Türkiye, Doğulu mu, Batılı mı?
Avrupa demokrasisinin bir unsuru mu, doğu kültürünün ayrılmaz parçası mı?
Biz kendimizi hangi cenahta görüyoruz, bizim gördüğümüz cenahın müdavimi ülkeler bizi hangi kategoride değerlendiriyor?
Kurucu üyesi olduğumuz uluslararası kurumlar son yıllarda artan uluslararası endişelerimizi ne derece karşılıyor, o kurumlar kendi gayelerine tam olarak ulaşabilmişler mi ve bunda ne derece başarılı olmuşlar?
Her geçen gün kendimizi Avrupalıdan çok Amerikalı hissettiğimiz bir ortamda Amerikan çıkarlarına eskisinden daha mı çok hizmet ediyoruz yoksa Amerikalıların pragmatist politikalarına ayakbağı mı olmaya başladık?
Ortadoğu sorununda bulunduğumuz konum bize uygun mu yoksa daha marjinal ve radikal kararlar mı almalıyız?
Küresel terörizme karşı mücadele başlatan kimi ülkelerin islam kimlikli örgütlere yaptığı baskı gibi biz de refah adına ülke içerisinde bir seferberlik mi başlatmalıyız?
Üyelik ve müzakere tarihinin alınacağı umuduyla bindiğimiz Avrupa Birliği treninden biran evvel inerek alternatif kurumlaşmalara mı gitmeliyiz yoksa Verheugen ve Gischard d'Estaing gibi birlik şahinlerinin laflarına aldırış etmeyerek bu trenin kuyruğuna asılmayı sürdürmeli miyiz?
KKTC'yi devlet olarak tanımayan ülkelerle ticari ilişkileri yeniden gözden mi geçirmeliyiz yoksa onları ikna edebilmek için yoğun bir siyasal atağa mı kalkışmalıyız?
11 Eylül saldırıları sonrası dünyanın yeraltı ve yerüstü kaynaklarını parselleyerek kendi halklarına yeni hayat alanı açmaya çalışan emperyal ülkelerle masabaşına mı oturmalıyız; bu paylaşıma "dur'' diyebilmek için dünyanın dörtbir yanından haykıran küreselleşme karşıtlarının yanlarında olduğumuzu mu söylemeliyiz?
Çeçen, Uygur, Boşnak, Türkmen ve Filistinli milletlerin dramına dikkat çekebilmek için gelişmiş ülke liderlerine protesto mu vermeliyiz yoksa onlara bu davalarında haksız olduklarını söyleyerek onları tahakküm altında tutan ülkenin içişlerine müdahale etmemeli miyiz?
"Oldu bi kere'' diyerek Ermenileri zamanında katlettiğimizi, azınlık (!) olarak gördüğümüz Rumlar'a da baskıyı sürdürdüğümüzü zoraki kabul mü etmeliyiz yoksa haklı olduğumuzu bildiğimiz konularda hasımlarımıza rest çekerek yumruğumuzu masaya mı vurmalıyız?
Aktif mi olmalıyız yoksa pasif mi davranmalıyız?
Bizi tehdit eden mi var, yoksa biz bir tehdit miyiz?
Kıyısında mı, tam ortasında mı, potansiyel tuzakların neresindeyiz?
Avrupa demokrasisinin bir unsuru mu, doğu kültürünün ayrılmaz parçası mı?
Biz kendimizi hangi cenahta görüyoruz, bizim gördüğümüz cenahın müdavimi ülkeler bizi hangi kategoride değerlendiriyor?
Kurucu üyesi olduğumuz uluslararası kurumlar son yıllarda artan uluslararası endişelerimizi ne derece karşılıyor, o kurumlar kendi gayelerine tam olarak ulaşabilmişler mi ve bunda ne derece başarılı olmuşlar?
Her geçen gün kendimizi Avrupalıdan çok Amerikalı hissettiğimiz bir ortamda Amerikan çıkarlarına eskisinden daha mı çok hizmet ediyoruz yoksa Amerikalıların pragmatist politikalarına ayakbağı mı olmaya başladık?
Ortadoğu sorununda bulunduğumuz konum bize uygun mu yoksa daha marjinal ve radikal kararlar mı almalıyız?
Küresel terörizme karşı mücadele başlatan kimi ülkelerin islam kimlikli örgütlere yaptığı baskı gibi biz de refah adına ülke içerisinde bir seferberlik mi başlatmalıyız?
Üyelik ve müzakere tarihinin alınacağı umuduyla bindiğimiz Avrupa Birliği treninden biran evvel inerek alternatif kurumlaşmalara mı gitmeliyiz yoksa Verheugen ve Gischard d'Estaing gibi birlik şahinlerinin laflarına aldırış etmeyerek bu trenin kuyruğuna asılmayı sürdürmeli miyiz?
KKTC'yi devlet olarak tanımayan ülkelerle ticari ilişkileri yeniden gözden mi geçirmeliyiz yoksa onları ikna edebilmek için yoğun bir siyasal atağa mı kalkışmalıyız?
11 Eylül saldırıları sonrası dünyanın yeraltı ve yerüstü kaynaklarını parselleyerek kendi halklarına yeni hayat alanı açmaya çalışan emperyal ülkelerle masabaşına mı oturmalıyız; bu paylaşıma "dur'' diyebilmek için dünyanın dörtbir yanından haykıran küreselleşme karşıtlarının yanlarında olduğumuzu mu söylemeliyiz?
Çeçen, Uygur, Boşnak, Türkmen ve Filistinli milletlerin dramına dikkat çekebilmek için gelişmiş ülke liderlerine protesto mu vermeliyiz yoksa onlara bu davalarında haksız olduklarını söyleyerek onları tahakküm altında tutan ülkenin içişlerine müdahale etmemeli miyiz?
"Oldu bi kere'' diyerek Ermenileri zamanında katlettiğimizi, azınlık (!) olarak gördüğümüz Rumlar'a da baskıyı sürdürdüğümüzü zoraki kabul mü etmeliyiz yoksa haklı olduğumuzu bildiğimiz konularda hasımlarımıza rest çekerek yumruğumuzu masaya mı vurmalıyız?
Aktif mi olmalıyız yoksa pasif mi davranmalıyız?
Bizi tehdit eden mi var, yoksa biz bir tehdit miyiz?
Kıyısında mı, tam ortasında mı, potansiyel tuzakların neresindeyiz?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Cevat Kışlalı / diğer yazıları
- Suikastın geri planı / 09.05.2006
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005