Dertli söyleğen olurmuş! Bugün biraz uzatacağım izninizle...
Adam; açık kapıdan girmiş, evin önündeki arabaya eşyaları yükleyip götürmüşse elbette hırsızdır ve suçludur ama kapıyı açık, arabayı kontak anahtarı ile, evini bahçesini sahipsiz bırakan ev sahibi de, en az hırsız kadar veballi değil midir?
Cumhuriyet tarihinin, belki de Türk tarihinin en kalleş, en kahpe, en vicdansız kalkışmasına tanık olduk! Sadece tanıklık da değil, bu kahpe kalkışmayı püskürten, alt eden şanlı bir millet olduğumuzu da, bütün dünyaya gösterdik.
Sayın Cumhurbaşkanı; "... Hem Rabbime, hem milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum. Rabbim de milletim de bizi affetsin." diyerek nedametlerini ve özürlerini beyan ettiler. Şahsen kabulümdür ama bu aynı zamanda bir itiraf değil midir?
Aynı zamanda suç ortaklığını, -kandırılarak da olsa- kabul değil midir ve bu itirafın bir müeyyidesi olmamalı mıdır?
Birilerinin milletin söylenmelerini söze çevirerek ilgililere söylemesi gerek!
Meselâ, artık; "Emaneti ehline veriniz." Allah buyruğuna kesinlikle uyulması ve liyakatin harekete geçirilmesi zamanı değil midir?
Bir memlekette; Cumhurbaşkanını, Başbakanı, Bakanlar Kurulunu, Milletvekillerinin epeycesini; devlet dairelerindeki bürokratların yarıdan fazlasını kandırabilmiş olan kişi veya oluşumun; avamdan insanları, genç öğrencileri, kadınları kandırmaları doğal değil midir?
Sayın Cumhurbaşkanı, milletten özür dileyince oluyorsa; pişman olmuş, 15 Temmuzdan sonra aklı başına gelmiş(!)lerin özürlerinin de muhatap bulması gerekmez mi?
Yanlış anlaşılmasın; fark ettiğim ilk günden beri ki, 2000'li yıllardan beri; "Diyalogculara" başlıklı ve başka sayısız yazılarımda ve katıldığım panellerde karşı çıktığım riyakâr Fetullah ve çete mensuplarını savunduğum anlaşılmasın sakın!
Şeytana uyanın tövbe etme şansı varsa; Allah da tövbeyi çok seviyorsa avamdan kişilerin nedamet ve özürleri de karşılıksız kalmamalıdır, diye düşünüyorum!
Sadece bununla da yetinemiyorum! Sıradan bir vaiz tarafından kandırılmış İmam Hatip menşe'li bir Cumhurbaşkanının, ülkeyi soktuğu bu badireden tek başına çıkarabileceğine inancımın olmadığını, söylemeyeyim mi, riyâ mı yapayım?
Böyle düşünmek ve söylemek için de o kadar çok sebebim var ki!
Meselâ; Führer ile Reis(!) arasındaki benzerlikler beni çok rahatsız ediyor!
Her ikisi de avamdan ailelerden... Her ikisi de, gençliklerinde spor yapmış, top oynamış, her ikisinin de gençliği benzer yoksullukla geçmiş. Her ikisi de siyasette kademe kademe yükselmiş ve her ikisi de girdiği bütün seçimleri kazanmış!
Her ikisi de, benzer propoganda malzemeleri kullanmış! Hemen aklıma gelen AKP'lilerin önemsediği sloganlara bir göz atalım:
Meselâ, "Dünya Liderliği" ni sorguluyorum: Fransa'da terörist bir eylem sonrası, -bizim Başbakan da dahil- bütün dünya liderleri Paris'te toplanıp tel'in yürüyüşü yaptılar; bizim başkentimiz ve büyük şehirlerimizde sırayla bombalar patlatıldı, yüzlerce Sivil Vatandaş katledildi, hiç bir dünya ülkesinin umurunda olmadı! Dünya Liderliği bu mudur?
Eğer buysa hafızam, Hitler'in; "Yalan ne kadar büyük olursa inananı da o kadar çok olur."sözünü hatırlatıyor bana!
