Kim, Allah'a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.'
'Bu, ölümden nefret etmek değil midir?' diye sorunca, 'Öyle değil, şöyle: Mü'mine Allah'ın rahmeti, Rıdvân'ı ve Cennet'i müjdelenince, bir ân önce Allah'a kavuşmak ister. Allah da ona kavuşmak ister. Kâfire de Allah'ın azabı, gazabı bildirilince, Allah'a kavuşmaktan nefret eder, Allah da ona kavuşmaktan nefret eder' buyurdu."
Resûlullah (s.a.a.), kulun kalbinde hissettiği bu özlemi, Allah'ında kuluna karşı hissettini ifade ediyor. Demek ki, Allah'ı sevdiğini iddia eden kul, ölümden korkmak yerine ölümü Allah'a kavuşturan bir vasıta olarak sevecek ve isteyecektir.
"İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise daha sağlamdır" âyet-i kerimesi bu sevginin imanla muhkemleştiğini haber verir.
Cenâb-ı Hakk'ın muhabbetine vâsıl olmak için evvela yapmamız gereken, itikatımızı sağlam bir itikat hâline getirmektir.
İnanç çok mühimdir. Eğer inancımızda bozukluk olursa işlerimiz sarpa sarar. Cenâb-ı Hakk Kur'ân'da imandan bahisle hep gayb olan hususlardan bahseder:
"Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar."
"Yine onlar, Sana indirilene ve Senden önce indirilene iman ederler; âhiret gününe de kesinkes inanırlar."
İnsana gördüğü bir şeye "iman et" demeye gerek yoktur. Görmediği bir şeye inanç teklifi yapılıyor. İnsan görmediği Allah'a, âhirete, meleklere, cinlere, Cennet'e, Cehennem'e, ona göre gâib olanlara iman edecek ki, imanı sağlam olsun. Ayrıca bunu tevil de etmeyecek. Saf, tertemiz bir inançla inanacak itikat edecek.
Bunun ardından da, sâlih amel işlemek için çok güzel bir niyete sahip olunması lazımdır ki, yapılan iş güzel olsun. Yapılan ameller, ibâdetler Allah için olmazsa, başka bir menfaat kapısını açmak için yapılıyorsa, canını verecek derecede de amel güzel görünse fakat niyet hâlis olmazsa, o amelinde, ibâdetinde hiçbir faydası olmaz.
Nitekim Resûlullah (s.a.a.) bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor; "Ameller ancak niyetlere göredir. -diğer rivâyette 'niyete göredir' diye geçer- Herkes niyetine göre muamele görür. Hicreti, Allah ve Resûlüne olanın hicreti, Allah ve Resûlünedir. Hicreti, elde edeceği dünyalık ya da evlenebileceği bir kadın için olursa, hicreti ne için ise onun için olur."
Onun için niyet çok mühimdir. Ardından, niyetle beraber sâlih amel, sâlih taat gelir. Bu cihette ibâdetler kişiyi Hakk'a ulaştıran bir binektir, Burak'tır.
İbâdet insanı bütün yanlışlardan uzaklaştırır. İbâdet evvela insanın iç tabiatını tertemiz hâle getirir. İbâdetle biz kalbimizi temizleriz. İbâdet yapmadan hiçbir kul kalbini temizleyemez.
Bu bir kanundur. İbâdetle, zikirle tertemiz hâle gelen kalp aynasında Allah yansır. Yansıyan Allah'ın sevdasıdır. O zaman Allah sevilir. Allah'ı sevmek istiyorsak, bunun tek yolu, kalbe Allah'ın nazarını davet etmektir. Tecellinin davetide Allah'ı zikirle, ibâdetle mümkündür. O zaman o kalbe tecelli oldu mu Allah sevilir, O'na aşık olunur.
Kulun Allah'ı sevmesi, kalbinde yaşadığı bir hâldir. Bu, sözlerle ifade edilemeyecek latif bir histir. Bu duygu insanı Allah'ı anmaya, O'nun rızasını istemeye sevkeder.
İmam Gazali, "İhyâ-u Ulûmi'd-Din" adlı eserinde şöyle buyuruyor:
"Faydalı olan zikir, sürekli ve kalp huzuru ile olan zikirdir. Kalbin habersiz olduğu, yalnız dil ile yapılan zikrin faydası azdır. Bu hususu doğrulayan haberler vardır. Kalbin de sürekli olarak hazır bulundurulması gereklidir.
Kalbin bazen hazır olduğu ve çoğunlukla dünya işiyle uğraştığı zaman yapılan zikrin de faydası azdır. Kalbin devamlı olarak veya çoğunlukla hazır bulunması, diğer ibâdetlerden önce gelir. Hatta yalnız zikir değil, bütün ibâdetler kalbin huzuru ile değerlenir. İbâdetlerin sonucu huzurdur. Zikirin ise bir başlangıcı, bir de sonucu vardır.
