Meclisin görüşüne gerek görülmeden ve anlaşmanın ayrıntıları milletvekillerine tam olarak açıklanmadan Türk Hükümeti'nin ABD'ye İncirlik üzerinden transit geçiş hakkı tanıması etik açıdan doğru değil.
"Daha önceki tezkerenin devamı olduğu, içeriğinde uzlaşı bulunduğu" gibi gerekçelerle geçiştirilmeye çalışılan bu yeni anlaşma yeni tavizleri de beraberinde getiriyor.
İncirlik üssünden sonra Konya ve Merzifon'un da bu kapsama alınacağı tartışmalar arasında. Ki büyük ihtimalle de öyle olacak.
Irak'ın işgali esnasında "Türkiye'nin tezkere engeline takıldığı" söylenen Amerika'nın yeniden ve daha güçlü bir atakla bölgedeki elini Türkiye üzerinden güçlendirmesi ne kadar da manidar.
Reddettiğimiz tezkere ile güya Amerika'ya ve Bush'un illegal politikalarına cephe almış, Avrupa Birliği'ndeki karizmamızı cilalamış ve Arap ülkeleri tarafından takdir edilmiştik. Hatta daha da ileri gitmiş ve Irak'a komşu ülkeleri İstanbul'da masaya oturtarak gövde gösterisinde bulunmuştuk.
Nereden nereye...
Türkiye Cumhuriyeti Meclisinin yakarıda açıklamaya çalıştığımız karizmatik konumu şimdilerde hepten sıfırlandı.
Göstermelik kararlar... ve devamında kocaman bir geri adım.
Türkiye'nin kendi bölgesinde komşularına karşı oynayacağı rolü Amerikan yönetimi tayin ederken, bizim daha büyük rol kapabilme adına senaryosunu bile okumadan çevrilen filme balıklama dalmamız tuhaf gelmiyor mu size de?
Aynı film dönüyor, başa alınıyor, biz de başa geliyoruz. Tam bir "U" dönüşü.
Hatta " O'' dönüşü. "U"da başladığınız noktaya geri dönemiyorsunuz çünkü.
Türkiye Cumhuriyeti Meclisi'nin saygınlığı adına mevcut hükümetlerin daha ulusalcı ve daha demokratik bir açılım için alacakları kararları yeniden ve tekrardan gözden geçirmeleri gerekmez mi?
Hükümetin eski tezkere kılıfında aldığı üslenme kararını bu çerçevede sorgulamak lazım.
Uluslararası ilişkilerde her an, her dakika, her ay ve her sene uluslararası boyutta yeni yeni gelişmeler yaşanıyor.
Bugün aldığınız kararı yarın eleştirebiliyorsunuz. Bir ülkeyle yaptığınız anlaşmayı ertesi yıl yırtmak istediğiniz oluyor. 2003'te attığınız imzalara 2004'te de imza atacaksınız diye bir karar alma süreci olamaz. Hele bu, mütaala edilebilir, bağlayıcılığı kısmi bir metinse..
Türkler dünyanın en duygusal ve en dinamik düşünceye sahip milleti. Bugün tasvip ettiğini yarın eleştirebiliyor, bir ülkeye anında düşman, diğerine hemen dost olabiliyor. Bir anda seviyor, biranda kin tutup, bir anda unutabiliyor.
Daha düne kadar protesto ettiğimiz Suriye'ye Esma ve Beşir Esad ziyaretiyle kanımız kaynamadı mı?
Hizbullah ve İslami Cihad gibi örgütleri gerekçe göstererek İran'la yaka yakaya gelirken biranda Hatemi'yle ipleri gevşetmedik mi?
İsrail'le bir küs bir barışık yaşarken, Çeçenler'e destek verip geri çekerken, Azeriler ve Ermeniler'le birlikte yaşamaya alışalım derken..vs..vs..
(Avrupa Birliği Sevdamıza ise burada değinmek istemiyoruz. Onu ayrı bir başlık altında ve ileriki günlerde ele alacağız)
Bu dinamik süreç içerisinde başta devlet politikaları ve o devleti temsilen ulusal meclisler de gereksinimlere ve konjonktüre ayak uydurmak durumunda.
Ulusal meclisin temsil yetkisi nasıl sorgulanamıyorsa onun bilgi akışı ve enformasyon süreci de kısıtlanmamalıdır.
Hükümetler çoğunlukta da olsalar muhalefetin ve halkın nabzını tutmak gibi bir görevleri var ve olmalıdır da.
Güney bölgeniz başta olmak üzere en hassas yerlerinizden binlerce asker ve uçak geçecek; ama siz onların hangi koşullarda ve ne şartlarda geçeceğini tam olarak bilemeyeceksiniz(!)
Ne Muhalefet partisi ve vekilleri ne de mevcut hükümetin vekillerinin bu konuda kafaları net değil.
Öyle olmuş olsaydı çoğu vekilin birbirinden ilginç ve ayrık açıklamaları ekrana yansıtılır mıydı?
Hükümet olmak ayrı,hüküm verebilmek ve hükmetmek daha ayrı.
