"Önce vatan" diyen kadro
Bu milleti ifsad etmek, birbirine düşürmek için ne mümkünse hepsinin yapıldığını, bu oyunların kesilmediğini, devam ettiğini söyleyen Prof. Dr. Haydar Baş, bütün problemlerin çözümünün, oyunların akamete uğramasının BTP iktidarından geçtiğini belirttiği konuşmasında şu görüşlere yer verdi:
"Dini, dindarlık seviyesinde Allah için yaşayan, devletinin hukukunu sonuna kadar koruyan, hiçbir kesime zerre kadar zarar vermeyen, bir Bağımsız Türkiye kadrosu bu işleri halledecektir. Biz, sonuna kadar dindarız, ama fundamentalist değiliz. Bizim dönemimiz herkesin akaidini doya doya yaşadığı ve fakat devletini en üstte tuttuğu dönem olacaktır. Millet, birbiriyle, devletiyle savaşmayacak, tek bilek, tek yürek olacaktır. BTP, 7'sinden 70'ine herkesin huzur, saadet, mutluluk yaşayacağı bir zenginlik mekanını bu yüce milletimize emanet edecektir. Bunun için uyumadan, yatmadan, yemeden, gecemizi gündüzümüze katarak 24 saat çalışacağız. "Önce vatan, önce vatan" diyerek bu aziz milleti layık olduğu yere çıkartacağız."
Lozan delindi, Sevr hortlatıldı
BTP'nin MYK üyeleri ve il başkanlarına hitaben yaptığı konuşmada BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, Türkiye'nin içinde bulunduğu vahim tabloyu, BTP'nin kuruluş gerekçelerini, nasıl bir misyonu üstlendiğini anlattı. Çözüm paketleri hakkında bilgiler sundu. Ülkemizde hiç kimsenin tahmin edemediği nispette tahribatın var olduğunu, coğrafyamızın bile tartışma konusu yapıldığını, Lozan'ın delindiğini, Sevr'in hortlatılmaya çalışıldığını söyleyen Prof. Dr. Haydar Baş, "Türkiye artık yılanın ağzına düşmüştür. 'AB'ye gireceğiz' düşüncesi bu işi hızlandırmaktadır. İnsanımızın gözüne adeta mil çekmişler ve bu gerçeği göremez hale getirmişlerdir. İşte bu vaziyet karşısında bu vatanın evlatları bizlerin bigane kalması mümkün olamazdı. Onun için ülkemizi evvela bu badireden kurtarmak için seferber olduk" dedi.
BTP şart oldu
Bu seferberlikten önce Türkiye'yi idare eden siyasileri ayıktırmak için Kuvay-ı Milliye mitingleri yaptıklarını, ülkenin sürüklendiği badireyi gözler önüne serdiklerini, çıkış yollarını gösterdiklerini söyleyen Prof. Dr. Haydar Baş, şöyle devam etti:
"Ermeni soykırımı iddiası ile ortaya çıkanlar, Avrupa'da bunu hukukî statüye kavuşturuyorlar, ABD'de aynısını yapıyorlar, bu adımın arkası ülkemizin parçalanma, bölünme sürecine sokulmasıdır, dedik. Artı, 'Ekonomiyi düzeltemediniz. Düzeltmek için projelerimiz var. Bunları size takdim edelim. Karşılığında hiçbir şey istemiyoruz. Tek isteğimiz bu milletin selamete çıkmasıdır' dedik. Fakat hiçbir cevap alamadık. Vahim manzara gün geçtikçe, memleketimizin aleyhinde, bağımsızlığımızı tamamen yok edecek noktaya doğru devam etti. Bunun üzerine de biz, milletimizin arzusu, isteği, desteği ile 9 ay evvel BTP'yi kurduk. Milletimiz, Türk-İslam dünyası için, dünya için hayırlı olsun, mübarek olsun!"
