MİSAFİR KALEM / Fatıma LEYLA
Kandil gecesi sabaha doğru Hakk'a rıhlet eden bir dostun anısına...
Ellerini cebinden çıkardığında parmak uçlarını hissetmiyordu. Gecenin sessizliğini daha iyi duyabilmek için ara sokakları tercih etmişti ama nafile. Akşamı yatsıya bağlayan şu soğuk kış saatlerinde bile sokaklardan gürültü eksik olmuyordu. Kâh bir araba sesi, kâh bir genç topluluğunun kahkahası derken... Bir "ah" çekti. Kendi alemine dalınca nasıl bütün seslerin sessizlik bütün sessizliklerin çığlık olduğunu anlıyordu. Nasıl bütün yalnızlıklar güzel bütün kalabalıklarda yalnızlığın cabasıyla...
Sol elini mantosunun cebine götürürken "Hayır, içmeyecektim, söz verdim" demişti içinden. Ama başka bir ses "boş ver dost, bu son sigaran, bu gece senin ve bu son sigara da senin, yakıver gitsin" demişti. İçinden gelen bu ikinci isteği reddedecek gücü bulamamıştı kendinde. Sigarasını çıkardı. Bu, paketindeki son sigaraydı ve bir daha almayacağına dair sözü vardı. Çakmağı yakmakta bayağı zorlanmıştı, belli ki onun da gazı bitmişti. "Nasıl olsa son" dedi. "Ne olacak rüzgar şurdan esse veya burdan vursa yüreğime... Hepsi son olacak."
Dumanını yukarıya doğru üflüyordu. Bu sırada gökyüzü dikkatini çekti. Hava soğuk ve biraz da sisli olmasına rağmen gökyüzündeki bu dolu dolu yıldızlarda neydi böyle. Sonra farketti ki, gördükleri yıldız değildi. Çiseleyen yağmur gözlerinden süzülenlerle birleşmiş ve gözlerinin içinde bir damlacık oluşturmuştu. Bu sebeple hafif yumuk gözleriyle gökyüzünü yıldızlı görmüştü. Halbuki son yıldız dün gece görünmüştü. Yoksa ne arardı bu kara kışta böylesine yıldızlar.
Sigarasından her bir çekişte, derince soluklanıyordu. Çabucak bitivermişti. Suçluluk duygusu sardı benliğini "içmeyecektim işte, atmalıydım." Kendine bu denli baskı yapması zoruna gitmişti, gönlünü okşarcasına teselli verdi. "Herşeyin bir sonu varsa yıldızlar gibi, onun da sonu gelecek. Tek sorun bağlanmak, ayakta duramamak kendi başıma... Yoksa üşürmüydüm böyle, sıcacık mantoma sarılmak gibi, gönlümü ısıtacak bir ele sarılamadım ben. Bu yüzden hep yalnız kalmaktayım".
Yürüye yürüye insanların daha fazla bulunduğu caddelere varmıştı. Her ne kadar yağmur çiseliyor olsa da yanaklarından ince damlalar halinde süzülen gözyaşlarının farkına varırlar diye kendini sıkıyordu, boğazının düğümlenmesine aldırmadan. Yine derin bir ah çekmiş ve çabucak bir ara sokağa varmak için adımlarını sıklaştırmıştı. Neydi içindeki bu hüzün, bu sebepsiz fırtına? Evde beraber kaldığı arkadaşları en geç yedi sularında evde olmasını istemişlerdi ama kafası öyle karışıktı ki niçin çağırdıklarını bile hatırlamıyordu. Sözünü tutmak üzere otobüs durağına yürüdü. Cebindeki son bileti atmıştı. "Biletim de mi bitmiş" diye söylendi. Ne oluyordu böyle, bu gece herşeyin sonunun yazıldığı bir gece miydi? Bir güzelliği yok muydu acaba? Hep son, hep son... Bir başlangıcı yokmuydu acaba? Hani gece bitince sabah başlardı ya, böyle birşey...
