Bir önceki yazımızda Bahçeşehir Üniversitesi'nden gelen iki elektronik posta hakkında yazmıştık. O postalardan birinde, "Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları'ndan çıkan 'Vatikan Gizli Arşiv Belgeleri Işığında: Türkiye ile Vatikan Diplomatik İlişkilere Doğru' adlı kitabın lansmanı Vatikan'da gerçekleştirildi. Vatikan'a ait Cancelleria Sarayı'nda, 17. yüzyılın büyük bestekârı Itri de, 300'üncü ölüm yıldönümünde bir dinletiyle anıldı" şeklinde bir bölüm vardı. Biz bunu belirtmiş, "Itrî konusunu daha sonra yazacağız" demiştik.
Önce bir hususu tespit edelim. Bilmem dikkatinizi çekiyor mu; UNESCO, bizim için çok kıymetli olan kişiliklere anma programları düzenliyor ve o yılı, o kişiliklere atfediyor. Mesela, "Yunus Emre, Mevlana, Evliya Çelebi yılı" gibi… 2012 yılı da 17. yüzyılda yaşamış büyük bestekâr ve mutasavvıf Buhurîzade Mustafa Itrî Yılı olarak ilan edildi.
Diyeceksiniz ki; "Ne var bunda? Ne güzel işte. Kıymetlerimiz dünyaya mâl oluyor. Onları herkes tanıyor. Bundan güzel tanıtım faaliyeti mi olur?"
Evet, ilk bakışta böyle gözüküyor ama acaba işin aslı öyle mi? Yoksa perde arkasında başka türlü hesaplar mı var?
Olaya şuradan bakarsak, sanırım perde arkasındaki "ince hesap" ortaya çıkacak:
Bilinen bir gerçek ki; Papalık'ın, resmi organlarında, resmi ağızlar kanalıyla ilan ettiği "Dinler arası Diyalog", üçüncü bin yılda İslam coğrafyasının Hıristiyanlaştırılması organizasyonudur. Ve tam anlamıyla "misyonerlik" faaaliyetidir. Misyonerlikte esas; her türlü imkanın kullanılarak muhatabın (ki burada muhatap yalnız ve yalnız Müslümandır) dinî duygularının zayıflatılması ve nihayetinde dinini terk etmesidir. Tabii ki bu kademe kademe, yavaş yavaş, hazmettire hazmettire olacaktır.
Misyonerlikte asıl gaye; Hıristiyanlık öğretilerinin muhataba aktarılması değildir; amaç, Müslümanın sahip olduğu dünyevî kıymetleri onun elinden rahatça almak için direncinin sıfırlanması, daha sonra da tamamen saf değiştirmesidir. Bugün İslam coğrafyasının manzarası bunun en büyük ispatıdır. Burası uzun bir bahistir, geçiyorum…
Gelelim bizim kıymetlerimize neden el atıldığına… Kademe kademe yürüyen ve şimdiki aşaması "Medeniyetler İttifakı" olarak adlandırılan bu misyonerlik sürecinde, İslam'ın, yani "Tevhid"in sembolü olan isimler özellikle seçilerek uluslararası organizasyonlarda anılmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus; İslam'ın ve tevhidin öne çıkarılmaması, tam tersine, "diyalog, dünya barışı, hoşgörü" gibi cicili bicili kavramların arkasına saklanılarak yapılan misyonerlik çalışmalarıdır.
Mesela Hz. Mevlana gibi büyük bir mutasavvıf, hayatında İslam'dan, tevhidden başka bir şey olmayan ve asırlar öncesinden bir keramet göstererek, "Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim/Ben Hz. Muhammed Mustafa'nın yolunun tozuyum/Biri benden bundan başkasını naklederse/Ondan da şikayetçiyim, o sözden de şikayetçiyim" diyen büyük İslam âlimi, kilise koroloru eşliğinde anılmakta, sözleri çarpıtılmakta, bütün dinleri aynı gören bir zihniyetin sahibi imiş gibi anlatılmaktadır.