Biz hükmedemeyenlerdeniz vesselam.
"Daha önceki tezkerenin devamı olduğu, içeriğinde uzlaşı bulunduğu" gibi gerekçelerle geçiştirilmeye çalışılan bu yeni anlaşma yeni tavizleri de beraberinde getiriyor.
İncirlik üssünden sonra Konya ve Merzifon'un da bu kapsama alınacağı tartışmalar arasında. Ki büyük ihtimalle de öyle olacak.
Irak'ın işgali esnasında "Türkiye'nin tezkere engeline takıldığı" söylenen Amerika'nın yeniden ve daha güçlü bir atakla bölgedeki elini Türkiye üzerinden güçlendirmesi ne kadar da manidar.
Reddettiğimiz tezkere ile güya Amerika'ya ve Bush'un illegal politikalarına cephe almış, Avrupa Birliği'ndeki karizmamızı cilalamış ve Arap ülkeleri tarafından takdir edilmiştik. Hatta daha da ileri gitmiş ve Irak'a komşu ülkeleri İstanbul'da masaya oturtarak gövde gösterisinde bulunmuştuk.
Nereden nereye...
Türkiye Cumhuriyeti Meclisinin yakarıda açıklamaya çalıştığımız karizmatik konumu şimdilerde hepten sıfırlandı.
Göstermelik kararlar... ve devamında kocaman bir geri adım.
Türkiye'nin kendi bölgesinde komşularına karşı oynayacağı rolü Amerikan yönetimi tayin ederken, bizim daha büyük rol kapabilme adına senaryosunu bile okumadan çevrilen filme balıklama dalmamız tuhaf gelmiyor mu size de?
Aynı film dönüyor, başa alınıyor, biz de başa geliyoruz. Tam bir "U" dönüşü.
Hatta " O'' dönüşü. "U"da başladığınız noktaya geri dönemiyorsunuz çünkü.
Türkiye Cumhuriyeti Meclisi'nin saygınlığı adına mevcut hükümetlerin daha ulusalcı ve daha demokratik bir açılım için alacakları kararları yeniden ve tekrardan gözden geçirmeleri gerekmez mi?
Hükümetin eski tezkere kılıfında aldığı üslenme kararını bu çerçevede sorgulamak lazım.
Uluslararası ilişkilerde her an, her dakika, her ay ve her sene uluslararası boyutta yeni yeni gelişmeler yaşanıyor.
Bugün aldığınız kararı yarın eleştirebiliyorsunuz. Bir ülkeyle yaptığınız anlaşmayı ertesi yıl yırtmak istediğiniz oluyor. 2003'te attığınız imzalara 2004'te de imza atacaksınız diye bir karar alma süreci olamaz. Hele bu, mütaala edilebilir, bağlayıcılığı kısmi bir metinse..
Türkler dünyanın en duygusal ve en dinamik düşünceye sahip milleti. Bugün tasvip ettiğini yarın eleştirebiliyor, bir ülkeye anında düşman, diğerine hemen dost olabiliyor. Bir anda seviyor, biranda kin tutup, bir anda unutabiliyor.
Daha düne kadar protesto ettiğimiz Suriye'ye Esma ve Beşir Esad ziyaretiyle kanımız kaynamadı mı?
Hizbullah ve İslami Cihad gibi örgütleri gerekçe göstererek İran'la yaka yakaya gelirken biranda Hatemi'yle ipleri gevşetmedik mi?
İsrail'le bir küs bir barışık yaşarken, Çeçenler'e destek verip geri çekerken, Azeriler ve Ermeniler'le birlikte yaşamaya alışalım derken..vs..vs..
(Avrupa Birliği Sevdamıza ise burada değinmek istemiyoruz. Onu ayrı bir başlık altında ve ileriki günlerde ele alacağız)
Bu dinamik süreç içerisinde başta devlet politikaları ve o devleti temsilen ulusal meclisler de gereksinimlere ve konjonktüre ayak uydurmak durumunda.
Ulusal meclisin temsil yetkisi nasıl sorgulanamıyorsa onun bilgi akışı ve enformasyon süreci de kısıtlanmamalıdır.
Hükümetler çoğunlukta da olsalar muhalefetin ve halkın nabzını tutmak gibi bir görevleri var ve olmalıdır da.
Güney bölgeniz başta olmak üzere en hassas yerlerinizden binlerce asker ve uçak geçecek; ama siz onların hangi koşullarda ve ne şartlarda geçeceğini tam olarak bilemeyeceksiniz(!)
Ne Muhalefet partisi ve vekilleri ne de mevcut hükümetin vekillerinin bu konuda kafaları net değil.
Öyle olmuş olsaydı çoğu vekilin birbirinden ilginç ve ayrık açıklamaları ekrana yansıtılır mıydı?
Hükümet olmak ayrı,hüküm verebilmek ve hükmetmek daha ayrı.
Biz hükmedemeyenlerdeniz vesselam.
Cevat Kışlalı / diğer yazıları
- Suikastın geri planı / 09.05.2006
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005