Mülteci pazarı da desek olur. Eşya gibi muamele gören sığınmacıların koz olarak ileri sürülerek Türkiye ile AB (Avrupa Birliği) arasında pazarlığa konu oluşunun tek açıklaması vardır: "utanç verici".
Göçmen kaçakçıları kişilerin çaresizliğinden yararlanarak onları bir taraftan ekonomik açıdan acımasızca sömürürken, diğer taraftan yaşam haklarını, vücut bütünlüklerini ihlâl etmekte ve onurlarını zedelemektedir.
Hayatta kalabilmek için ya da daha iyi bir yaşam özlemiyle ülkesini terk ederek başka bir yere göç etmeye çalışan kişilerin talepleri, bu alanda maddi menfaat peşinde olan kaçakçılar için son derece uygun bir ortam oluşturmaktadır. Göçmen kaçakçılığının ceza hukuku boyutundaki görüntüsü suçtur.
Peki, göçmenlerin durumunu uluslararası iklimde ülkelerinin çıkarları için kullanmaya kalkışanların yaptığı nedir? Birilerinin faaliyeti yasa dışı olup suç teşkil ederken, işi kitabına uydurarak insanları mağdur eden devlet ve uluslararası toplum kuruluşları sütten çıkma ak kaşık mıdır?
Yazının başlığına dönersek; mülteci krizinin görüşüldüğü AB Zirvesi'nde Başbakan Davutoğlu, Türkiye'ye sığınarak Avrupa'ya geçiş yollarını arayan Suriyeli mültecilere karşılık 3 milyar Avro daha isterken, tıkanan AB müzakereleri için fasıllar açılması ve vize serbestisi talebinde bulundu.
Tekliflere karşı AB temkinli yaklaşıyor. Avrupalı ülkeler için karabasana dönüşen mülteciler konusu her iki taraf açısından koz olarak masada dururken dünyaya sığınamayan göçmenlerin içler acısı vaziyeti kimsenin umurunda değil.
Kültür dışı olma ya da toplum dışına itilmede göçmen birey, sadece fiziki yönden toplumdan ayrılmamakta aynı zamanda alıştığı bir dizi haklardan, kurallardan ve sosyal etkileşim unsurlarından ayrılmaktadır. Kişinin alıştığı ortamdan ayrı kalması yalnızlık, yabancılaşma ve kendini değersiz görme gibi duyguları yaşamasına neden olabilmektedir.
Tüm zorluklara rağmen sığınmacıların nihai hedefi Kuzey Avrupa ülkeleri. Türkiye mültecilerin Avrupa'ya geçiş için en önemli transit ülke konumunda. Türkiye-Yunanistan ve Türkiye-Bulgaristan kara sınırlarına örülen duvar ve tel örgüler ve alınan güvenlik önlemleri mültecileri Ege Denizi'ne yönlendirmektedir. Ege Denizi için bir başka tercih sebebi de, yakalanmaları halinde Türkiye'ye teslim edilmeleri yerine Yunan adalarındaki kamplara götürülme ihtimalinin daha fazla olmasıdır. Ancak NATO kuvvetlerinin Ege Denizi'nde yer alması durumu onlar için zora sokmuştur.
İşin ilginç yanı, NATO'nun Yunanistan'ı, mülteciler konusunda, Türkiye'ye karşı korumasıdır. Oysa her iki ülke NATO üyesidir.
Ne NATO'nun tutumu, ne de AB'nin mültecileri dışlayan politikası Birleşmiş Milletler Mülteci Statüsü'ne ve AB Mülteci Kanunu'na uygundur. Nitekim BM Mülteciler Yüksek Komiserliği uyarıda bulunarak mültecilerin sığınma haklarının tanınmasını istemiştir.
AB Mülteci Zirvesi'nde Türkiye'nin önüne konulan bir şart var ki, düşündürücüdür; "Basın Özgürlüğü" için adım atılmasında ısrarcıdır AB. Mülteci kâbusuna rağmen AB, Türkiye'de basın özgürlüğü sağlanmadıkça müzakereler için fasıl açmayacaktır.
