İYİ Parti lideri grup toplantısında konuştu
İYİ Parti lideri partisinin TBMM'de düzenlenen grup toplantısında yaptığı konuşmada, "Sözde Terörsüz Türkiye Komisyonu… Barış, kardeşlik, dayanışma, demokrasi, milli birlik… ne güzel laflar. Peki, Sonuç? Teröristbaşı Öcalan'a özgürlük yürüyüşleri. Sonuç? Polise 'ey düşman' diye megafonla seslenen terör sempatizanları" dedi
22.10.2025 14:19:00 / Güncelleme: 22.10.2025 14:25:13
Haber Merkezi
Haber Merkezi





İYİ Parti lideri Müsavat Dervişoğlu, partisinin TBMM'de düzenlenen haftalık grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) yeni seçilen Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman'ı tebrik eden Dervişoğlu, Kıbrıs'ta iki temel öncelikleri olduğunu belirterek, "Birincisi Kıbrıs Türklüğünün güven içinde yaşaması, ikincisi ise KKTC'nin bir hukuk devleti olarak ilelebet varlığıdır" dedi. KKTC'nin "mafya, kumar, fuhuş, kara para ve yasa dışı faaliyetlerin merkezi haline gelmemesi gerektiğini" vurgulayan Dervişoğlu, bunun "herkes için bir namus meselesi" olduğunu söyledi.
Türkiye'nin KKTC'nin bağımsızlığına saygı göstermesi gerektiğinin altını çizen Dervişoğlu, şöyle konuştu:
"Gerek seçim sürecinde ve gerekse sonrasında, Türkiye'den bir takım siyasi aktörleri esefle izledik. KKTC seçimlerini etkilemeye yönelik, talihsiz olduğu kadar münasebetsiz açıklamalarını da tek tek not aldık. KKTC'nin bağımsız bir devlet olduğunu savunup, bunu dünyaya kabul ettirmeye çalışırken; bağımsızlığına önce Türkiye'nin saygı duyması gerekir. Çünkü Türkiye'nin saygı göstermediği bir alanda, başkalarının saygı göstermesi beklenemez.
"Kıbrıs Türk halkının bir devleti vardır"
KKTC'nin bağımsız ve egemen bir ülke olduğuna inanan ve bu davayı destekleyen herkes, Kıbrıs Türk halkının hür iradesiyle yaptığı seçimlerin sonuçlarının, KKTC'nin bağımsızlığını perçinlediğini kabul etmelidir. KKTC Cumhurbaşkanı atanmış bir vali değildir, bağımsız bir Türk devletinin adil ve özgür seçimler sonucu seçilmiş devlet başkanıdır. Yapılan seçimleri, federasyon ile bağımsız devlet arasında bir referandum gibi sunmak, hadiseyi bu şekilde ele almak, düşmanları sevindirmek, Türkiye için de bir mağlubiyet algısı yaratmaktır.
Okumadıkları, okuyup anlamadıkları, anlayıp da inanamadıkları tarihi gerçeği tekrarlayayım ki; o pamuk ipliğine bağlı milli özgüvenleri öğrensin. Kıbrıs Türk halkının bir devleti vardır ve garantörü de Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bu hakikat öylesine köklü, öylesine güçlüdür ki; ne tek bir seçimle değişir ne de değiştirmeye kimsenin gücü yetebilir. Devlet aklı ve ahlakı olanlar bunu bilir ve buna dikkat ederek söylem üretirler. Ancak; 'beka' kavramını her mecrada bozuk para gibi kullanmaya alışkın bu zihniyet; en kirli ve karanlık şahsi ilişkilerini, onunla yıkayıp aklayacağına o kadar inanmış ki, beka diye sattıkları cakaları ve bundan elde ettikleri menfaatleri bozulduğunda maksadı aşan cümleler kurmaktan geri durmuyorlar."
Dervişoğlu'ndan iktidara 3 Suriye sorusu
TBMM'de kabul edilen Irak-Suriye tezkeresini değerlendiren Dervişoğlu, Suriye'deki istikrarsızlık ve Şam yönetimiyle YPG arasındaki görüşmelere dikkat çekerek, iktidara şu üç soruyu yöneltti:
"Suriye'deki istikrarsızlık ve yeni bir iç savaş tehdidi, Türkiye'nin arzu ettiği bir şey olamaz. Ancak, Suriye ile ilgili yapılan ve yapılacak herhangi bir anlaşmanın da, Türkiye'nin toprak ve nüfus güvenliğinin hilafına olması asla kabul edilemez. Dolayısıyla, milli güvenlik mimarimizle kökünden oynamaya meyilli aktörlerin içinde olduğu bu iktidara, bu tezkere bağlamında üç soru sormamız gerekiyor.
Bir, SDG/YPG'nin, Suriye ordusuna entegre olması halinde, o yapının birlikleri, kendi emir-komuta zincirlerini koruyarak, Suriye'nin kuzeydoğusunda konuşlanmaya devam mı edecekler? Yoksa Şam'ın iradesine tabi olacak ve Suriye'nin diğer bölgelerindeki ordu birliklerine karışarak mı görev yapacaklar? Eğer SDG/YPG birlikleri sadece üniforma ve flama değiştirmekle yetinecek ve bulundukları bölgede özerk bir ordu birliği olarak kalmaya devam edecekse, bu bir barış anlaşması olmadığı gibi, TBMM'den çıkarılacak tezkerenin kullanılması da ivedi ve zaruri hale gelir.