Başlangıçta yakınlaşıp sevmeye doğru yola çıkılır, sonuçta da bu yakınlık ve sevgi elde edilir. Zikirde aranan şey bu ikinci kısımdır. Zira ilk anda kalp ve dilin kuruntulardan kurtarılıp AIlah'ın zikrine bağlanmalarında zorluk çekilir. Eğer bu başarılırsa, zikirle yakınlaşma sağlanır ve bu yakınlaşmadan da sevgi doğar.
Bu duruma şaşmamak gerekir. Zira bir adam, birisine bir yabancının iyi yönlerini anlata anlata adamın gönlünde yabancıya karşı bir sevgi uyanır ve ona hayalinde âşık olur. Bu her zaman görülebilen bir durumdur.
Sonra da bu aşkın sonucu olarak, onu anmadan duramaz hâle gelir. Zira bir şeyi seven onu daima anar. Bir şeyi çok anan da onu sever.
İşte Yüce Allah'ı anmanın başlangıcı böyledir. Zikredilen Allah ile biraz yakınlaşma meydana gelir, O'na karşı sevgi duyuluncaya kadar biraz zorluk çekilir. Bu sınır geçilince O'nu anmadan durulamaz hâle gelinir." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
O hâlde sevmek, hem İlâhî bir lutuf ve hem de aslî bir ihtiyaçtır. İnsan psikolojisi tetkik edildiğinde, sevgi kuvvetinin sonsuza uzanma temayülü olduğu görülür.
Sevginin sınırsızlığı, esasen sevilenin de ezelî ve ebedî olmasını gerektirir. Sevgi bütün insanlarda ortaktır. Bu hususta insanlar arasında ihtilaf bile yoktur.
Ancak, sevgi nereden kaynaklanacak ve nereye yönelecek? Bu hususta insanlar arasındaki kanaatler değişmektedir. Mantıkî ve ilmî ölçü odur ki, sevgi ezelîye ve ebedîye açılmalı ve layık olana yöneltilmelidir.
Ezelî ve ebedî olan sevgiyi de yaratan yüce Allah'tır. Zira bütün güzellikler, menşei ve dal olarak O'nunla vardır. O hâlde zaruri olarak şu neticeye geliyoruz ki, sevilmeye layık olan yalnız Allah'tır. Diğer bütün sevgiler, buna göre mecazîdir ve bundan kaynaklanmaktadır.
Sevgi kanunu âlemde cazibe kanunu gibidir. Ve sevgi, talebin ileri bir seviyesidir. Hatta sevgi rızâdan da ileridir. Allah'ın hükmüne rıza, makamların en yükseklerindendir.
Hâlbuki muhabbet, rızadan da ileri muhkem bir derecedir. Uhrevî mertebelerin en yücelerindendir. Sevilmeye layık yalnız Allah'tır. "Neyi seviyorsan, değerin ona göredir" ölçüsüne göre, en büyük şeref muhabbetullaha sahip bir kalp taşımaktır.
Sevenin sevdiğine kavuşmayı ve onunla beraber olmayı istemesi, sevginin temelini oluşturur. Allah'ı seven, ölüm hadisesi karşısında bile O'na kavuşmayı candan arzular.
Âişe'den (radiyallahu anhâ); "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: 'Kim, Allah'a kavuşmak isterse Allah da ona kavuşmak ister. Kim, Allah'a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.'
'Bu, ölümden nefret etmek değil midir?' diye sorunca, 'Öyle değil, şöyle: Mü'mine Allah'ın rahmeti, Rıdvân'ı ve Cennet'i müjdelenince, bir ân önce Allah'a kavuşmak ister. Allah da ona kavuşmak ister. Kâfire de Allah'ın azabı, gazabı bildirilince, Allah'a kavuşmaktan nefret eder, Allah da ona kavuşmaktan nefret eder' buyurdu."
Resûlullah (s.a.a.), kulun kalbinde hissettiği bu özlemi, Allah'ında kuluna karşı hissettini ifade ediyor. Demek ki, Allah'ı sevdiğini iddia eden kul, ölümden korkmak yerine ölümü Allah'a kavuşturan bir vasıta olarak sevecek ve isteyecektir.
"İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise daha sağlamdır" âyet-i kerimesi bu sevginin imanla muhkemleştiğini haber verir.
Cenâb-ı Hakk'ın muhabbetine vâsıl olmak için evvela yapmamız gereken, itikatımızı sağlam bir itikat hâline getirmektir.
İnanç çok mühimdir. Eğer inancımızda bozukluk olursa işlerimiz sarpa sarar. Cenâb-ı Hakk Kur'ân'da imandan bahisle hep gayb olan hususlardan bahseder:
"Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar."