Ekonomik hastalığın sebebi
Parti kurmak için kurulan bir parti olmadıklarını, verdikleri mesajlarla, ortaya koydukları açık ve net tarihi projelerle, programlarla bunu ispat ettiklerini söyleyen Prof. Dr. Haydar Baş, Türkiye'nin yakalandığı ekonomik hastalığın sebebinin finans sıkıntısı olduğunu belirterek, bu konudaki çözümün ne olduğu, buna rağmen ise hangi çıkmaz sokağa girildiği hakkında şu bilgileri aktardı:
"Bu mali kaynaklar, geri kalmış ülkeler için bellidir. Esas olan o milletlerin, devletlerin, insanın emeğinin devreye konulmasıdır. İktisat tarihinde borç ile kalkınan hiçbir ülke yoktur. Kalkınan ülkeler, emisyon hacmini genişleterek emeği devreye koymuşlar, üretmişlerdir. "Her malın mutlaka bir alıcısı vardır" diyerek de ürettiklerine içte ve dışta pazar bulmuşlardır. Dünya bunu böyle yaparken biz ne yapıyoruz? Dünyada global güçler var. Global sermayenin tefecileri var. Bu tefeciler, "Eğer siz emisyonu genişletirseniz, işçinin, çiftçinin, emeğini devreye koyarsanız enflasyon artar" dedi. Sayın Derviş bu vaazı yaptı. Bizim Dervişler de bu vaaza inandı. Biz, bu global tefecilerden borç almayı tercih ettik. Hem de öyle bir tercih yaptık ki, dünyada, döviz cinsinden, % 3-4'ün üstünde faizle borçlanan hiçbir kimse yoktur. Ama bizim Derviş % 14 ile borçlandı. Olur da bu kadarı olmaz. Bu iç ve dış borçlanmanın faturası 49 katrilyon tutuyor. Buna bir de bankacıların hortumladığı para 90-100 katrilyona ulaşıyor. İşin enteresan tarafı, Türkiye'de idarecilik yapmış bir lider, 'Bu, sistemin gereğidir' diyor. Yani çalmak, hırsızlık, sistemin gereği imiş. Bu laf büyük bir cinayet değil de nedir? Kaldı ki bunlar birbirlerini çalmıyorlar. Benim çiftçimi, köylümü, manavımı, otelcimi, bakkalımı, kısaca beni çalıyorlar. Bu faiz borcunu ödemek için ise vergi üstüne vergi, zam üstüne zam geliyor. Pahalılık aldı başını gidiyor. Benzinde, mazotta yıllık enflasyon % 175, ekmekte % 120 oldu. Ama bizim idarecilerimiz % 75 enflasyondan bahsediyorlar. Allah sizleri bildiği gibi yapsın ki kurtulalım yoksa bunların elinden kurtulmak mümkün olmayacak. Mevcut uygulamalar her bir insanımızın sırtını 1,5-2 milyar TL civarında borç yükü getirdi. 5 kişilik bir aile 4,5-8 milyar hava parası verecek, onun üstünde kazandığı ile geçimini temin edecek demektir, bu. Bu, mümkün müdür? Değildir. Bu mantıkla dünyada hiçbir ülke kalkınamamıştır."
Küresel tefecileri tanıyalım
Global güçlerden borç alma tercihi yapılınca, tek yol olarak bu yol gösterilince, bize borç verenlerin, 'nasıl olsa bize ihtiyacı var' anlayışıyla şartlar dayattıklarını, tahkim ve tahdit yasalarını bu espriden kaynaklandığını söyleyen Prof. Dr. Haydar Baş, global güçlerin borç vermesi neyin aracı olarak kullandığını, borç aldığımız bu güçlerin nasıl bir karakteristik yapı arzettiğini, borç alış-verişinin neticesinde bizi nelerin beklediğini şöyle dile getirdi:
"Küresel dediğimiz güç, dün, ülkeleri savaşla işgal ederdi. Savaşla işgal pahalı gelmeye başlayınca soğuk harp dönemini başlattı. Her ülkede kendi adamı gibi insanlar yetiştirdiler. Bu insanlara da gelip, Türkiye'de Alman'ın, İngiliz'in, Amerika'nın propagandasını yaptılar. Yapıyorlar. Bir ara biliyorsunuz, Rusya'nın, Çin'in propagandasını yapıyorlardı. Türklerin sanki hiçbir şeyi yokmuş gibi davranıyorlardı. Halbuki Oğuz Kaan, "Gökkubbe çadırımız, güneş bayrağımızdır" diyordu. Şu azamete bakın. Nerede bu millet, nerede bu zillet?"