Otobüsten indi. Can dostu Kerim'e söz vermemiş olsaydı önceleri daim uğradığı büfeden bir sigara alır, eve varan o kısa yolda yavaş adımlarla yürürken bir sigara daha yakardı amma... Ayakları bir iki gitti geldi. Sonra yediye yetişmek üzere eve doğru hızlıca yürümeye karar verdi. Saat yedide ne olduğunu hatırlamalıydı, eve varınca etrafına tuhaf tuhaf bakınan biri olmak istemiyordu. Acaba fakültelerinin sık sık düzenledikleri sanat müziği konseri mi vardı yine, yoksa sinemaya mı gideceklerdi. Aklı neden bu denli karışmıştı sanki, hiç birşeyi hatırlamıyordu.
Dairelerinin ışıkları yanmıyordu. "Onlar gitmişler, ben böyle kendi işlerimle telaşta iken kaçırdım işte" diye hayıflandı. Anahtarıyla kapıyı açtı. Salona yeni geçmişti ki ışıkların kendiliğinden açıldığını farketti.
-Doğum günün kutlu olsun Selman'cığım diyerek tüm arkadaşları bir bir doğum gününü kutluyordu. Kendinin dahi unuttuğu doğum gününü hatırlamalarından çok duygulanmıştı, ancak ağzından bir kaç kelimecik dahi söz çıkmadı, şaşkın şaşkın bakınıyordu. Kerim sözü aldı hemen;
-Hadi arkadaşlar bu fasıl bu kadar, hemen hazırlanın programa gidiyoruz.
Selman bakındı:
-Ne programı, dedi alçak bir sesle.
-Bu gece kandil gecesi ya Selman... Hani önceki kandilde bir dahaki sefer sizinle geleceğim diye söz vermiştin.
-Tabii geleceğim Kerim, geleceğim. Herşey için çok teşekkür ederim, diyerek kucaklaştı Kerim'le. Duygu yoğunluğundan olacak ki titrek geliyordu sesi.
-Geleceğim Kerim, dedi tekrar. Kulluktan çok uzak geçirdim şu ana kadar ömrümü, elimde kalan ne var? Sizlerle beraber, o ibadet iklimine, Cennet bahçesine geleceğim bu gece. Nerden bilebilirim, belki de bu gece son gecemdi. Sigaram gibi, çakmağım gibi, biletim gibi... Biliyor musun hepsi de bitti. Ben de bitip tükenmeden artık var olmalıyım. Kimbilir belki de bitişe bir adım yakınımdır sadece...
Kandil gecesi sabaha doğru Hakk'a rıhlet eden bir dostun anısına...
Ellerini cebinden çıkardığında parmak uçlarını hissetmiyordu. Gecenin sessizliğini daha iyi duyabilmek için ara sokakları tercih etmişti ama nafile. Akşamı yatsıya bağlayan şu soğuk kış saatlerinde bile sokaklardan gürültü eksik olmuyordu. Kâh bir araba sesi, kâh bir genç topluluğunun kahkahası derken... Bir "ah" çekti. Kendi alemine dalınca nasıl bütün seslerin sessizlik bütün sessizliklerin çığlık olduğunu anlıyordu. Nasıl bütün yalnızlıklar güzel bütün kalabalıklarda yalnızlığın cabasıyla...
Sol elini mantosunun cebine götürürken "Hayır, içmeyecektim, söz verdim" demişti içinden. Ama başka bir ses "boş ver dost, bu son sigaran, bu gece senin ve bu son sigara da senin, yakıver gitsin" demişti. İçinden gelen bu ikinci isteği reddedecek gücü bulamamıştı kendinde. Sigarasını çıkardı. Bu, paketindeki son sigaraydı ve bir daha almayacağına dair sözü vardı. Çakmağı yakmakta bayağı zorlanmıştı, belli ki onun da gazı bitmişti. "Nasıl olsa son" dedi. "Ne olacak rüzgar şurdan esse veya burdan vursa yüreğime... Hepsi son olacak."
Dumanını yukarıya doğru üflüyordu. Bu sırada gökyüzü dikkatini çekti. Hava soğuk ve biraz da sisli olmasına rağmen gökyüzündeki bu dolu dolu yıldızlarda neydi böyle. Sonra farketti ki, gördükleri yıldız değildi. Çiseleyen yağmur gözlerinden süzülenlerle birleşmiş ve gözlerinin içinde bir damlacık oluşturmuştu. Bu sebeple hafif yumuk gözleriyle gökyüzünü yıldızlı görmüştü. Halbuki son yıldız dün gece görünmüştü. Yoksa ne arardı bu kara kışta böylesine yıldızlar.
