Arafat'ta duaların mutlak kabul olunacağı, 'duam kabul olmaz' düşüncesinin bile haram olduğu bir gündeyiz.
Rabbim, duası kabul olunan kulların hürmetine, Efendimiz ve Ehl-i Beyt'i hürmetine, Arafat, Kabe, Haceru-l Esved hürmetine ve bu ilahi hakikatleri bize öğreten Merhum Prof. Dr. Haydar Baş hürmetine dualarımızı kabul eylesin, nesiflerimizi, nesillerimizi, devlet ve milletimizi maddi-manevi muhafaza eylesin. Ümmeti Muhammed'e ayıkmayı nasip eylesin.
Rahmet-el lil Alemin olan, 'Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım' ilahi övgüsüne mazhar olan, 'O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz. O(nun konuşması kendisine ) vahyedilenden başkası değildir' ayetlerinin muhatabı Hz. Muhammed (s.a.a.v) ömrünün son yılında Hac farizasını yerine getirdi.
Arafat'ta, 'Veda Hutbesi' dediğimiz ki, tüm insanlığa huzur ve saadet getirecek, kıyamete kadar geçerli insan hakları beyannamesini irat etti. Müminlere ise iki ağır emanet bıraktı.
"Ben size iki değerli emanet (sekaleyn) bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyük olup, bereket ve etkisi gökten yere kadar uzanan Allah'ın kitabı, diğeri de Ehl-i Beyt'imdir. Bu ikisi kıyamet günü havuzumun başında benimle buluşuncaya kadar birbirinden ayrılmayacaktır" (Müsned, III, 14, 17, 26, 59; Tirmizî, "Menakıb" 31).
Ne mutlu o iki emanetin kıymetini bilip, sarılanlara.
Artık dönüş vaktiydi. Yola çıkılmıştı. Cebrail (a.s) geldi. Yüce Allah'ın (c.c) emrini getirmişti.
23 yıl boyunca görevini layıkıyla yerine getirmiş, her türlü ezaya, cefaya maruz kalan, alaya alınan, yurdundan sürülen, işkencelere maruz kalan Habibine, Yüce Allah gayet resmi bir dil hatta birazda tehdit ile "Ey Resul! Rabbinden, sana indirileni tebliğ et. Bunu yapmazsan, elçiliğini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur" (Maide 67)
Hz. Peygambere indirilen ve tebliğ ile memur kılınan nasıl bir şeydi ki, 23 yıllık elçilik görevine denk tutulmuştu?
Ve yine nasıl bir tehlikeli idi ki, bizzat Yüce Allah, Habibini insanlardan koruma sözü veriyordu?
İşte bütün soruların cevaplarına Gadir Hum'da 100 binden fazla sahabe şahitlik etti.
Yüce Allah (c.c) Habibine (s.a.a.v) bir anlamda 'vuslatı' haber veriyor ve yerine Ali b. Ebu Talib'i atadığını, ilan etmesini istiyordu.
Peygamber Efendimiz, Gadir Hum'da yaptığı konuşmada (Hutbede) detaylı bir şekilde Yüce Allah'ın emrini tebliğ etti, İmam Ali ve evlatlarının hilafetini açıkladı.
İmam Ali'nin hilafet ve velayetini ilk tebrik edenler Ömer b. Hattap ve Ebu Bekir oldu.
Bu kabul ve biatten sonra Yüce Allah Maide 3. Ayeti gönderdi: "Bugün, sizin için dininizi kemale erdirdim ve sizin üzerinize nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslam'ı seçtim."
Ayet ortadadır. Gadir Hum hadisi mütevatirdir. Sünni fıkha göre 'Mütevatir Hadis' ile amel etmek farz olup, onu inkâr eden dinden çıkar.
Gadir Hum'u anlamak için Hz. Peygamberi, Ehl-i Beyt'i, İmam Ali'yi bilmek ve de anlamak lazımdır.
