Devletler, ilkesiz ve politikasız veya yanlış politikalarla uzun zaman yaşayamazlar. Uzun ömürlü ve güçlü devletlerin, 'iktidarlara göre değişmeyen ancak temel eksen etrafında şartlara göre güncellenip geliştirilen' köklü 'devlet politikaları' olmak durumundadır. İşbaşına gelen tüm hükümetlerin 'ortak hizmet alanları' devam edegiden bu temel eksen etrafında şekillenir.
Demokratik cilvelerin sonucunda bir biçimde idarenin başında kendini bulan partiler, temel politikalardan yoksun olabilirler. İlkesiz, programsız ve boş bulunabilirler. Ancak devlet idaresi, politikasız, ilkesiz bırakılamaz. Zira devleti idare etmek durumunda olan hükümetlerin politikasızlıklarının faturalarını sadece ilgili parti ve partiler ödemez. Bütün bir millet öder, devlet öder.
Politikasızlık, en az yanlış politikalar kadar maliyetli ve külfetlidir.
'Devletin politikasızlığı'nın maliyet faturası, öyle basit ve kolay ödenebilecek türden değildir. 'Başkalarının esiri veya eyaleti olmak'tan 'tarihten silinme'ye kadar uzanan reel bir fatura sözkonusudur. Tarih bir anlamda, politikasızlıklarının faturasını ödeyemeyen bu kabil devlet ve milletlerin 'mezaristan'ı durundadır. Bu mezaristanda millet olarak bizim de oldukça yüksek sayıda ölümüz mevcuttur. Belki ölüsü en çok olan da biziz.
Bu bağlamda uluslararası arenada aklını en fazla devşiren biz olmamız lazım gelir... Şayet ibret alıyorsak.
Ancak AB hususundaki tek yanlı körükörüne adımlarımıza, Kuzey Irak'taki gelişmelere, Kıbrıs'taki karşı manevralara rağmen kronikleşmiş duyarsızlığımıza, içerideki politik ilkesizlik örnekleri imar, azınlık ve terör genelgesi atraksiyonlarına ve tabii alınterimizle üretip kalkınmak yerine IMF'nin faizli kredisine meftun 'manda iktisat anlayışı'mıza bakılırsa hiç de ibret aldığımız söylenemez.
Bu ilkesizliklerin somut yasal adımlarına değinmeyi yarına bırakarak şunun altını bir kez daha çizelim. Bu ülke hepimizin, bu devlet hepimizin, bu kaynaklar, bu insanlar, bu millet bizim. Gözünü bize kestirenler de, kestiremeyenler de bize diş bilemeye devam etmektedirler.
Bundan daha da önemlisi, dış ve iç politik ilkesizliklerimizden istifade ederek dayandığımız kalelerimizde gedikler açmakta, tavizler koparmakta, kaptırdığımız atlarımızla Üsküdar'ımızı geçmektedirler.
Ülkemizde azınlıkların sevindiği kadar, bu 'milletin asıl çoğunluğu' sevinebiliyor mu? Musul-Kerkük'te Peşmergelerin sevindiği kadar Türkmenler sevinebiliyor mu?
Sadece bu iki sorunun cevabı bile 'maalesef nerede durduğumuz'u göstermeye yeter.
ABD'yi, AB'yi, IMF'yi, Türk dünyamızı, Ortadoğu'muzu bir de bu açıdan seyredin bakalım; nelerimizi kaybetmişiz.
Nelerimizi kaybetmemişiz ki...
Politikasızlığın veya yanlış politikaların yüksek maliyetini ve faturalarını sadece işbaşındaki partiler ödemediğine göre, 'bütün bir millet ödemek zorunda' olduğuna göre hepimize iş düşmektedir. Yanlış adımlara karşı duyarlı olmak, oyunları sezmek, oyuna gelmemek durumundayız. Bu bir vatan borcu, namus borcudur.
