Devletin ilgili birimlerinde periyodik olarak yapılan durum değerlendirmelerinde tehdit algılaması ve önceliği zaman zaman yer değiştirir.
"İlgili birimler" sözünü; siyasi kadroların yer değiştirmesi ile değişmeyen, onlardan en az etkilenen dinamik güçler olarak okuyabilirsiniz.
Bu arada belki ilgilenenler olur diye söylüyorum, askerlikte temel kaide en yakın tehlikenin en büyük tehlike olduğudur.
Mevcut durum, öncelikli tehditin niteliği konusunda bir zihin jimnastiği yapılmasını elzem kılmaktadır.
Refah'ın AİHM'ye itirazının bu mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine çeşitli çevrelerce sergilenen üç tavrı yadırgadığımı itiraf etmeliyim.
İlki, bu mahkemeye yıllar yılı "şeytan" dedikleri batının bir kurumu olduğu halde "Millî" Görüş kurmaylarının başvuruda bulunması... İkincisi Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Yargıtay Eski Başsavcısı gibi Türk hukuk sisteminin en üst seviyelerinde görev yapmış kişilerin bu karardan memnuniyet duyduklarını ifade etmeleri.
AİHM, Türk yargısının kararlarını onama makamı değildir ki!
Ve üçüncüsü devşirme basının "İrtica'ya Avrupa'dan da geçit yok" çığlıkları atmaları.
Aynı basın acaba gittikçe siyasallaşan PKK hareketinin mevcut parti veya partilerinin suç işledikleri takdirde kapatılmasını da aynı heyecanla kabul edecek midir?
Peki sistem, "irticaî" damgasını vurduğu partiye gösterdiği sert ve net tavrı, acaba yaşamakta olduğumuz Helsinki-Kopenhag sömürge sürecinde "bölücü" partiye de gösterecek midir?
İrtica ile mücadelenin, hangi kılıkta gelirse gelsin 1000 yıl daha süreceği, artık hiçbir siyasi hareketin aynı motif ve sembolleri istismar ederek politika yapamayacağı, yaşanılan son olaylardan sonra iyice kesinleşmiştir de bölücülüğün değiştirdiği kılık ve tavırlar da yine 1000 yıl aynı inançla kovalanacak mıdır?
O halde önce gelin şu irticanın tarifinde anlaşalım.
Bu konudaki düşüncesi hep merak edilen asker, "irtica"dan "din"i anlamamaktadır. Çünkü irtica, din değildir." Son derece zorlama bir şekilde ille de dinle alâka kurulmak isteniyorsa, bu olsa olsa kerameti kendinden menkul bir "Amerikan tipi şeriat" kavramıdır. İrtica" denilen şey "Atlantik ötesi kaynaklı bir aldatmaca"dır. Bir tür hristiyanlıktır.
İrtica gericiliktir. Din'de olabileceği gibi çok başka alanlarda da irtica olabilir. Meselâ Akkuyu'ya nükleer santral yapılmasını istemeyerek Türkiye'nin bu alanda geri kalmasını sağlayanlar "ilmî mürteciler", Fırtına Deresine hidroelektrik santral yapılmasını istenmeyenler de "çevreci mürteciler"dir.
"Sultan's of the Dance" da Türk dansları kılığında Türk'ten gayri her çeşit renk, kıyafet, desen ve hareketi sahneleyenler "mozaik mürtecileri"dir.
Helsinki-Kopenhag süreci ile ele geçirdikleri fırsattan istifade aynen bölücü ve mandacılar gibi komplekslerini kusarak şuur altlarındaki asker düşmanlığını açıktan seslendirmeye başlayanlar da elbette "fikrî mürteciler"dir.
Evet, asker MGK'da "İrtica ile mücadele edin" şeklinde genel bir çerçeve çizmiştir. Ama filan şirketi, falan grubu, filân sermayeyi, okulu, şahsı araştırın kapatın dememiştir; yapısı gereği, düşünce sistematiği gereği demez.
Burada problem yaratan, askerin bu görüşünü alan sivil idari ve siyasi yetkililerin, "kraldan fazla kralcı" kesilerek ve vur deyince öldürerek ve tamamen kendi sübjektif değer ölçülerine göre; siyaseten, yahut makam ve memuriyet nüfuzu açısından kendisine rakip olarak gördüğü parti, kadro, şahıs ve kurumları "mürteci" diye damgalamasıdır.
İşte o zaman kimin gerçek mürteci olduğu karışmaktadır. Çünkü herkesin mürtecisi kendi tarifine, çıkarına göredir ve başka başkadır.
İçerde ve dışarıda kimse sadece "irtica"yı tehlike olarak gösterip "bölücülük"ü
unutturmamalıdır.
Geçen haftaki yazımızda şöyle bir cümle vardı; "....üstelik Türkiye İslâm'ın bir siyasal hareket olarak ortaya çıktığı bir ülkedir. Bunun legal örneği Selâmet, Nizâmet, Refah, Fazilet, Saadet çizgisi; illegal örneği de Hizbullah"dır.
Bölücülük de süratle siyasallaşmakta, siyasi hareket şekline dönüşmekte, devletin dinamik güçlerini test eder hâle girmektedir.