Merhum Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızda O, tertemiz kılınmış aileyi anlatmak için ömrünü vakfetti. İşte O'nun cümleleriyle Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt'i:
"Ezelden ebede uzanan varoluş sürecinde İslam ağacının kökü alemlere rahmet Hz. Muhammed (s.a.v.), gövdesi Resulullah'ın abası altına aldığı "Hamse-i Âl-i Aba", dalları Ehl-i Beyt İmamları ve onların güzel ahlak ve istikametine tâbi olan müminlerdir.
"Yüce Allah, göklerin ve yerin nurudur." (Nur, 35).
O Allah'tır ki (c.c.), Muhammed'inin nurunu kendi nurundan yaratmıştır; peygamberlerinin nurunu da Muhammedi'nin nurundan halk etmiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned 4 / 127; Hâkim, Müstedrek 2 / 600, 4175; Aclunî, Keşf'ul Hafâ, 1, 309, 311, 2/ 129).
Öyle ki, henüz Hz. Adem (a.s.) yaratılmadan önce ruh ile ceset arasında iken Hz. Muhammed Mustafa'nın peygamberliği sabit olmuştu. (Tirmizi, Sünen, Menakıb, 1, 3850).
Velayetin şahı İmam Ali'nin (r.a.) beyanıyla, Elest Bezm'inde Yüce Allah'ın, bütün peygamberlerinden "kendilerine kitap ve hikmet verilmiş olsa bile, Muhammed Mustafa'nın peygamberliğine erişirlerse, O'na (s.a.v.) inanmaya ve O'na (s.a.v.) tâbi olup yardımcı olacaklarına" dair aldığı taahhüt, ezelden ebede hak ve hakikat nurunun "Muhammedî nur" olduğunun işaretidir.
"(Hatırla Muhammed'im) hani, Yüce Allah, peygamberlerden "Ben, size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden Peygamber geldiğinde O'na mutlaka inanıp yardım edeceksiniz" diye söz almıştı. "Kabul ettiniz mi ve bu ahdimi yüklendiniz mi?" dediğinde, "Kabul ettik" cevabını vermişlerdi. Bunun üzerine Allah, "O halde (bu hakikate) siz şahit olun; Ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim" buyurmuştu." (Âl-i İmran, 81).
Ehl-i Beyt İmamları işte bu nurun kandilleridir.
Tarihten bugüne Müslümanların gönülleri, bu Muhammedî nurun velayet kandilleriyle aydınlanmaktadır.
Hepsi bambaşkadır...
Her biri, aynı nurun birbirinden güzel tecellileridir.
Onların yüceliğini anlatmaya söz yetmez.
Onların iman, aşk ve çile dolu hayatlarını aktarmaya takat yetmez.
Onların güzelliklerinden bir nebze olsun söz ederek, yüce şefaat ve himmetlerini talep etmektir maksadımız...
Elbette Ehl-i Beyt'i sevmek, Yüce Allah'ın ve O'nun Resulü'nün emridir; imanın gereği, İslam'ın gerçeğidir.
Ehl-i Beyt İmamlarının hepsi mana sultanlarıdır."
Rabbim şefaatlerine nail eylesin. O nur ile aydınlanmayı, o kandiller ile sıratı müstakimde ilerlemeyi nasip eylesin. (Amin)
Bayramınız mübarek olsun
- Diaspora Kürtleri ve Devlet Bahçeli / 24.05.2025
- Bugün sevgiden, aşktan bahsedelim mi? / 23.05.2025
- Erdoğan dünyanın derdi ile meşgul / 22.05.2025
- ‘Türkiye yüz yılı’ dediler, yüz yılın kumpasına ortak oldular / 21.05.2025
- Sevr’i bitirdiğimiz 19 Mayıs ruhu ile BOP’u da bitirebiliriz / 19.05.2025
- Ahtapot / 18.05.2025
- Anadolu’da hayvan yetişmiyor mu? / 17.05.2025
- Birileri unutsa bile tarih unutmaz / 16.05.2025
- Hüseyin Baş’a 8 yıl istemişler / 15.05.2025