Şimdi aynı şeyi Itrî için yapıyorlar. Sizce onu seçmeleri bir tesadüf mü?
Kimdir Itrî?
Buhurizade Mustafa Itrî 17. yüzyılda yaşamış, Türk Musıkisinin temellerini atan büyük bir bestekârdır. Ama onun en önemli özelliği mutasavvıf olmasıdır. Segâh makamında bestelediği Tekbir ve Salât-ı Ümmiye onun bu yönünü gösteren en önemli eserleridir. Bu eserler asırlardır bütün Müslümanlar tarafından camilerde, tekkelerde, evlerde, kısaca her yerde hep bir ağızdan büyük bir aşkla okunmuş ve okunmaktadır. Bu eserlerin güftesindeki tevhid (ki burada Allah'ın birliğine Peygamberimize iman ve salavat vardır) musıkiyle öyle bütünleşmiştir ki; aşılmaz ve ulaşılmaz bir kıymete dönüşmüştür.
Tevhidi abideleştirmiş bu şahsiyet şimdi Vatikan'da, kiliselerde, ayin tarzında icra edilen ve İslam kültürüyle asla bağdaşmayan bir şekilde -güya- anılmaktadır. Bu anma değil, Itrî'nin şahsında İslamî değerlerin tahrifatıdır.
Merak ediyoruz; bakalım UNESCO önümüzdeki yıllarda hangi değerimizi, hangi sembol ismimizi hedef alacak?
"Medeniyetlerin İttifakı" olarak adlandırılan bu çalışmalara bir de şu gözle bakalım isterseniz: "Bizden ne gidiyor? Vazgeçtiklerimiz neler?"
Önce bir hususu tespit edelim. Bilmem dikkatinizi çekiyor mu; UNESCO, bizim için çok kıymetli olan kişiliklere anma programları düzenliyor ve o yılı, o kişiliklere atfediyor. Mesela, "Yunus Emre, Mevlana, Evliya Çelebi yılı" gibi… 2012 yılı da 17. yüzyılda yaşamış büyük bestekâr ve mutasavvıf Buhurîzade Mustafa Itrî Yılı olarak ilan edildi.
Diyeceksiniz ki; "Ne var bunda? Ne güzel işte. Kıymetlerimiz dünyaya mâl oluyor. Onları herkes tanıyor. Bundan güzel tanıtım faaliyeti mi olur?"
Evet, ilk bakışta böyle gözüküyor ama acaba işin aslı öyle mi? Yoksa perde arkasında başka türlü hesaplar mı var?
Olaya şuradan bakarsak, sanırım perde arkasındaki "ince hesap" ortaya çıkacak:
Bilinen bir gerçek ki; Papalık'ın, resmi organlarında, resmi ağızlar kanalıyla ilan ettiği "Dinler arası Diyalog", üçüncü bin yılda İslam coğrafyasının Hıristiyanlaştırılması organizasyonudur. Ve tam anlamıyla "misyonerlik" faaaliyetidir. Misyonerlikte esas; her türlü imkanın kullanılarak muhatabın (ki burada muhatap yalnız ve yalnız Müslümandır) dinî duygularının zayıflatılması ve nihayetinde dinini terk etmesidir. Tabii ki bu kademe kademe, yavaş yavaş, hazmettire hazmettire olacaktır.
Misyonerlikte asıl gaye; Hıristiyanlık öğretilerinin muhataba aktarılması değildir; amaç, Müslümanın sahip olduğu dünyevî kıymetleri onun elinden rahatça almak için direncinin sıfırlanması, daha sonra da tamamen saf değiştirmesidir. Bugün İslam coğrafyasının manzarası bunun en büyük ispatıdır. Burası uzun bir bahistir, geçiyorum…
Gelelim bizim kıymetlerimize neden el atıldığına… Kademe kademe yürüyen ve şimdiki aşaması "Medeniyetler İttifakı" olarak adlandırılan bu misyonerlik sürecinde, İslam'ın, yani "Tevhid"in sembolü olan isimler özellikle seçilerek uluslararası organizasyonlarda anılmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus; İslam'ın ve tevhidin öne çıkarılmaması, tam tersine, "diyalog, dünya barışı, hoşgörü" gibi cicili bicili kavramların arkasına saklanılarak yapılan misyonerlik çalışmalarıdır.
