İçişleri Bakanlığı Genelgesi ile aşısızların PCR test zorunluluğu kaldırıldı! Şaka gibi… Bir yandan Sağlık Bakanı günlük vaka sayısının 70 bine dayandığını açıklıyor; diğer yandan bir başka bakanlık, konser, toplantı gibi etkinliklerde, şehirler arası seyahatlerde, okullarda, THY iç seferlerinde Covid-19 salgınıyla ilgili test (PCR) zorunluluğunu ortadan kaldırıp atıyor. Bu karar alınırken insanların yaşam hakkı hiç mi düşünülmedi! Halk arasında söylenen bir söz vardır: "Bırak sarhoşu yıkılana kadar gitsin." Bunu halk sağlığı alanına yansıtırsak karşımızda, "sürü bağışıklığı" kavramını buluruz.
Aşıya özendirme kampanyası sürerken, "bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" misali, test zorunluluğunun kaldırılması, aşı karşıtlarının zaferi olarak yorumlanabilir mi!!!
AKP iktidarının basiretsizliği diyebilir miyiz buna? Türkiye'de COVID-19 salgını nasıl yönetiliyor sorusunun yanıtı da bu beceriksizlikte gizlenmiyor mu?
Asıl sorun ekonomide! Toplumun alt yapısı olan ekonomide işler iyi gitmiyorsa, sağlık, hukuk, eğitim gibi üst yapı kurumları da zarar görür. Nitekim Devletin sağlık kurum ve kuruluşlarında, cerrahi operasyonlar malzeme yokluğundan yapılamıyor. Ameliyat işlemleri beklemede. PCR için malzeme sıkıntısı var da, o nedenle mi test zorunluluğu kaldırıldı? Para yok deniliyor… Yazlık saraylara yüz milyonlar bulunuyorsa, insanların yaşam haklarının korunması için ne yapılıyor?
AKP iktidarının saraylardan önce;
Salgından kaynaklanan toplumsal krizde, olağandışı bir harcama programı tasarlamalı, yurttaşlara, emekçilere dönük doğrudan ayni ve nakdi yardımı öngörmelidir.
Krizle zora giren sivil havacılık, enerji, finans gibi stratejik sektörler kamulaştırılmalı.
KÖİ (Kamu Özel İşbirliği) projelerinin kamulaştırılması hedeflenmeli. Kriz kaynaklı düşük performanslar nedeniyle oluşabilecek garanti ödemeleri iptal edilmeli (Erdoğan'ın "söke söke alırlar" ifadesinin hukuken karşılığı tartışmaya açıktır). Kanal İstanbul gibi üzerinde toplumsal uzlaşma sağlanmamış projelerden vazgeçilmeli.
Bizim bu temennilerimiz, sosyal devlet kapsamında iktidarın yükümlü olduğu görevlerdir.
Sosyal devlet çökerse, neoliberal politikalar devreye girer, yarar değil çıkar hedeflenir… Bundan diğer sektörler gibi, sağlık alanı da nasibini alır; sağlık hizmetleri piyasalaşır, ticarileşir. Bunun sonucunda da halk sağlığı hizmetlerinde gerileme olur. Gelecek nesillerin sağlık hakkının savunulması zora girer.
Kapitülasyonlar Lozan Barış Antlaşması ile kaldırılmıştı. Oysa günümüzdeki yanlış ekonomi politikaları, özelleştirme, KOİ uygulamaları ile kapitülayon hortlakları sahne almıştır. En canlı örnek şehir hastaneleridir.
Bizzat Sağlık Bakanı KÖİ modeliyle inşa edilen şehir hastanelerinin maliyetinin çok yüksek olduğunu, bundan böyle KÖİ modeli dışına çıkarak genel bütçeden kendi imkanlarımızla hastane yapacağımızı açıklamıştır.
Demokrasi açısından da bir eleştiri yöneltmek istiyoruz;
Halk sağlığı ile ilgili konularda verilerin saklanması, konuyla ilgili açıklama yapan bilim insanlarının soruşturmalara tabi tutulması, siyasi iktidarın medyayı kontrol altına alıp haberlerin sansürlenmesi ne yazık ki demokrasinin gelişmediği ya da otoriter rejimlerin ortak özelliğidir. Ve bu fotoğrafın hecelerine hiç de yabancı değiliz
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023