Nefsin terbiye ve tezkiyesinde, bir; nefsin tamamen zikrullah ile tezkiye edilmesi, iki; ruhen yüceltilmesi var. Burada bir riyaziyat yolu vardır. Kişi riyaziyatı tercih ederek yoluna devam eder. Diğeri de ubudiyyeti/kulluğu hâl olarak benimser. Birisi eylemden hareketle, fiillerden hareketle netice alır. Diğeri sürekli niyetini ıslah eder. İslam tasavvufu bu iki hâl, vahdet-i vücud, vahdet-i şuhud, yani zikir ve tecelli yolu dediğimiz iki yoldan insanı bir noktaya taşımıştır. İnsanı erdemleştirip, kemal hâline kavuşturmuştur, diyebiliriz.Tasavvuf, insanın, halk içinde Allah'la beraber olmasıdır. İnsanın asıl gayesi de budur. Bu hâle insan ne ile vasıl olur? Ubudiyetle, ibadetle. Sen, "Bu, İslam'da yoktur" dediğin zaman, İslam'ı toptan inkar ediyorsun. Yani İslam'ın yaşanılır tarzıdır tasavvuf. İslam'ın yaşanılır hâl boyutudur. "Bu yoktur" denince, o zaman -haşa- insan "İslam yoktur" demek gibi bir iddia ile karşı karşıya kaliyor. Bu tip iddialar benim kanaatim ya bazı insanların takdirini alabilmek için söylenmiş sözlerdir yada cehalettendir. Veya da gaflettendir. Tasavvuf, Peygamber'in, Resulullah'ın hâlidir. Ehl-i Beyt'in hâlidir. Belki adına "şu" veya "bu" denmemiştir ama, Peygamberin (as), sahabesinin ve bilhassa Ehl-i Beyt'inin hâlidir tasavvuf.İslam dünyasında, tasavvufu hayatına en güzel tarzda geçiren millet, Türk milletidir. Sahabe içerisinde de bu hayatı en verimli şekilde yaşayan Ehl-i Beyt'tir. Bir manada Ehl-i Beyt'in hâli, kulluğun doruk noktada yaşanmasıdır. Kulluktan murad, ideolojik saplantılar ve siyasi analizlerden dini tamamen uzaklaştırıp, ibadetle ve kalbî boyutta Allah'a vasıl olmaktır. Yani kulun kalp kulvarında Allah'a yürümesidir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.