Mesela Hz. Mevlana gibi büyük bir mutasavvıf, hayatında İslam'dan, tevhidden başka bir şey olmayan ve asırlar öncesinden bir keramet göstererek, "Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim/Ben Hz. Muhammed Mustafa'nın yolunun tozuyum/Biri benden bundan başkasını naklederse/Ondan da şikayetçiyim, o sözden de şikayetçiyim" diyen büyük İslam âlimi, kilise koroloru eşliğinde anılmakta, sözleri çarpıtılmakta, bütün dinleri aynı gören bir zihniyetin sahibi imiş gibi anlatılmaktadır.
Şimdi aynı şeyi Itrî için yapıyorlar. Sizce onu seçmeleri bir tesadüf mü?
Kimdir Itrî?
Buhurizade Mustafa Itrî 17. yüzyılda yaşamış, Türk Musıkisinin temellerini atan büyük bir bestekârdır. Ama onun en önemli özelliği mutasavvıf olmasıdır. Segâh makamında bestelediği Tekbir ve Salât-ı Ümmiye onun bu yönünü gösteren en önemli eserleridir. Bu eserler asırlardır bütün Müslümanlar tarafından camilerde, tekkelerde, evlerde, kısaca her yerde hep bir ağızdan büyük bir aşkla okunmuş ve okunmaktadır. Bu eserlerin güftesindeki tevhid (ki burada Allah'ın birliğine Peygamberimize iman ve salavat vardır) musıkiyle öyle bütünleşmiştir ki; aşılmaz ve ulaşılmaz bir kıymete dönüşmüştür.
Tevhidi abideleştirmiş bu şahsiyet şimdi Vatikan'da, kiliselerde, ayin tarzında icra edilen ve İslam kültürüyle asla bağdaşmayan bir şekilde -güya- anılmaktadır. Bu anma değil, Itrî'nin şahsında İslamî değerlerin tahrifatıdır.
Merak ediyoruz; bakalım UNESCO önümüzdeki yıllarda hangi değerimizi, hangi sembol ismimizi hedef alacak?
"Medeniyetlerin İttifakı" olarak adlandırılan bu çalışmalara bir de şu gözle bakalım isterseniz: "Bizden ne gidiyor? Vazgeçtiklerimiz neler?"
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Okan Egesel / diğer yazıları
- Hz. İnsan’a… / 20.04.2020
- Koronavirüsten önce, koronavirüsten sonra... / 28.03.2020
- ‘Ben Ali’yim’ / 25.06.2019
- Atatürk keramet sahibi bir veliydi / 10.04.2019
- Çok şükür psikolojimiz yetmiyor! / 13.03.2019
- O günler geliyor, görüyorum / 22.02.2019
- Evet, bu seçim beka seçimidir / 06.02.2019
- Kumpasın arkasındakileri açıklıyorum / 11.01.2019
- Mustafa Kemal’in uçaklarına ne oldu? / 05.01.2019
- Yunan’ın galip gelmesini isteyen hainler / 26.12.2018
- Koronavirüsten önce, koronavirüsten sonra... / 28.03.2020
- ‘Ben Ali’yim’ / 25.06.2019
- Atatürk keramet sahibi bir veliydi / 10.04.2019
- Çok şükür psikolojimiz yetmiyor! / 13.03.2019
- O günler geliyor, görüyorum / 22.02.2019
- Evet, bu seçim beka seçimidir / 06.02.2019
- Kumpasın arkasındakileri açıklıyorum / 11.01.2019
- Mustafa Kemal’in uçaklarına ne oldu? / 05.01.2019
- Yunan’ın galip gelmesini isteyen hainler / 26.12.2018