İkinci sorumuz ise Türkiye olası anlaşma sonunda, Suriye'nin kuzeyinde bir tampon bölge kurma ve sürdürme hakkına sahip olacak mıdır? Aksi durum, yani Adana Mutabakatı'nın bile gerisine düşen, 'sınırdan 30 km içeriye girerek terör unsurlarını takip ve imha hakkının altında kalan' bir anlaşma bu koşullarda, başarısızlık ve rezalet dışında bir şekilde tanımlanamaz.
Son olarak da Türkiye'nin, Şam yönetimine hava savunma sistemi, insansız hava uçağı ve bazı elektronik haberleşme sistemleri konusunda, yardım yapacağı haberleri de basına sızmış durumdadır. Bu stratejik mühimmatın denetimi için Şam'a gönderilecek bir heyet olacak mıdır? Bu mühimmatın SDG/YPG başta olmak üzere birtakım grupların, hatta Türkiye'ye hasmane tutum sahibi devletlerin eline geçmeyeceğinin teminatına sahip misiniz?"
Bu konularda belirsizliklerin büyük güvenlik riskleri doğurabileceğini belirten Dervişoğlu, "Türkiye bu tür zafiyetlere izin veremez" dedi. Irak-Suriye tezkeresindeki "PKK ile mücadele" vurgusuna da değinen Dervişoğlu, "Bir anlamıyla örgütün tasfiyesine yönelik adımların safsata olduğunu ortaya koyarken, bir önceki tezkere döneminde yapılan mücadelede, başarısız olunduğunu teyit etmektedir. Yani malum ilan edilmiştir. Bakalım bu duruma, o meşhur komisyonda ne tepki verilecektir" değerlendirmesinde bulundu.
"Yandaş ve oligarklarının ekonomisi"
Dervişoğlu, iktidarın ekonomi politikasını da eleştirerek, "Bir tarafta sarayın yandaş ve oligarklarının ekonomisi… Bunun içinde peşkeş, talan, yağma ve haram zenginlik vardır. Diğer yanda temiz vatandaşın ekonomisi… Bunun içinde ise hakkını alamayan, hakkı gasbedilen 86 milyon vardır, alın teri vardır, emeği vardır, değişim arzusu vardır" dedi.
Eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Emrah Şener'in tutuklanmasına değinen Dervişoğlu, şunları kaydetti:
"Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nı düşünebiliyor musunuz? Cebimizdeki parada imzası bulunan kişi, yolsuzluk iddiaları ile tutuklanıyor. İngiliz Mehmet'ten, sabık damat bakana, oradan da ışıldayan gözlü bakanlara kadar, atandığı dönemde öve öve bitirilemeyen, Türkiye'yi milyarlarca dolar zarara uğratan kur korumalı mevduatın da mucitlerinden olan Merkez Bankası başkan yardımcısından bahsediyorum. Söz konusu soruşturmaya göre, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın iştiraki olan Bankalararası Kart Merkezi'nde yapılan 'Çipli Kart Alımı' ve 'TROY Yazılım Geliştirme' ihalelerinde, ciddi usulsüzlükler tespit edilmiş ve devletimiz milyonlarca lira zarara uğratılmıştır.
Hiç kimse ağzını eğip bükmesin, bu, basit bir ihale tartışması, yahut bir usul hatasından kaynaklanan bir zarar değildir. Bu mesele, devletin en güvenilir kurumu sayılan ve öyle de olması gereken Merkez Bankası'nın gölgesinde doğmuş bir yönetim zafiyeti, saray çürümüşlüğünün en açık özetidir. Çünkü ortada bir rabıta vardır. İş takibi ve komisyon rabıtası vardır. Merkez Bankası görevlilerinden, kayyum rektör olarak adlandırılan Boğaziçi Üniversitesi'ndeki görevlilere, sendika başkanının oğlundan, farklı kurumlardaki üst düzey kamu görevlilerine kadar, büyük bir şebekenin işin içerisinde olduğu görülmektedir. Eğer bir mucize olup derinlemesine incelenebilse, bu işin nereye ve kimlere uzanacağını da hepimiz biliyoruz.
Sonuç, kara paranın, kayıt dışılığın, enformel ve hatta illegal ekonominin emeği, bilgiyi, alın terini ve helal lokmayı yutmasıdır, tüketmesidir, yok etmesidir. Söz gelimi, bugün kayıt dışı ekonomi, toplam ekonomimizin yüzde 30'unu aşmış, kabaca 400-500 milyar dolarlık bir hacme ulaşmış durumdadır. Bütçe ise, vatandaşın ümüğünün sıkılmasıyla, zamlarla ve vergilerle dengelenmeye çalışılmaktadır.