"Lozan'da, merhum İnönü, Lord Curzon'un hiçbir dediğine "evet" demiyordu. Çünkü Atatürk'le devamlı irtibat halindedir. Atatürk, telgrafla, İnönü'ye, "Bağımsızlıktan bir karış taviz veremezsin" diyor. Bu tavır karşısında Lord Curzon, "Şu anda istediklerimizi alamadık. Ama onları cebimize koyduk. Bir gün paraya ihtiyacınız olacak. O zaman bunları yine önünüze koyacağız" diyor. İşte şimdi AB adı altında önümüze gelen Lord Curzon'un istedikleridir. Bunlar bilinmelidir. Tarihini bilmeyen insandan bir şey olmaz. Tarih bir milletin hafızasıdır. Bu hafızayı kaybettiniz mi kimliğinizi kaybedersiniz. Biz, biz olalım, hafızamızı kaybetmeyelim. Bu insanların Hindistan'da 40 bin dokumacının kolunu kestiğini unutmayalım. Hindistan'da ipek dokumacılığı en ileri noktada idi. Tekstil sektöründe dünyada bir numara idi. Onların pazarını ele geçirmek için 40 bin insanın kolunu kestiler. Bir vahşi hayvanın hile ve desisesinden sakınmak mümkündür, ama bunlarınkinden sakınmak mümkün değildir. Hayvan sana bir defa saldırır. Postu bir defa kurtardın mı, tamamdır. Fakat, bunların nasıl, nereden saldıracakları belli değildir."
Hicaz'daki oyun Anadolu'da devrede
Global güçlerin, İngilizler'in, Hicaz bölgesinde oynadığı müthiş oyuna dikkat çeken, on binlerce misyonerin bu bölgeyi Osmanlı'dan koparmak için görevlendirildiğine dikkat çeken, siyasi alanda Hüseyin bin Ali'yi, dini alanda Abdülvehhab'ı nasıl kullandığına işaret eden Prof. Dr. Haydar Baş, aynı oyunun bugün de oynandığını, tarihten ders alınmazsa tekerrür edeceğini söyledi. Prof. Dr. Haydar Baş, "Hüseyin bin Ali'de, Abdülvehhab da devrede" diyerek şöyle devam etti:
"Birileri çıktı. 'Türk milletine dini doruk noktada yaşatacağım" dedi. Sonra bir de baktık ki, 11 Eylül'den sonra, Avrupa'da, imamın sağına-soluna birer papaz koydu ve dua ettiler. Her dinin kendine has kuralları vardır. Bu kuralları kimse istediği gibi değiştiremez. Bir diğeri, "Sevr'e karşı olmak ancak bize attir" demeye başladı. Ama, AB'yi savunan da sensin. AB'nin şartlarının başında ise Sevr geliyor. Peki sen hangi isteğinde samimisin? AB'ci isen Sevr'e karşı olman mümkün değildir. Sevr'i reddediyorsan AB'ci olman mümkün değildir. Bu bir tarafa şimdi 4 hak dinden bahsetmeye başladı bu nasıl iştir?"
Ülkücülerin de, halkçıların da asıl yeri
BTP'nin Atatürkçü tek parti olduğunu söyleyen Prof. Dr. Haydar Baş, ülkücü ruh taşıyanların da, gerçek halkçıların da yerinin BTP safları olduğunu söylediği konuşmasında konuya şöyle açıklık getirdi:
"Ülkü ruhunu taşıyan bütün arkadaşlarımızın da yeri burasıdır. Bu ocakta en mümtaz yerleri vardır. Onlar, ben demek, ben, onlar demektir. Bizi zarurî haller bu işin içine itti. Benim siyasi hayatım çok uzun olmaz. Yakınlarım bunu çok iyi bilirler. Onun için istiyorum ki, içimizden, bu bayrağı taşıyacak erler, yiğitler çıksınlar.
"Sol" denilen akıma gelince; Amerika'dan bir adam getirdiler. Bu adam global güçler için geldi. Liberalizmin mümessili olarak bankacılardan başka kimseyi düşünmeyen bu adam birden halkçı oluverdi. 40 yıllık yani bir anda kâni oldu. Sayın Derviş'in şu hareketle, işçinin, çiftçinin esnafın, sürünen insanın yanında olduğunu söyleyebilir misin? CHP'li kardeşlerime sesleniyorum. Sen, körün, sağırın yanındasın. Elsizin, dilsizin, işsizin yanındasın. Çiftçinin, çöpçünün yanındasın. Esnafın, halkın yanındasın. Yani sen benimle berabersin var mısın?"