Sayın Cumhurbaşkanının saklamaya gerek görmediği Hitler özentisi de cabası! 2016 Ocak ayında Suûdi Arabistan dönüşünde, uçakta verdiği beyanattan, "AA" tarafından harfiyen yayınlanmasına rağmen Yandaş Medyanın makasladığı bölümleri hatırlıyorum; "Üniter devlette başkanlık sistemi yoktur diye bir şey yok. Şu anda bunun zaten dünyada örneği var, geçmişten bu yana da var. Hitler Almanyasına baktığımızda da bunu görürsünüz. Başka ülkelerde de görürsünüz. Yeter ki bütün mesele başkanlık sisteminin uygulanmasında halkını rahatsız eden bir yapısı olmasın." Diyorlardı...
Doğru söylüyorlardı!
Almanların Führer'den bir şikayetleri ve şikayet hakları yoktu ama Führer'in dünyayı rahatsız edişi vardı ve dünya Rusya'ya destek vererek Führer ve Almanyasından kurtulmuştu!
Führer ve Almanyanın yok edilmesinde baş rol oynayan ve destek verilen Rusya'nın;"Gurbet hasrettir. Hasret bedeli çok ağırdır. ... Diyoruz ki, bu sıla hasreti artık bitmelidir, bitsin istiyoruz. ... Ne istediler de vermedik?" diye Cumhur Başkanının defalarca övdüğü "Paralel Yapı Başı Üst Aklı" nın şeytani planlarıyla Türkiye ile neredeyse savaşa sokulmak üzere oluşu, tesadüf müdür?
Bir ara sınırların kaldırıldığı, Ortak Bakanlar Kurulu toplantılarının yapıldığı Suriye ile bir anda kanlı-bıçaklı düşman oluşumuz, tesadüf olabilir mi?
Bir Dünya Liderinin asla tenezzül ve tevessül etmeyeceği, "kandırılma" arkasına sığınmasını, sessiz-sadasız kabul mü edeceğim?
(Devam edecek)?
Adam; açık kapıdan girmiş, evin önündeki arabaya eşyaları yükleyip götürmüşse elbette hırsızdır ve suçludur ama kapıyı açık, arabayı kontak anahtarı ile, evini bahçesini sahipsiz bırakan ev sahibi de, en az hırsız kadar veballi değil midir?
Cumhuriyet tarihinin, belki de Türk tarihinin en kalleş, en kahpe, en vicdansız kalkışmasına tanık olduk! Sadece tanıklık da değil, bu kahpe kalkışmayı püskürten, alt eden şanlı bir millet olduğumuzu da, bütün dünyaya gösterdik.
Sayın Cumhurbaşkanı; "... Hem Rabbime, hem milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum. Rabbim de milletim de bizi affetsin." diyerek nedametlerini ve özürlerini beyan ettiler. Şahsen kabulümdür ama bu aynı zamanda bir itiraf değil midir?
Aynı zamanda suç ortaklığını, -kandırılarak da olsa- kabul değil midir ve bu itirafın bir müeyyidesi olmamalı mıdır?
Birilerinin milletin söylenmelerini söze çevirerek ilgililere söylemesi gerek!
Meselâ, artık; "Emaneti ehline veriniz." Allah buyruğuna kesinlikle uyulması ve liyakatin harekete geçirilmesi zamanı değil midir?
Bir memlekette; Cumhurbaşkanını, Başbakanı, Bakanlar Kurulunu, Milletvekillerinin epeycesini; devlet dairelerindeki bürokratların yarıdan fazlasını kandırabilmiş olan kişi veya oluşumun; avamdan insanları, genç öğrencileri, kadınları kandırmaları doğal değil midir?
Sayın Cumhurbaşkanı, milletten özür dileyince oluyorsa; pişman olmuş, 15 Temmuzdan sonra aklı başına gelmiş(!)lerin özürlerinin de muhatap bulması gerekmez mi?
Yanlış anlaşılmasın; fark ettiğim ilk günden beri ki, 2000'li yıllardan beri; "Diyalogculara" başlıklı ve başka sayısız yazılarımda ve katıldığım panellerde karşı çıktığım riyakâr Fetullah ve çete mensuplarını savunduğum anlaşılmasın sakın!