Faiz ödemeleri korkunç boyuttadır. İç borçlanma faizleri, 2002'nin, 2003'ün üzerindedir. Hatırlıyoruz, o günlerde onlarca banka batmıştı, 'Bugün ne oldu da bunu yaşıyoruz' diye soruyoruz, hep birlikte soruyoruz. Gözümüzün önünde, adeta bir savaşta yenilmiş, işgal kuvvetlerine imtiyaz ve tekel dağıtan bir ülke ekonomisi fotoğrafı beliriyor. Bu fotoğrafı ortaya kim koymuştur, bu fotoğraf ortaya nasıl çıkmıştır? Ayan beyan biliyoruz."
"Bütçenin sahibi Recep Tayyip Erdoğan gelsin"
Dervişoğlu, TBMM'de bu hafta başlayacak bütçe görüşmelerine ilişkin eleştirilerini şöyle dile getirdi:
"Bütçeyi hazırlayan arkadaşların, hükümetin marifeti hemen ortaya çıksın diye teslim günü dolmadan TBMM'ye alelacele verdikleri 2026 yılı bütçesinde; 16.2 trilyon gelir, 18.9 trilyon gider, 2.7 trilyon lira bütçe açığı bekleniyor. Ödeyeceğimiz faiz de aynı miktarda yani 2,7 trilyon. Büyüme ise yüzde 3.8 olacakmış. Bu açıkla da enflasyon yüzde 16'ya düşecekmiş. 3 haftada çöken, 3 yıllık Orta Vadeli yalanların yeni bir versiyonu. Bu bütçe açığıyla, bu enflasyon, nasıl o seviyeye düşecek? Rakamlar yalan söylemez, ama bu bütçe yalan söylemekten imtina etmiyor. Çünkü 2026 rakamlarının gerçekle uzaktan yakından ilgisi yok. Bütçe eskiden bir hükümetin yol haritasıydı, namusuydu. Şimdi ise yalanın resmi belgesi haline gelmiş durumdadır. Hakikatin bütçesi değil, amirine yaranma telaşıyla yapılmış palavra sporudur.
Yanlış ekonomik politikalar yüzünden millet tükenmiştir. Kepenk kapatan esnaf, ay sonunu getiremeyen emekli, toprağına küsen çiftçi tükenmiştir. Emeği zayi olan emekçi, maaşı kuşa dönen memur, maaşının yarıdan fazlasını kiraya veren kiracı tükenmiştir. Çarkı döndüremeyen KOBİ'ler, finansmana ulaşamayan sanayiciler, geleceğinden umudu kesmiş, kayırmacılık altında ezilen gençler tükenmiştir. Aslına bakarsanız milleti tüketen, iktidar tükenmiştir. Hazırladıkları bütçe de, bir 'tükeniş bütçesidir.' Bütçenin sahibi Recep Tayyip Erdoğan, geride bıraktığımız yıllarda yaptığı gibi yapmasın. Bütçesini gelsin ya delikanlı gibi savunsun ya da bu büyük millete kendisi sunsun, suçu bürokrasinin üstüne, bakanların üstüne atmasın. Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı TBMM'den kaçmamaya davet ediyorum."
Dervişoğlu, borsadaki çöküş ve halkın birikimlerinin erimesi üzerine TBMM'de kapsamlı bir denetim komisyonu kurulmasını, tüm kamu kurumlarının iş ve işlemlerinin şeffaf şekilde halka açıklanmasını talep etti.
"Adalet bir gün herkese lazım olur"
"Biliyorsunuz her yeni güne operasyonlar, soruşturmalar, mahkemelerle uyanıyoruz" diyen Dervişoğlu, şöyle konuştu:
"Ülkemizde adalet duygusu zedeleniyor. Yapılan soruşturma ve yargılamaların hukukiliğinden çok siyasiliği konuşulup tartışılıyor. Belediye başkanları üzerinden yürütülen süreçler kamu vicdanını yaralar bir mahiyettedir. Suç varsa elbette cezasız kalmamalıdır. Ancak adaletin tecellisi geciktirilmemelidir. Aksi ispat edilinceye kadar herkes masumdur. Bu nedenle, tutukluluğun bir tedbir olmanın ötesinde, cezaya dönüştürülmemesi gerekmektedir. Ülkemizde, çeşitli dönemlerde yaşanmış ve hukuk tarihimize kara bir leke olarak kazınmış, yine hukukun üstünlüğü ile temizlenmiş kararlar ve süreçler vardır.
Yüzlerce yıldan yargılanıp, serbest dolaşanların bulunduğu bir dönemde, büyükşehir belediye başkanlarının sanki mahkum edilmişler gibi, cezaevlerinin ağır koşulları altında tutulmaları hukuken ve vicdanen kabul edilebilir değildir. Adalet bir gün herkese lazım olur… Yargılamaların tutukluluk dışındaki tedbirlerle sürdürülmesi sadece bizim değil, kamuoyunun da beklentisidir. İstiyoruz ki, hakikat konuşulsun. İstiyoruz ki, hakkı yenen 86 milyonun derdi çözülsün. İstiyoruz ki, bu cennet vatanda, refaha, mutluluğa ve geleceğe ortak olalım. Ancak görüyoruz ki birçoğunun derdi, bir ortaklık tasavvuru değildir. İktidar nasıl ki siyaseti, ekonomiyi ve toplumu spekülasyon ve manipülasyonla yönetiyor, onun ortakları da her fırsatta benzine ateş, ateşe de de barut taşımayı bir marifet sanıyorlar."