Böylesi bir konjonktürde Bağımsız Türkiye Partisi'nin, "Türkiye Cumhuriyeti'nin simgeleyen Hilal'in etrafını çevrelemiş tarihteki imparatorluklarımızın sembolü 16 yıldız"lı parti amblemini bile son derece önemsemek lazım geldiği kanaatindeyim... Değil programını, projelerini, somut kalkınma modellerini.
Demokratik cilvelerin sonucunda bir biçimde idarenin başında kendini bulan partiler, temel politikalardan yoksun olabilirler. İlkesiz, programsız ve boş bulunabilirler. Ancak devlet idaresi, politikasız, ilkesiz bırakılamaz. Zira devleti idare etmek durumunda olan hükümetlerin politikasızlıklarının faturalarını sadece ilgili parti ve partiler ödemez. Bütün bir millet öder, devlet öder.
Politikasızlık, en az yanlış politikalar kadar maliyetli ve külfetlidir.
'Devletin politikasızlığı'nın maliyet faturası, öyle basit ve kolay ödenebilecek türden değildir. 'Başkalarının esiri veya eyaleti olmak'tan 'tarihten silinme'ye kadar uzanan reel bir fatura sözkonusudur. Tarih bir anlamda, politikasızlıklarının faturasını ödeyemeyen bu kabil devlet ve milletlerin 'mezaristan'ı durundadır. Bu mezaristanda millet olarak bizim de oldukça yüksek sayıda ölümüz mevcuttur. Belki ölüsü en çok olan da biziz.
Bu bağlamda uluslararası arenada aklını en fazla devşiren biz olmamız lazım gelir... Şayet ibret alıyorsak.
Ancak AB hususundaki tek yanlı körükörüne adımlarımıza, Kuzey Irak'taki gelişmelere, Kıbrıs'taki karşı manevralara rağmen kronikleşmiş duyarsızlığımıza, içerideki politik ilkesizlik örnekleri imar, azınlık ve terör genelgesi atraksiyonlarına ve tabii alınterimizle üretip kalkınmak yerine IMF'nin faizli kredisine meftun 'manda iktisat anlayışı'mıza bakılırsa hiç de ibret aldığımız söylenemez.
Bu ilkesizliklerin somut yasal adımlarına değinmeyi yarına bırakarak şunun altını bir kez daha çizelim. Bu ülke hepimizin, bu devlet hepimizin, bu kaynaklar, bu insanlar, bu millet bizim. Gözünü bize kestirenler de, kestiremeyenler de bize diş bilemeye devam etmektedirler.
Bundan daha da önemlisi, dış ve iç politik ilkesizliklerimizden istifade ederek dayandığımız kalelerimizde gedikler açmakta, tavizler koparmakta, kaptırdığımız atlarımızla Üsküdar'ımızı geçmektedirler.
Ülkemizde azınlıkların sevindiği kadar, bu 'milletin asıl çoğunluğu' sevinebiliyor mu? Musul-Kerkük'te Peşmergelerin sevindiği kadar Türkmenler sevinebiliyor mu?
Sadece bu iki sorunun cevabı bile 'maalesef nerede durduğumuz'u göstermeye yeter.
ABD'yi, AB'yi, IMF'yi, Türk dünyamızı, Ortadoğu'muzu bir de bu açıdan seyredin bakalım; nelerimizi kaybetmişiz.
Nelerimizi kaybetmemişiz ki...
Politikasızlığın veya yanlış politikaların yüksek maliyetini ve faturalarını sadece işbaşındaki partiler ödemediğine göre, 'bütün bir millet ödemek zorunda' olduğuna göre hepimize iş düşmektedir. Yanlış adımlara karşı duyarlı olmak, oyunları sezmek, oyuna gelmemek durumundayız. Bu bir vatan borcu, namus borcudur.
Böylesi bir konjonktürde Bağımsız Türkiye Partisi'nin, "Türkiye Cumhuriyeti'nin simgeleyen Hilal'in etrafını çevrelemiş tarihteki imparatorluklarımızın sembolü 16 yıldız"lı parti amblemini bile son derece önemsemek lazım geldiği kanaatindeyim... Değil programını, projelerini, somut kalkınma modellerini.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019