Şeytana uyanın tövbe etme şansı varsa; Allah da tövbeyi çok seviyorsa avamdan kişilerin nedamet ve özürleri de karşılıksız kalmamalıdır, diye düşünüyorum!
Sadece bununla da yetinemiyorum! Sıradan bir vaiz tarafından kandırılmış İmam Hatip menşe'li bir Cumhurbaşkanının, ülkeyi soktuğu bu badireden tek başına çıkarabileceğine inancımın olmadığını, söylemeyeyim mi, riyâ mı yapayım?
Böyle düşünmek ve söylemek için de o kadar çok sebebim var ki!
Meselâ; Führer ile Reis(!) arasındaki benzerlikler beni çok rahatsız ediyor!
Her ikisi de avamdan ailelerden... Her ikisi de, gençliklerinde spor yapmış, top oynamış, her ikisinin de gençliği benzer yoksullukla geçmiş. Her ikisi de siyasette kademe kademe yükselmiş ve her ikisi de girdiği bütün seçimleri kazanmış!
Her ikisi de, benzer propoganda malzemeleri kullanmış! Hemen aklıma gelen AKP'lilerin önemsediği sloganlara bir göz atalım:
Meselâ, "Dünya Liderliği" ni sorguluyorum: Fransa'da terörist bir eylem sonrası, -bizim Başbakan da dahil- bütün dünya liderleri Paris'te toplanıp tel'in yürüyüşü yaptılar; bizim başkentimiz ve büyük şehirlerimizde sırayla bombalar patlatıldı, yüzlerce Sivil Vatandaş katledildi, hiç bir dünya ülkesinin umurunda olmadı! Dünya Liderliği bu mudur?
Eğer buysa hafızam, Hitler'in; "Yalan ne kadar büyük olursa inananı da o kadar çok olur."sözünü hatırlatıyor bana!
Sayın Cumhurbaşkanının saklamaya gerek görmediği Hitler özentisi de cabası! 2016 Ocak ayında Suûdi Arabistan dönüşünde, uçakta verdiği beyanattan, "AA" tarafından harfiyen yayınlanmasına rağmen Yandaş Medyanın makasladığı bölümleri hatırlıyorum; "Üniter devlette başkanlık sistemi yoktur diye bir şey yok. Şu anda bunun zaten dünyada örneği var, geçmişten bu yana da var. Hitler Almanyasına baktığımızda da bunu görürsünüz. Başka ülkelerde de görürsünüz. Yeter ki bütün mesele başkanlık sisteminin uygulanmasında halkını rahatsız eden bir yapısı olmasın." Diyorlardı...
Doğru söylüyorlardı!
Almanların Führer'den bir şikayetleri ve şikayet hakları yoktu ama Führer'in dünyayı rahatsız edişi vardı ve dünya Rusya'ya destek vererek Führer ve Almanyasından kurtulmuştu!
Führer ve Almanyanın yok edilmesinde baş rol oynayan ve destek verilen Rusya'nın;"Gurbet hasrettir. Hasret bedeli çok ağırdır. ... Diyoruz ki, bu sıla hasreti artık bitmelidir, bitsin istiyoruz. ... Ne istediler de vermedik?" diye Cumhur Başkanının defalarca övdüğü "Paralel Yapı Başı Üst Aklı" nın şeytani planlarıyla Türkiye ile neredeyse savaşa sokulmak üzere oluşu, tesadüf müdür?
Bir ara sınırların kaldırıldığı, Ortak Bakanlar Kurulu toplantılarının yapıldığı Suriye ile bir anda kanlı-bıçaklı düşman oluşumuz, tesadüf olabilir mi?
Bir Dünya Liderinin asla tenezzül ve tevessül etmeyeceği, "kandırılma" arkasına sığınmasını, sessiz-sadasız kabul mü edeceğim?
(Devam edecek)?
Mustafa Aslan / diğer yazıları
- Atatürk'ün anlatımıyla Çanakkale savaşları / 20.03.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017