"Komisyonun sonucu Öcalan'a özgürlük yürüyüşleri"
Dervişoğlu, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'na ilişkin eleştirilerini şu şekilde paylaştı:
"Sözde Terörsüz Türkiye Komisyonu… Barış, kardeşlik, dayanışma, demokrasi, milli birlik… ne güzel laflar. Peki, Sonuç? Teröristbaşı Öcalan'a özgürlük yürüyüşleri. Sonuç? Polise 'ey düşman' diye megafonla seslenen terör sempatizanları. Sonuç? Mustafa Kemal Atatürk'e hakaret eden Post-modern siyaset feodalleri. Sonuç? Türkiye'nin tartışılmazlarının, tartışma masasına yatırılıp, tartışmaya açılması. Sonuç? Siyasetteki varlığını, Türk milleti tanımıyla, Cumhuriyet'in nitelikleriyle yaptığı çekişmeye adamış, anadil kılıfıyla, ayrışma taleplerini meşrulaştıran sözde bir meclis başkanı. Her yeni gün, bir başka birinin yaptığı bu şımarıklıkların sonu, bizi içinden çıkılmaz belalara götürüyor.
İktidara, ne yapıyorsunuz o komisyonda diyorlar? 'Bekamız söz konusu' diyor… Ana muhalefete ne yapıyorsunuz diyorlar? 'Dinliyoruz' diyor… PKK ve İmralı'nın sözcüsü ve temsilciliğine soyunmuş, Kürtleri de oraya hapsetmekle görevli partiye soruyorlar, Bu sloganlar nedir diye? 'Barış diyor, demokrasi' diyor... Buradan bir kez daha uyarıyorum. Ey yanlış yolun şaşkın yolcuları, bu ülkeyi, Türk milletini provake ederek varacağınız menzilde sizi bekleyen hiç ama hiç iyi bir gelecek yoktur. Kimse için yoktur. Ne Kürt için ne başka bir kimlik için yoktur. Öcalan'a indirgenmiş bir sürecin sonunda, en çok benim masum Kürt kardeşime yazık edeceksiniz. Tablo açık ve nettir: Ya Öcalan'ı tercih edeceksiniz ya Kürtleri ya Kandil'i tercih edeceksiniz ya Türkiye'yi. Ya Cumhuriyet'i tercih edeceksiniz ya da sefilliği.
"Kimsenin anadiline de laf edecek tiynetsizlikte değiliz"
Bizim de tavrımız bellidir. Biz kardeşlik diyeceğiz, biz eşitlik diyeceğiz, biz hürriyet diyeceğiz, biz cumhuriyet diyeceğiz. Ey yanlış yolun şaşkın yolcuları; size rağmen Türk vatandaşlığını parçalatmayacağız. Kalkınmış, demokratik Türkiye Cumhuriyetini elbirliğiyle, Türkmeniyle Kürdüyle Alevisiyle Sünnisiyle Büyük Türk milleti olarak biz payidar kılacağız.
Her seferinde, bizi olmadık sıfatlarla itham etmenin size bir mecra kazandırdığını zannediyorsanız büyük bir yanılgı içindesiniz. Siz 2025 yılında, bu coğrafyada, Cumhuriyet olarak yaşayan, bir etnik ve dini kimlik cehenneminde yanmayan Türkiye'nin kıymetini bir türlü ve ısrarla anlamıyorsunuz. Ama biz anadille, resmi dilin ne olduğunu çok iyi bilenleriz. Kimsenin anadiline de laf edecek tiynetsizlikte değiliz.
Ben sükunetle ve suhuletle tekrar uyarıyorum: Türkiye, ondan bir parça devşirmeye çalışan sözde gizli ajandalarla kuyusu kazılacak bir ülke değildir. Türk milleti, aç da kalsa, sefalet içinde de bırakılsa, varlığını bir faninin varlığına bırakacak bir millet değildir. Türk milleti, kendisine 40 sene silah doğrultmuş bir terör örgütüne de, onun elebaşına da, barış güvercini muamelesi yapacak, yaptıracak bir millet de değildir. Biz, bu bölünmez vatanı, milli mücadele ve irfanla kurduk, hukukla var etmek istiyoruz. Biz, yedi düvele karşı kazandığımız savaşı, 100 sene sonra Büyük Orta Doğu tefecilerine boyun eğelim diye vermedik. O yüzden kendinize gelin. Bu şımarıklığa son verin. Bugün devleti yönettiğini zannedenler mi, yoksa onların okyanus ötesindeki patronları mı, her kim ise size bu cüreti veren, bilin ki bizler, ne bedel varsa onu öderiz.
