Covid-19 salgını ile savaşıyoruz. Virüsün kendisi kadar önemli bir konu da salgının yönetimidir. Bunda başarılı mıyız?
Türkiye'de henüz vaka sayısı açıklanmadan önce virüsün korkusu gelmişti. Ne var ki, korkunun ecele faydası olmayacağından hazırlıklı olmamız gerekirdi.
Bir hazırlık vardı… Sağlık Bakanlığı nezdinde "görev gücü" olarak oluşturulan kurul koronavirüsle mücadeleyi amaçlıyordu. Ancaaak, 31 Aralık 2019'da Wuhan'da başlayan COVID-19 salgını lokal olmaktan çıkıp 3 ayda 160 ülkeye yayılıp, küresel afet olarak, bizim de kapımızı çaldığında mevcut sağlık altyapımızın yeterli olmadığı anlaşıldı. Kolları sıvadık mücadele için. Önlem almada eksiklerimizle beraber geç kalmamızın da davet ettiği sorunlar sökün etti. Vaka sayısı, kayıplarımız giderek yükselen bir grafik çizmeye başladı. İyileşmeler de var. Sağlık Bakanı vaka sayısının artmayacağı hususunda umut verici açıklamalarda bulunsa da Bakanlık Bilim Kurulu'nun bir üyesi sayının artacağı yolunda bir tespitte bulundu. Hangisine inanacağız!..
Şu bir gerçek ki, salgın sadece hükûmetlerin, yerel yönetimlerin alacağı tedbirlerle kontrol altına alınamaz. Virüsün yayılmasını önlemek için öncelikle toplumdaki her bireyin kendi üzerine düşenleri yapması, özellikle el hijyeni ve solunum hijyeni önlemlerini çok sıkı uygulaması ve çevresindekileri de bu konuda eğitmesi, uyarması gereklidir.
Devletin en önemli görevi iyi bir koordinasyon sağlayarak, krizi yönetme adına kamuoyunu ve konunun muhatabı sağlık çalışanlarını, sağlık kuruluşlarını sürekli ve doğru şekilde bilgilendirmek ve toplumda paniğe, endişeye neden olan yanlış, noksan ve hatalı bilgilerin önüne geçmektir. Toplumda güven havasının oluşturulması ve korunması önemlidir.
Uluslararası düzlemde ise;
2005 yılında kabul edilen Uluslararası Sağlık Yönetmeliği kapsamında Dünya Sağlık Örgütü'ne (DSÖ) verilen yetkiyle Örgüt, 29 Ocak'ta "Halk Sağlığı Açısından Küresel Acil Durum" ilan etti. Bu ilanla birlikte DSÖ tüm dünyada salgının yönetilmesi, gerekli önlemlerin alınması için koordinasyon yapma, ülkelere uyması gereken önerilerde bulunma yetkisini almış bulunuyor.
DSÖ, salgının görüldüğü ülkelere ekipler gönderiyor. Ekiplerin amacı denetim ise de, asıl amacının ülkeye salgın yönetimi konusunda destek olmak, önerilerde bulunmak şeklinde değerlendirilmelidir.
Türkiye'nin hem kriz yönetimi hem de salgınla mücadele konusunda DSÖ ile koordinasyon sağlamasında yarar var.
İçerde dışarda hep birlikte hareket ederek küresel kıyametten kurtulmanın çaresine bakmalıyız.
10 Nisan Cuma günü gece yarısına doğru, saat 22.15'de İçişleri Bakanlığı talimatıyla sokağa çıkma yasağı geldi. 30 Büyükşehir ve Zonguldak ilinde 1 saat 45 dakika sonra yasak başlayacaktı. İnsanlar paniğe kapıldı, gece yarısından önce açık buldukları market, manav, fırın önlerinde adeta savaş verdiler… Çatışmalar oldu. Bu nasıl önlemdi! Ne oldu sosyal mesafeye… Vazgeçtik üç beş adım aralıktan, iğne atsan yere düşmez sıklıkta insanlar birbiri üzerine yığılmıştı. Kaş yaparken göz çıkarıyorduk. Hiç olmazsa birkaç saat önceden değil 1 gün önceden haber verilseydi bu kargaşa yaşanmazdı. Ansızın gelen bir yasaktı bu… Yoksa Anayasa'nın 119.maddesinin bir provası mıydı!..
Anayasa, Cumhurbaşkanına, tehlikeli salgın hastalık durumunda belli bir bölge ya da ülke genelinde süresi altı ayı geçmemek üzere OHAL (Olağanüstü Hal) ilan etme yetkisi vermiştir.
Bekleyip göreceğiz. Ama lütfen önceden haber veriniz ki, sürü olmadığımızı anlayalım!