"Yine onlar, Sana indirilene ve Senden önce indirilene iman ederler; âhiret gününe de kesinkes inanırlar."
İnsana gördüğü bir şeye "iman et" demeye gerek yoktur. Görmediği bir şeye inanç teklifi yapılıyor. İnsan görmediği Allah'a, âhirete, meleklere, cinlere, Cennet'e, Cehennem'e, ona göre gâib olanlara iman edecek ki, imanı sağlam olsun. Ayrıca bunu tevil de etmeyecek. Saf, tertemiz bir inançla inanacak itikat edecek.
Bunun ardından da, sâlih amel işlemek için çok güzel bir niyete sahip olunması lazımdır ki, yapılan iş güzel olsun. Yapılan ameller, ibâdetler Allah için olmazsa, başka bir menfaat kapısını açmak için yapılıyorsa, canını verecek derecede de amel güzel görünse fakat niyet hâlis olmazsa, o amelinde, ibâdetinde hiçbir faydası olmaz.
Nitekim Resûlullah (s.a.a.) bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor; "Ameller ancak niyetlere göredir. -diğer rivâyette 'niyete göredir' diye geçer- Herkes niyetine göre muamele görür. Hicreti, Allah ve Resûlüne olanın hicreti, Allah ve Resûlünedir. Hicreti, elde edeceği dünyalık ya da evlenebileceği bir kadın için olursa, hicreti ne için ise onun için olur."
Onun için niyet çok mühimdir. Ardından, niyetle beraber sâlih amel, sâlih taat gelir. Bu cihette ibâdetler kişiyi Hakk'a ulaştıran bir binektir, Burak'tır.
İbâdet insanı bütün yanlışlardan uzaklaştırır. İbâdet evvela insanın iç tabiatını tertemiz hâle getirir. İbâdetle biz kalbimizi temizleriz. İbâdet yapmadan hiçbir kul kalbini temizleyemez.
Bu bir kanundur. İbâdetle, zikirle tertemiz hâle gelen kalp aynasında Allah yansır. Yansıyan Allah'ın sevdasıdır. O zaman Allah sevilir. Allah'ı sevmek istiyorsak, bunun tek yolu, kalbe Allah'ın nazarını davet etmektir. Tecellinin davetide Allah'ı zikirle, ibâdetle mümkündür. O zaman o kalbe tecelli oldu mu Allah sevilir, O'na aşık olunur.
Kulun Allah'ı sevmesi, kalbinde yaşadığı bir hâldir. Bu, sözlerle ifade edilemeyecek latif bir histir. Bu duygu insanı Allah'ı anmaya, O'nun rızasını istemeye sevkeder.
İmam Gazali, "İhyâ-u Ulûmi'd-Din" adlı eserinde şöyle buyuruyor:
"Faydalı olan zikir, sürekli ve kalp huzuru ile olan zikirdir. Kalbin habersiz olduğu, yalnız dil ile yapılan zikrin faydası azdır. Bu hususu doğrulayan haberler vardır. Kalbin de sürekli olarak hazır bulundurulması gereklidir.
Kalbin bazen hazır olduğu ve çoğunlukla dünya işiyle uğraştığı zaman yapılan zikrin de faydası azdır. Kalbin devamlı olarak veya çoğunlukla hazır bulunması, diğer ibâdetlerden önce gelir. Hatta yalnız zikir değil, bütün ibâdetler kalbin huzuru ile değerlenir. İbâdetlerin sonucu huzurdur. Zikirin ise bir başlangıcı, bir de sonucu vardır.
Başlangıçta yakınlaşıp sevmeye doğru yola çıkılır, sonuçta da bu yakınlık ve sevgi elde edilir. Zikirde aranan şey bu ikinci kısımdır. Zira ilk anda kalp ve dilin kuruntulardan kurtarılıp AIlah'ın zikrine bağlanmalarında zorluk çekilir. Eğer bu başarılırsa, zikirle yakınlaşma sağlanır ve bu yakınlaşmadan da sevgi doğar.
Bu duruma şaşmamak gerekir. Zira bir adam, birisine bir yabancının iyi yönlerini anlata anlata adamın gönlünde yabancıya karşı bir sevgi uyanır ve ona hayalinde âşık olur. Bu her zaman görülebilen bir durumdur.
Sonra da bu aşkın sonucu olarak, onu anmadan duramaz hâle gelir. Zira bir şeyi seven onu daima anar. Bir şeyi çok anan da onu sever.
İşte Yüce Allah'ı anmanın başlangıcı böyledir. Zikredilen Allah ile biraz yakınlaşma meydana gelir, O'na karşı sevgi duyuluncaya kadar biraz zorluk çekilir. Bu sınır geçilince O'nu anmadan durulamaz hâle gelinir." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)