Cumhuriyetle savaşarak, devletin kuruluş felsefesi ile dalaşarak, Mustafa Kemal ile hesaplaşmaya kalkarak, milletin birliği ve bütünlüğüne karşı çıkarak, vatanın bütünlüğüne kast ederek, bize barış diye yutturmaya çalıştığınız, o parçalanma hikayesinin sonunda, gökten üç elma filan düşmez. Böyle bir şeye Allah da rıza göstermez. Başınıza taş yağar, taş. Ha bunu da böyle bilin."
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) yeni seçilen Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman'ı tebrik eden Dervişoğlu, Kıbrıs'ta iki temel öncelikleri olduğunu belirterek, "Birincisi Kıbrıs Türklüğünün güven içinde yaşaması, ikincisi ise KKTC'nin bir hukuk devleti olarak ilelebet varlığıdır" dedi. KKTC'nin "mafya, kumar, fuhuş, kara para ve yasa dışı faaliyetlerin merkezi haline gelmemesi gerektiğini" vurgulayan Dervişoğlu, bunun "herkes için bir namus meselesi" olduğunu söyledi.
Türkiye'nin KKTC'nin bağımsızlığına saygı göstermesi gerektiğinin altını çizen Dervişoğlu, şöyle konuştu:
"Gerek seçim sürecinde ve gerekse sonrasında, Türkiye'den bir takım siyasi aktörleri esefle izledik. KKTC seçimlerini etkilemeye yönelik, talihsiz olduğu kadar münasebetsiz açıklamalarını da tek tek not aldık. KKTC'nin bağımsız bir devlet olduğunu savunup, bunu dünyaya kabul ettirmeye çalışırken; bağımsızlığına önce Türkiye'nin saygı duyması gerekir. Çünkü Türkiye'nin saygı göstermediği bir alanda, başkalarının saygı göstermesi beklenemez.
"Kıbrıs Türk halkının bir devleti vardır"
KKTC'nin bağımsız ve egemen bir ülke olduğuna inanan ve bu davayı destekleyen herkes, Kıbrıs Türk halkının hür iradesiyle yaptığı seçimlerin sonuçlarının, KKTC'nin bağımsızlığını perçinlediğini kabul etmelidir. KKTC Cumhurbaşkanı atanmış bir vali değildir, bağımsız bir Türk devletinin adil ve özgür seçimler sonucu seçilmiş devlet başkanıdır. Yapılan seçimleri, federasyon ile bağımsız devlet arasında bir referandum gibi sunmak, hadiseyi bu şekilde ele almak, düşmanları sevindirmek, Türkiye için de bir mağlubiyet algısı yaratmaktır.
Okumadıkları, okuyup anlamadıkları, anlayıp da inanamadıkları tarihi gerçeği tekrarlayayım ki; o pamuk ipliğine bağlı milli özgüvenleri öğrensin. Kıbrıs Türk halkının bir devleti vardır ve garantörü de Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bu hakikat öylesine köklü, öylesine güçlüdür ki; ne tek bir seçimle değişir ne de değiştirmeye kimsenin gücü yetebilir. Devlet aklı ve ahlakı olanlar bunu bilir ve buna dikkat ederek söylem üretirler. Ancak; 'beka' kavramını her mecrada bozuk para gibi kullanmaya alışkın bu zihniyet; en kirli ve karanlık şahsi ilişkilerini, onunla yıkayıp aklayacağına o kadar inanmış ki, beka diye sattıkları cakaları ve bundan elde ettikleri menfaatleri bozulduğunda maksadı aşan cümleler kurmaktan geri durmuyorlar."
Dervişoğlu'ndan iktidara 3 Suriye sorusu
TBMM'de kabul edilen Irak-Suriye tezkeresini değerlendiren Dervişoğlu, Suriye'deki istikrarsızlık ve Şam yönetimiyle YPG arasındaki görüşmelere dikkat çekerek, iktidara şu üç soruyu yöneltti:
"Suriye'deki istikrarsızlık ve yeni bir iç savaş tehdidi, Türkiye'nin arzu ettiği bir şey olamaz. Ancak, Suriye ile ilgili yapılan ve yapılacak herhangi bir anlaşmanın da, Türkiye'nin toprak ve nüfus güvenliğinin hilafına olması asla kabul edilemez. Dolayısıyla, milli güvenlik mimarimizle kökünden oynamaya meyilli aktörlerin içinde olduğu bu iktidara, bu tezkere bağlamında üç soru sormamız gerekiyor.
Bir, SDG/YPG'nin, Suriye ordusuna entegre olması halinde, o yapının birlikleri, kendi emir-komuta zincirlerini koruyarak, Suriye'nin kuzeydoğusunda konuşlanmaya devam mı edecekler? Yoksa Şam'ın iradesine tabi olacak ve Suriye'nin diğer bölgelerindeki ordu birliklerine karışarak mı görev yapacaklar? Eğer SDG/YPG birlikleri sadece üniforma ve flama değiştirmekle yetinecek ve bulundukları bölgede özerk bir ordu birliği olarak kalmaya devam edecekse, bu bir barış anlaşması olmadığı gibi, TBMM'den çıkarılacak tezkerenin kullanılması da ivedi ve zaruri hale gelir.