Sigarasından her bir çekişte, derince soluklanıyordu. Çabucak bitivermişti. Suçluluk duygusu sardı benliğini "içmeyecektim işte, atmalıydım." Kendine bu denli baskı yapması zoruna gitmişti, gönlünü okşarcasına teselli verdi. "Herşeyin bir sonu varsa yıldızlar gibi, onun da sonu gelecek. Tek sorun bağlanmak, ayakta duramamak kendi başıma... Yoksa üşürmüydüm böyle, sıcacık mantoma sarılmak gibi, gönlümü ısıtacak bir ele sarılamadım ben. Bu yüzden hep yalnız kalmaktayım".
Yürüye yürüye insanların daha fazla bulunduğu caddelere varmıştı. Her ne kadar yağmur çiseliyor olsa da yanaklarından ince damlalar halinde süzülen gözyaşlarının farkına varırlar diye kendini sıkıyordu, boğazının düğümlenmesine aldırmadan. Yine derin bir ah çekmiş ve çabucak bir ara sokağa varmak için adımlarını sıklaştırmıştı. Neydi içindeki bu hüzün, bu sebepsiz fırtına? Evde beraber kaldığı arkadaşları en geç yedi sularında evde olmasını istemişlerdi ama kafası öyle karışıktı ki niçin çağırdıklarını bile hatırlamıyordu. Sözünü tutmak üzere otobüs durağına yürüdü. Cebindeki son bileti atmıştı. "Biletim de mi bitmiş" diye söylendi. Ne oluyordu böyle, bu gece herşeyin sonunun yazıldığı bir gece miydi? Bir güzelliği yok muydu acaba? Hep son, hep son... Bir başlangıcı yokmuydu acaba? Hani gece bitince sabah başlardı ya, böyle birşey...
Otobüsten indi. Can dostu Kerim'e söz vermemiş olsaydı önceleri daim uğradığı büfeden bir sigara alır, eve varan o kısa yolda yavaş adımlarla yürürken bir sigara daha yakardı amma... Ayakları bir iki gitti geldi. Sonra yediye yetişmek üzere eve doğru hızlıca yürümeye karar verdi. Saat yedide ne olduğunu hatırlamalıydı, eve varınca etrafına tuhaf tuhaf bakınan biri olmak istemiyordu. Acaba fakültelerinin sık sık düzenledikleri sanat müziği konseri mi vardı yine, yoksa sinemaya mı gideceklerdi. Aklı neden bu denli karışmıştı sanki, hiç birşeyi hatırlamıyordu.
Dairelerinin ışıkları yanmıyordu. "Onlar gitmişler, ben böyle kendi işlerimle telaşta iken kaçırdım işte" diye hayıflandı. Anahtarıyla kapıyı açtı. Salona yeni geçmişti ki ışıkların kendiliğinden açıldığını farketti.
-Doğum günün kutlu olsun Selman'cığım diyerek tüm arkadaşları bir bir doğum gününü kutluyordu. Kendinin dahi unuttuğu doğum gününü hatırlamalarından çok duygulanmıştı, ancak ağzından bir kaç kelimecik dahi söz çıkmadı, şaşkın şaşkın bakınıyordu. Kerim sözü aldı hemen;
-Hadi arkadaşlar bu fasıl bu kadar, hemen hazırlanın programa gidiyoruz.
Selman bakındı:
-Ne programı, dedi alçak bir sesle.
-Bu gece kandil gecesi ya Selman... Hani önceki kandilde bir dahaki sefer sizinle geleceğim diye söz vermiştin.
-Tabii geleceğim Kerim, geleceğim. Herşey için çok teşekkür ederim, diyerek kucaklaştı Kerim'le. Duygu yoğunluğundan olacak ki titrek geliyordu sesi.
-Geleceğim Kerim, dedi tekrar. Kulluktan çok uzak geçirdim şu ana kadar ömrümü, elimde kalan ne var? Sizlerle beraber, o ibadet iklimine, Cennet bahçesine geleceğim bu gece. Nerden bilebilirim, belki de bu gece son gecemdi. Sigaram gibi, çakmağım gibi, biletim gibi... Biliyor musun hepsi de bitti. Ben de bitip tükenmeden artık var olmalıyım. Kimbilir belki de bitişe bir adım yakınımdır sadece...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.