Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Birol Akgün, Radikal'de yeralan yazısında, Türk askerinin Lübnan'a gönderilmesinin hata olduğunu kaydediyor İrail'in Güney Lübnan'a yönelik başlattığı saldırı ikinci haftasında da tüm hızıyla devam ediyor. Bölgede tam anlamıyla bir insanlık trajedisi yaşanıyor. Irak'ta ABD işgali ertesinde başlayan çatışmalar giderek bir iç savaşa doğru evrilirken; İran'la ABD arasındaki nükleer kriz BM'ye taşınırken, İsrail'in aniden Filistin'e ve Lübnan'a saldırması Ortadoğu'da barış adına son çeyrek asırda elde edilen tüm kazanımları alıp götürdü. Bölge bir kez daha kan, vahşet ve gözyaşına boğulurken, siyasi durum 1980'lerin başına dönmüş gibi görünüyor. Üstelik bu gelişmeler kendisini Ortadoğu'ya barış, demokrasi ve insan hakları getirmeye adamış Bush yönetiminin gözleri önünde ve hatta açık desteğiyle yapılıyor. Lübnan hükümetinin resmi açıklamalarına göre, ölü sayısı şimdiden 600'ü geçti. Bombalama ve çatışmalar nedeniyle evlerini terk edenlerin sayısı ise 750 bini buldu. İçlerinde Türklerin de bulunduğu binlerce yabancı zor şartlarda tahliye edilirken, çatışan tarafların açıklamaları ve büyük güçlerin ilgisizliği nedeniyle savaşın İran ve Suriye'yi de içine alacak biçimde genişleme riski her geçen gün artıyor. Bölgedeki dengeler göz önüne alındığında, taraflar arasında sağlıklı diyalog kurabilecek ülkelerin başında ise Türkiye geliyor. Aşağıda İsrail Hamas ve Hizbullah arasında tırmanan krizin küresel ve bölgesel yansımaları ve muhtemel sonuçları değerlendirilecektir. 'Önleyici savaş' kavramı Öncelikle ortaya çıkan krizin hangi uluslararası konjonktürde geliştiğini irdelemek gerekir. 11 Eylül olayları sonrasında Bush doktrini diye bilinen ve ülke güvenliğine yönelik potansiyel tehditleri aktif hale gelmeden kaynağında kurutmayı hedefleyen 'önleyici savaş' kavramı ABD tarafından dünyaya yeni güvenlik politikası olarak ilan edilmiştir. Nitekim bu çerçevede ABD, 2003 yılında tek taraflı bir kararla Birleşmiş Milletler ve uluslararası toplumun rızası olmaksızın egemen bir devlet olan Irak'ı işgal etmiştir. Bu uygulama ise yerleşmiş uluslararası hukuk düzeninin kuvvete dayanılarak değiştirilmesi demektir ki, bugün İsrail'in Lübnan'a yönelik askeri harekâtı Ehud Olmert hükümetince aynı gerekçelerle temellendirilmektedir. Bush yönetimi İsrail'in saldırılarını sıcak takip ve terörle mücadele gerekçeleriyle açıkça ve resmen desteklediğini ilan ederken, ABD Kongresi de hem senatoda hem de Temsilciler Meclisi'nde İsrail'i destekleyen ve çatışmanın sorumlusu olarak Hizbullah ve Hamas'ı gösteren kararlar aldı. Dahası savaş devam ederken Amerikan yönetimi İsrail'in acilen satın almak istediği ve Lübnan'daki Hizbullah sığınakları için kullanılacağı açıklanan kritik önemdeki bazı güdümlü silahların satışına da jet hızıyla onay verdi. Masumlar hedef alınıyor Son olaylarda görüldüğü gibi, bazı sınır olaylarının bahane edilerek Lübnan topraklarına 10 günde 1500 sortilik hava akımı düzenlenmesi ve bir asker için tüm Gazze halkının topluca cezalandırılması karşısında, taraflara sağduyu ve ateşkes önermek yerine masum halkın yaşam alanlarını harabeye çeviren ve etrafı duvarlarla çevrili bir bölgede onları adeta toplu biçimde açlık ve ölüme terk eden İsrail'in yanında yer almak, ABD gibi hegemonik bir güç için rasyonel bir temelde izah edilmesi güç bir dış politika tercihidir. Bu, olsa olsa ABD stratejik aklının işbaşındaki Neo-Con'ların (yeni muhafazakârlar) körü körüne İsrail aşkına kurban edilmesidir. Hamas ve HizbullahABD ve İsrail'in son çatışmaların İran ve Suriye tarafından kışkırtıldığı iddiası ise tartışmalıdır. Öncelikle, Ortadoğu'daki sorunların anası Filistin sorunudur. Filistinlilere kendi devletlerini kurma hakkı tanınmadan Ortadoğu'da silahların susmasını, şiddet sarmalının sona ermesini ve kalıcı barışın tesisini beklemek hayalcilik olur. Hamas ve Hizbullah tipi silahlı örgütler İsrail'in kuruluşundan beri benimsediği yayılmacı dış politikasını durdurmaya yönelik toplumsal direnişi örgütleyen hareketlerdir. Hamas'ın intihar saldırılarının ve Hizbullah'ın gerilla taktiklerinin İsrail'e karşı geçmişte başarılı olduğuna ilişkin örnekler de vardır. Bu nedenle, son iki yılda açıkça ABD tarafından savaşla tehdit edilen İran ve Suriye'nin ABD ve onun bölgedeki jandarması olarak algılanan İsrail'e karşı söz konusu örgütleri harekete geçirmek istemeleri ise kuvvetle muhtemeldir. Ancak bu örgütlerin İran ve Suriye'nin emrinde olduğunu iddia etmek gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Hem Hizbullah'ın hem de Hamas'ın kendi siyasi gündemleri ve askeri amaçları vardır. Ancak parasal kaynak, siyasal, lojistik ve silah desteği sağlama gibi konularda ise İran ve Suriye ile işbirliği yaptıkları da doğrudur. Açıkçası, bu işbirliği göründüğünden daha karmaşık bir simbiyotik ilişkiler ağına sahiptir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.