İkinci sorumuz ise Türkiye olası anlaşma sonunda, Suriye'nin kuzeyinde bir tampon bölge kurma ve sürdürme hakkına sahip olacak mıdır? Aksi durum, yani Adana Mutabakatı'nın bile gerisine düşen, 'sınırdan 30 km içeriye girerek terör unsurlarını takip ve imha hakkının altında kalan' bir anlaşma bu koşullarda, başarısızlık ve rezalet dışında bir şekilde tanımlanamaz.
Son olarak da Türkiye'nin, Şam yönetimine hava savunma sistemi, insansız hava uçağı ve bazı elektronik haberleşme sistemleri konusunda, yardım yapacağı haberleri de basına sızmış durumdadır. Bu stratejik mühimmatın denetimi için Şam'a gönderilecek bir heyet olacak mıdır? Bu mühimmatın SDG/YPG başta olmak üzere birtakım grupların, hatta Türkiye'ye hasmane tutum sahibi devletlerin eline geçmeyeceğinin teminatına sahip misiniz?"
Bu konularda belirsizliklerin büyük güvenlik riskleri doğurabileceğini belirten Dervişoğlu, "Türkiye bu tür zafiyetlere izin veremez" dedi. Irak-Suriye tezkeresindeki "PKK ile mücadele" vurgusuna da değinen Dervişoğlu, "Bir anlamıyla örgütün tasfiyesine yönelik adımların safsata olduğunu ortaya koyarken, bir önceki tezkere döneminde yapılan mücadelede, başarısız olunduğunu teyit etmektedir. Yani malum ilan edilmiştir. Bakalım bu duruma, o meşhur komisyonda ne tepki verilecektir" değerlendirmesinde bulundu.
"Yandaş ve oligarklarının ekonomisi"
Dervişoğlu, iktidarın ekonomi politikasını da eleştirerek, "Bir tarafta sarayın yandaş ve oligarklarının ekonomisi… Bunun içinde peşkeş, talan, yağma ve haram zenginlik vardır. Diğer yanda temiz vatandaşın ekonomisi… Bunun içinde ise hakkını alamayan, hakkı gasbedilen 86 milyon vardır, alın teri vardır, emeği vardır, değişim arzusu vardır" dedi.
Eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Emrah Şener'in tutuklanmasına değinen Dervişoğlu, şunları kaydetti:
"Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nı düşünebiliyor musunuz? Cebimizdeki parada imzası bulunan kişi, yolsuzluk iddiaları ile tutuklanıyor. İngiliz Mehmet'ten, sabık damat bakana, oradan da ışıldayan gözlü bakanlara kadar, atandığı dönemde öve öve bitirilemeyen, Türkiye'yi milyarlarca dolar zarara uğratan kur korumalı mevduatın da mucitlerinden olan Merkez Bankası başkan yardımcısından bahsediyorum. Söz konusu soruşturmaya göre, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın iştiraki olan Bankalararası Kart Merkezi'nde yapılan 'Çipli Kart Alımı' ve 'TROY Yazılım Geliştirme' ihalelerinde, ciddi usulsüzlükler tespit edilmiş ve devletimiz milyonlarca lira zarara uğratılmıştır.
Hiç kimse ağzını eğip bükmesin, bu, basit bir ihale tartışması, yahut bir usul hatasından kaynaklanan bir zarar değildir. Bu mesele, devletin en güvenilir kurumu sayılan ve öyle de olması gereken Merkez Bankası'nın gölgesinde doğmuş bir yönetim zafiyeti, saray çürümüşlüğünün en açık özetidir. Çünkü ortada bir rabıta vardır. İş takibi ve komisyon rabıtası vardır. Merkez Bankası görevlilerinden, kayyum rektör olarak adlandırılan Boğaziçi Üniversitesi'ndeki görevlilere, sendika başkanının oğlundan, farklı kurumlardaki üst düzey kamu görevlilerine kadar, büyük bir şebekenin işin içerisinde olduğu görülmektedir. Eğer bir mucize olup derinlemesine incelenebilse, bu işin nereye ve kimlere uzanacağını da hepimiz biliyoruz.
Sonuç, kara paranın, kayıt dışılığın, enformel ve hatta illegal ekonominin emeği, bilgiyi, alın terini ve helal lokmayı yutmasıdır, tüketmesidir, yok etmesidir. Söz gelimi, bugün kayıt dışı ekonomi, toplam ekonomimizin yüzde 30'unu aşmış, kabaca 400-500 milyar dolarlık bir hacme ulaşmış durumdadır. Bütçe ise, vatandaşın ümüğünün sıkılmasıyla, zamlarla ve vergilerle dengelenmeye çalışılmaktadır.
Faiz ödemeleri korkunç boyuttadır. İç borçlanma faizleri, 2002'nin, 2003'ün üzerindedir. Hatırlıyoruz, o günlerde onlarca banka batmıştı, 'Bugün ne oldu da bunu yaşıyoruz' diye soruyoruz, hep birlikte soruyoruz. Gözümüzün önünde, adeta bir savaşta yenilmiş, işgal kuvvetlerine imtiyaz ve tekel dağıtan bir ülke ekonomisi fotoğrafı beliriyor. Bu fotoğrafı ortaya kim koymuştur, bu fotoğraf ortaya nasıl çıkmıştır? Ayan beyan biliyoruz."
