Taç Mahal ismini duymayanımız yok gibidir. Dünyanın yedi harikasından birisidir. Bundan başka bildiğimiz Taç Mahal’in Hindistan’da olduğudur. Bizler Taç Mahal’in sinesinde ağırlanan Mümtaz Mahal’i ziyaret için Hindistan’a gittik.
Hindistan’da ilk durağımız Yeni Delhi; burası başkent. Havalimanından araçlarla Agra’ya gitmek üzere yola çıktık. Bu coğrafya tropikal- muson ikliminin hâkim olduğu bir bölge. Yıllık sıcaklık ortalaması yaklaşık 20 0C kadar. Yol boyunca irili ufaklı yerleşim yerlerini gördük. Hemen itiraf edelim ki, İngiliz sömürgesinin izleri hala bütün şiddetiyle yaşanıyor. Sefalet diz boyu; uygulanan ‘kast sistemi’ insanlar arasındaki sınıf uçurumlarını çok belirgin hale getirmiş.
Yol boyunca en çok dikkatimizi çeken trafik ışıkları pek yok, İngiliz usulü trafik akışı geçerli, korna sesleri her an hayatın içerisinde. Yollar arabalar, motosikletler, inekler ve yayalar tarafından neredeyse ortak kullanılıyor. Her an bir trafik kazası yaşanacak psikolojisi yaşıyoruz. Birçok kazaya şahit olduk; çok sayıda kazanın da kıl payı atlatıldığını bizzat görmüş olduk. Yolda inekler serbestçe dolaşıyor, çöplükleri karıştırıyorlar. Maymunlar, filler hayatın içindeler. Yemeklerinde baharat hemen dikkati çekiyor. Zaten tarihi önemi olan ‘baharat yolu’nun başlangıcı Hindistan’dır. Taç Mahal’i bağrında barındıran Agra’da neredeyse bütün marka otellerin şubesi var. Bir tarafta boğazına kadar hayatın her sahasında sefalet yaşanırken, diğer tarafta bütün cesametiyle Babür eseri Taç Mahal arz-ı endam ediyor.
Biraz da Delhi’den bahsedeyim. Yeni Delhi bir de eski Delhi var tabi. Eski Delhi daha çok tarihi öneme sahip ve geri bırakılmış. Yeni Delhi ise, yeni inşa edilen modern bir kent görünümündedir. Ancak homojen bir kent yapısına sahip değil. Güvenlik, hijyen sorununu içinde barındırıyor. Bütün buna rağmen Hindistan milyarı geçen nüfusu ile ciddi bir potansiyel. İyi bir idare ile dünyanın sayılı devletleri arasına girebilir. Zaten başta iletişim ve yazılım olmak üzere iddialı olduğu sahalar da var. Hindistan’ı bir de tarihi seyir içinde değerlendirelim. Türk devletleri Hindistan coğrafyasında dokuz asır hükümranlık sürmüşler. Bunlardan en önemlisi ‘Mughal’ olarak da adlandırılan Babür İmparatorluğu. Bu devletin kurucusu Babür Şah, Müslüman’dır. 1500’lü yılların başında kurulmuştur. 1858 yılında İngilizler son Babür İmparatoru II. Bahadır Şah’ı tahttan indirip çocuklarını da öldürmüş ve Hindistan’daki Timur hanedanına son vermişlerdir. İşte bu tarih aynı zamanda sefaletin başladığı tarihtir. Britanya Hindistan’ı adı verilen bu topraklar Babür’ler ve diğer Türk devletleri tarafından ihya edilen dokuz asırlık birikimini kaybettikçe kaybeder. Aradan geçen bu kadar zamana rağmen ne kadar tarihi eser varsa Babür’lere aittir.
Aslında Hindistan verimli topraklara sahiptir, insanları munistir. Ancak sömürge haline gelen bir devletin ve milletin tarihi seyir içerisinde neler kaybettiğinin göstergesidir Hindistan. Yetmedi bağımsızlığını kazanmasına rağmen hala İngiliz’in etkisi devam etmektedir. Bütün oyunlarına rağmen Müslüman nüfus hala Hindistan da yüzde 20 civarında. Agra’da kaldığımız zaman zarfında her vakit duyduğumuz ezan sesleri hem ruhumuzu temizliyor hem de bizi tarihten geleceğe bir ruh enginliğiyle buluşturuyordu.
Hindistan’da ilk durağımız Yeni Delhi; burası başkent. Havalimanından araçlarla Agra’ya gitmek üzere yola çıktık. Bu coğrafya tropikal- muson ikliminin hâkim olduğu bir bölge. Yıllık sıcaklık ortalaması yaklaşık 20 0C kadar. Yol boyunca irili ufaklı yerleşim yerlerini gördük. Hemen itiraf edelim ki, İngiliz sömürgesinin izleri hala bütün şiddetiyle yaşanıyor. Sefalet diz boyu; uygulanan ‘kast sistemi’ insanlar arasındaki sınıf uçurumlarını çok belirgin hale getirmiş.