Geçen hafta Tunceli'de Munzur Festival'inde işte bunun provası yapılmıştır.
"İlgili birimler" sözünü; siyasi kadroların yer değiştirmesi ile değişmeyen, onlardan en az etkilenen dinamik güçler olarak okuyabilirsiniz.
Bu arada belki ilgilenenler olur diye söylüyorum, askerlikte temel kaide en yakın tehlikenin en büyük tehlike olduğudur.
Mevcut durum, öncelikli tehditin niteliği konusunda bir zihin jimnastiği yapılmasını elzem kılmaktadır.
Refah'ın AİHM'ye itirazının bu mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine çeşitli çevrelerce sergilenen üç tavrı yadırgadığımı itiraf etmeliyim.
İlki, bu mahkemeye yıllar yılı "şeytan" dedikleri batının bir kurumu olduğu halde "Millî" Görüş kurmaylarının başvuruda bulunması... İkincisi Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Yargıtay Eski Başsavcısı gibi Türk hukuk sisteminin en üst seviyelerinde görev yapmış kişilerin bu karardan memnuniyet duyduklarını ifade etmeleri.
AİHM, Türk yargısının kararlarını onama makamı değildir ki!
Ve üçüncüsü devşirme basının "İrtica'ya Avrupa'dan da geçit yok" çığlıkları atmaları.
Aynı basın acaba gittikçe siyasallaşan PKK hareketinin mevcut parti veya partilerinin suç işledikleri takdirde kapatılmasını da aynı heyecanla kabul edecek midir?
Peki sistem, "irticaî" damgasını vurduğu partiye gösterdiği sert ve net tavrı, acaba yaşamakta olduğumuz Helsinki-Kopenhag sömürge sürecinde "bölücü" partiye de gösterecek midir?
İrtica ile mücadelenin, hangi kılıkta gelirse gelsin 1000 yıl daha süreceği, artık hiçbir siyasi hareketin aynı motif ve sembolleri istismar ederek politika yapamayacağı, yaşanılan son olaylardan sonra iyice kesinleşmiştir de bölücülüğün değiştirdiği kılık ve tavırlar da yine 1000 yıl aynı inançla kovalanacak mıdır?
O halde önce gelin şu irticanın tarifinde anlaşalım.
Bu konudaki düşüncesi hep merak edilen asker, "irtica"dan "din"i anlamamaktadır. Çünkü irtica, din değildir." Son derece zorlama bir şekilde ille de dinle alâka kurulmak isteniyorsa, bu olsa olsa kerameti kendinden menkul bir "Amerikan tipi şeriat" kavramıdır. İrtica" denilen şey "Atlantik ötesi kaynaklı bir aldatmaca"dır. Bir tür hristiyanlıktır.
İrtica gericiliktir. Din'de olabileceği gibi çok başka alanlarda da irtica olabilir. Meselâ Akkuyu'ya nükleer santral yapılmasını istemeyerek Türkiye'nin bu alanda geri kalmasını sağlayanlar "ilmî mürteciler", Fırtına Deresine hidroelektrik santral yapılmasını istenmeyenler de "çevreci mürteciler"dir.
"Sultan's of the Dance" da Türk dansları kılığında Türk'ten gayri her çeşit renk, kıyafet, desen ve hareketi sahneleyenler "mozaik mürtecileri"dir.
Helsinki-Kopenhag süreci ile ele geçirdikleri fırsattan istifade aynen bölücü ve mandacılar gibi komplekslerini kusarak şuur altlarındaki asker düşmanlığını açıktan seslendirmeye başlayanlar da elbette "fikrî mürteciler"dir.
Evet, asker MGK'da "İrtica ile mücadele edin" şeklinde genel bir çerçeve çizmiştir. Ama filan şirketi, falan grubu, filân sermayeyi, okulu, şahsı araştırın kapatın dememiştir; yapısı gereği, düşünce sistematiği gereği demez.
Burada problem yaratan, askerin bu görüşünü alan sivil idari ve siyasi yetkililerin, "kraldan fazla kralcı" kesilerek ve vur deyince öldürerek ve tamamen kendi sübjektif değer ölçülerine göre; siyaseten, yahut makam ve memuriyet nüfuzu açısından kendisine rakip olarak gördüğü parti, kadro, şahıs ve kurumları "mürteci" diye damgalamasıdır.
İşte o zaman kimin gerçek mürteci olduğu karışmaktadır. Çünkü herkesin mürtecisi kendi tarifine, çıkarına göredir ve başka başkadır.
İçerde ve dışarıda kimse sadece "irtica"yı tehlike olarak gösterip "bölücülük"ü
unutturmamalıdır.
Geçen haftaki yazımızda şöyle bir cümle vardı; "....üstelik Türkiye İslâm'ın bir siyasal hareket olarak ortaya çıktığı bir ülkedir. Bunun legal örneği Selâmet, Nizâmet, Refah, Fazilet, Saadet çizgisi; illegal örneği de Hizbullah"dır.
Bölücülük de süratle siyasallaşmakta, siyasi hareket şekline dönüşmekte, devletin dinamik güçlerini test eder hâle girmektedir.
Geçen hafta Tunceli'de Munzur Festival'inde işte bunun provası yapılmıştır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002