"Bütçenin sahibi Recep Tayyip Erdoğan gelsin"
Dervişoğlu, TBMM'de bu hafta başlayacak bütçe görüşmelerine ilişkin eleştirilerini şöyle dile getirdi:
"Bütçeyi hazırlayan arkadaşların, hükümetin marifeti hemen ortaya çıksın diye teslim günü dolmadan TBMM'ye alelacele verdikleri 2026 yılı bütçesinde; 16.2 trilyon gelir, 18.9 trilyon gider, 2.7 trilyon lira bütçe açığı bekleniyor. Ödeyeceğimiz faiz de aynı miktarda yani 2,7 trilyon. Büyüme ise yüzde 3.8 olacakmış. Bu açıkla da enflasyon yüzde 16'ya düşecekmiş. 3 haftada çöken, 3 yıllık Orta Vadeli yalanların yeni bir versiyonu. Bu bütçe açığıyla, bu enflasyon, nasıl o seviyeye düşecek? Rakamlar yalan söylemez, ama bu bütçe yalan söylemekten imtina etmiyor. Çünkü 2026 rakamlarının gerçekle uzaktan yakından ilgisi yok. Bütçe eskiden bir hükümetin yol haritasıydı, namusuydu. Şimdi ise yalanın resmi belgesi haline gelmiş durumdadır. Hakikatin bütçesi değil, amirine yaranma telaşıyla yapılmış palavra sporudur.
Yanlış ekonomik politikalar yüzünden millet tükenmiştir. Kepenk kapatan esnaf, ay sonunu getiremeyen emekli, toprağına küsen çiftçi tükenmiştir. Emeği zayi olan emekçi, maaşı kuşa dönen memur, maaşının yarıdan fazlasını kiraya veren kiracı tükenmiştir. Çarkı döndüremeyen KOBİ'ler, finansmana ulaşamayan sanayiciler, geleceğinden umudu kesmiş, kayırmacılık altında ezilen gençler tükenmiştir. Aslına bakarsanız milleti tüketen, iktidar tükenmiştir. Hazırladıkları bütçe de, bir 'tükeniş bütçesidir.' Bütçenin sahibi Recep Tayyip Erdoğan, geride bıraktığımız yıllarda yaptığı gibi yapmasın. Bütçesini gelsin ya delikanlı gibi savunsun ya da bu büyük millete kendisi sunsun, suçu bürokrasinin üstüne, bakanların üstüne atmasın. Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı TBMM'den kaçmamaya davet ediyorum."
Dervişoğlu, borsadaki çöküş ve halkın birikimlerinin erimesi üzerine TBMM'de kapsamlı bir denetim komisyonu kurulmasını, tüm kamu kurumlarının iş ve işlemlerinin şeffaf şekilde halka açıklanmasını talep etti.
"Adalet bir gün herkese lazım olur"
"Biliyorsunuz her yeni güne operasyonlar, soruşturmalar, mahkemelerle uyanıyoruz" diyen Dervişoğlu, şöyle konuştu:
"Ülkemizde adalet duygusu zedeleniyor. Yapılan soruşturma ve yargılamaların hukukiliğinden çok siyasiliği konuşulup tartışılıyor. Belediye başkanları üzerinden yürütülen süreçler kamu vicdanını yaralar bir mahiyettedir. Suç varsa elbette cezasız kalmamalıdır. Ancak adaletin tecellisi geciktirilmemelidir. Aksi ispat edilinceye kadar herkes masumdur. Bu nedenle, tutukluluğun bir tedbir olmanın ötesinde, cezaya dönüştürülmemesi gerekmektedir. Ülkemizde, çeşitli dönemlerde yaşanmış ve hukuk tarihimize kara bir leke olarak kazınmış, yine hukukun üstünlüğü ile temizlenmiş kararlar ve süreçler vardır.
Yüzlerce yıldan yargılanıp, serbest dolaşanların bulunduğu bir dönemde, büyükşehir belediye başkanlarının sanki mahkum edilmişler gibi, cezaevlerinin ağır koşulları altında tutulmaları hukuken ve vicdanen kabul edilebilir değildir. Adalet bir gün herkese lazım olur… Yargılamaların tutukluluk dışındaki tedbirlerle sürdürülmesi sadece bizim değil, kamuoyunun da beklentisidir. İstiyoruz ki, hakikat konuşulsun. İstiyoruz ki, hakkı yenen 86 milyonun derdi çözülsün. İstiyoruz ki, bu cennet vatanda, refaha, mutluluğa ve geleceğe ortak olalım. Ancak görüyoruz ki birçoğunun derdi, bir ortaklık tasavvuru değildir. İktidar nasıl ki siyaseti, ekonomiyi ve toplumu spekülasyon ve manipülasyonla yönetiyor, onun ortakları da her fırsatta benzine ateş, ateşe de de barut taşımayı bir marifet sanıyorlar."