Göçmen kaçakçıları kişilerin çaresizliğinden yararlanarak onları bir taraftan ekonomik açıdan acımasızca sömürürken, diğer taraftan yaşam haklarını, vücut bütünlüklerini ihlâl etmekte ve onurlarını zedelemektedir.
Hayatta kalabilmek için ya da daha iyi bir yaşam özlemiyle ülkesini terk ederek başka bir yere göç etmeye çalışan kişilerin talepleri, bu alanda maddi menfaat peşinde olan kaçakçılar için son derece uygun bir ortam oluşturmaktadır. Göçmen kaçakçılığının ceza hukuku boyutundaki görüntüsü suçtur.
Peki, göçmenlerin durumunu uluslararası iklimde ülkelerinin çıkarları için kullanmaya kalkışanların yaptığı nedir? Birilerinin faaliyeti yasa dışı olup suç teşkil ederken, işi kitabına uydurarak insanları mağdur eden devlet ve uluslararası toplum kuruluşları sütten çıkma ak kaşık mıdır?
Yazının başlığına dönersek; mülteci krizinin görüşüldüğü AB Zirvesi'nde Başbakan Davutoğlu, Türkiye'ye sığınarak Avrupa'ya geçiş yollarını arayan Suriyeli mültecilere karşılık 3 milyar Avro daha isterken, tıkanan AB müzakereleri için fasıllar açılması ve vize serbestisi talebinde bulundu.
Tekliflere karşı AB temkinli yaklaşıyor. Avrupalı ülkeler için karabasana dönüşen mülteciler konusu her iki taraf açısından koz olarak masada dururken dünyaya sığınamayan göçmenlerin içler acısı vaziyeti kimsenin umurunda değil.
Kültür dışı olma ya da toplum dışına itilmede göçmen birey, sadece fiziki yönden toplumdan ayrılmamakta aynı zamanda alıştığı bir dizi haklardan, kurallardan ve sosyal etkileşim unsurlarından ayrılmaktadır. Kişinin alıştığı ortamdan ayrı kalması yalnızlık, yabancılaşma ve kendini değersiz görme gibi duyguları yaşamasına neden olabilmektedir.
Tüm zorluklara rağmen sığınmacıların nihai hedefi Kuzey Avrupa ülkeleri. Türkiye mültecilerin Avrupa'ya geçiş için en önemli transit ülke konumunda. Türkiye-Yunanistan ve Türkiye-Bulgaristan kara sınırlarına örülen duvar ve tel örgüler ve alınan güvenlik önlemleri mültecileri Ege Denizi'ne yönlendirmektedir. Ege Denizi için bir başka tercih sebebi de, yakalanmaları halinde Türkiye'ye teslim edilmeleri yerine Yunan adalarındaki kamplara götürülme ihtimalinin daha fazla olmasıdır. Ancak NATO kuvvetlerinin Ege Denizi'nde yer alması durumu onlar için zora sokmuştur.
İşin ilginç yanı, NATO'nun Yunanistan'ı, mülteciler konusunda, Türkiye'ye karşı korumasıdır. Oysa her iki ülke NATO üyesidir.
Ne NATO'nun tutumu, ne de AB'nin mültecileri dışlayan politikası Birleşmiş Milletler Mülteci Statüsü'ne ve AB Mülteci Kanunu'na uygundur. Nitekim BM Mülteciler Yüksek Komiserliği uyarıda bulunarak mültecilerin sığınma haklarının tanınmasını istemiştir.
AB Mülteci Zirvesi'nde Türkiye'nin önüne konulan bir şart var ki, düşündürücüdür; "Basın Özgürlüğü" için adım atılmasında ısrarcıdır AB. Mülteci kâbusuna rağmen AB, Türkiye'de basın özgürlüğü sağlanmadıkça müzakereler için fasıl açmayacaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023