"Komisyonun sonucu Öcalan'a özgürlük yürüyüşleri"
Dervişoğlu, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'na ilişkin eleştirilerini şu şekilde paylaştı:
"Sözde Terörsüz Türkiye Komisyonu… Barış, kardeşlik, dayanışma, demokrasi, milli birlik… ne güzel laflar. Peki, Sonuç? Teröristbaşı Öcalan'a özgürlük yürüyüşleri. Sonuç? Polise 'ey düşman' diye megafonla seslenen terör sempatizanları. Sonuç? Mustafa Kemal Atatürk'e hakaret eden Post-modern siyaset feodalleri. Sonuç? Türkiye'nin tartışılmazlarının, tartışma masasına yatırılıp, tartışmaya açılması. Sonuç? Siyasetteki varlığını, Türk milleti tanımıyla, Cumhuriyet'in nitelikleriyle yaptığı çekişmeye adamış, anadil kılıfıyla, ayrışma taleplerini meşrulaştıran sözde bir meclis başkanı. Her yeni gün, bir başka birinin yaptığı bu şımarıklıkların sonu, bizi içinden çıkılmaz belalara götürüyor.
İktidara, ne yapıyorsunuz o komisyonda diyorlar? 'Bekamız söz konusu' diyor… Ana muhalefete ne yapıyorsunuz diyorlar? 'Dinliyoruz' diyor… PKK ve İmralı'nın sözcüsü ve temsilciliğine soyunmuş, Kürtleri de oraya hapsetmekle görevli partiye soruyorlar, Bu sloganlar nedir diye? 'Barış diyor, demokrasi' diyor... Buradan bir kez daha uyarıyorum. Ey yanlış yolun şaşkın yolcuları, bu ülkeyi, Türk milletini provake ederek varacağınız menzilde sizi bekleyen hiç ama hiç iyi bir gelecek yoktur. Kimse için yoktur. Ne Kürt için ne başka bir kimlik için yoktur. Öcalan'a indirgenmiş bir sürecin sonunda, en çok benim masum Kürt kardeşime yazık edeceksiniz. Tablo açık ve nettir: Ya Öcalan'ı tercih edeceksiniz ya Kürtleri ya Kandil'i tercih edeceksiniz ya Türkiye'yi. Ya Cumhuriyet'i tercih edeceksiniz ya da sefilliği.
"Kimsenin anadiline de laf edecek tiynetsizlikte değiliz"
Bizim de tavrımız bellidir. Biz kardeşlik diyeceğiz, biz eşitlik diyeceğiz, biz hürriyet diyeceğiz, biz cumhuriyet diyeceğiz. Ey yanlış yolun şaşkın yolcuları; size rağmen Türk vatandaşlığını parçalatmayacağız. Kalkınmış, demokratik Türkiye Cumhuriyetini elbirliğiyle, Türkmeniyle Kürdüyle Alevisiyle Sünnisiyle Büyük Türk milleti olarak biz payidar kılacağız.
Her seferinde, bizi olmadık sıfatlarla itham etmenin size bir mecra kazandırdığını zannediyorsanız büyük bir yanılgı içindesiniz. Siz 2025 yılında, bu coğrafyada, Cumhuriyet olarak yaşayan, bir etnik ve dini kimlik cehenneminde yanmayan Türkiye'nin kıymetini bir türlü ve ısrarla anlamıyorsunuz. Ama biz anadille, resmi dilin ne olduğunu çok iyi bilenleriz. Kimsenin anadiline de laf edecek tiynetsizlikte değiliz.
Ben sükunetle ve suhuletle tekrar uyarıyorum: Türkiye, ondan bir parça devşirmeye çalışan sözde gizli ajandalarla kuyusu kazılacak bir ülke değildir. Türk milleti, aç da kalsa, sefalet içinde de bırakılsa, varlığını bir faninin varlığına bırakacak bir millet değildir. Türk milleti, kendisine 40 sene silah doğrultmuş bir terör örgütüne de, onun elebaşına da, barış güvercini muamelesi yapacak, yaptıracak bir millet de değildir. Biz, bu bölünmez vatanı, milli mücadele ve irfanla kurduk, hukukla var etmek istiyoruz. Biz, yedi düvele karşı kazandığımız savaşı, 100 sene sonra Büyük Orta Doğu tefecilerine boyun eğelim diye vermedik. O yüzden kendinize gelin. Bu şımarıklığa son verin. Bugün devleti yönettiğini zannedenler mi, yoksa onların okyanus ötesindeki patronları mı, her kim ise size bu cüreti veren, bilin ki bizler, ne bedel varsa onu öderiz.
Cumhuriyetle savaşarak, devletin kuruluş felsefesi ile dalaşarak, Mustafa Kemal ile hesaplaşmaya kalkarak, milletin birliği ve bütünlüğüne karşı çıkarak, vatanın bütünlüğüne kast ederek, bize barış diye yutturmaya çalıştığınız, o parçalanma hikayesinin sonunda, gökten üç elma filan düşmez. Böyle bir şeye Allah da rıza göstermez. Başınıza taş yağar, taş. Ha bunu da böyle bilin."
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.