Yol boyunca en çok dikkatimizi çeken trafik ışıkları pek yok, İngiliz usulü trafik akışı geçerli, korna sesleri her an hayatın içerisinde. Yollar arabalar, motosikletler, inekler ve yayalar tarafından neredeyse ortak kullanılıyor. Her an bir trafik kazası yaşanacak psikolojisi yaşıyoruz. Birçok kazaya şahit olduk; çok sayıda kazanın da kıl payı atlatıldığını bizzat görmüş olduk. Yolda inekler serbestçe dolaşıyor, çöplükleri karıştırıyorlar. Maymunlar, filler hayatın içindeler. Yemeklerinde baharat hemen dikkati çekiyor. Zaten tarihi önemi olan ‘baharat yolu’nun başlangıcı Hindistan’dır. Taç Mahal’i bağrında barındıran Agra’da neredeyse bütün marka otellerin şubesi var. Bir tarafta boğazına kadar hayatın her sahasında sefalet yaşanırken, diğer tarafta bütün cesametiyle Babür eseri Taç Mahal arz-ı endam ediyor.
Biraz da Delhi’den bahsedeyim. Yeni Delhi bir de eski Delhi var tabi. Eski Delhi daha çok tarihi öneme sahip ve geri bırakılmış. Yeni Delhi ise, yeni inşa edilen modern bir kent görünümündedir. Ancak homojen bir kent yapısına sahip değil. Güvenlik, hijyen sorununu içinde barındırıyor. Bütün buna rağmen Hindistan milyarı geçen nüfusu ile ciddi bir potansiyel. İyi bir idare ile dünyanın sayılı devletleri arasına girebilir. Zaten başta iletişim ve yazılım olmak üzere iddialı olduğu sahalar da var. Hindistan’ı bir de tarihi seyir içinde değerlendirelim. Türk devletleri Hindistan coğrafyasında dokuz asır hükümranlık sürmüşler. Bunlardan en önemlisi ‘Mughal’ olarak da adlandırılan Babür İmparatorluğu. Bu devletin kurucusu Babür Şah, Müslüman’dır. 1500’lü yılların başında kurulmuştur. 1858 yılında İngilizler son Babür İmparatoru II. Bahadır Şah’ı tahttan indirip çocuklarını da öldürmüş ve Hindistan’daki Timur hanedanına son vermişlerdir. İşte bu tarih aynı zamanda sefaletin başladığı tarihtir. Britanya Hindistan’ı adı verilen bu topraklar Babür’ler ve diğer Türk devletleri tarafından ihya edilen dokuz asırlık birikimini kaybettikçe kaybeder. Aradan geçen bu kadar zamana rağmen ne kadar tarihi eser varsa Babür’lere aittir.
Aslında Hindistan verimli topraklara sahiptir, insanları munistir. Ancak sömürge haline gelen bir devletin ve milletin tarihi seyir içerisinde neler kaybettiğinin göstergesidir Hindistan. Yetmedi bağımsızlığını kazanmasına rağmen hala İngiliz’in etkisi devam etmektedir. Bütün oyunlarına rağmen Müslüman nüfus hala Hindistan da yüzde 20 civarında. Agra’da kaldığımız zaman zarfında her vakit duyduğumuz ezan sesleri hem ruhumuzu temizliyor hem de bizi tarihten geleceğe bir ruh enginliğiyle buluşturuyordu.
Doç. Dr. Ahmet H. Kepekçi / diğer yazıları
- Geçmişten geleceğe 23 Nisan: Millî bayramlar ve kimlik inşası / 24.04.2024
- Haydar Baş ve Türkiye'nin dönüşüm yolculuğu / 20.04.2024
- Seçmen eğilimi niçin değişti? / 08.04.2024
- 41 maddede 'BTP'ye Evet' demenin gerekçeleri / 30.03.2024
- Yine ikilem yine istismar / 18.03.2024
- Ekonomik gerçekler ve beklentiler / 11.03.2024
- Partilerin mesajı ve seçmenin sınavı / 10.03.2024
- Vatandaşın çığlığına kim cevap verecek / 09.03.2024
- Yerel seçimlerde emeklilerin tercihi ne olacak? / 29.02.2024
- BTP, güçlü bir alternatif / 23.02.2024
- Haydar Baş ve Türkiye'nin dönüşüm yolculuğu / 20.04.2024
- Seçmen eğilimi niçin değişti? / 08.04.2024
- 41 maddede 'BTP'ye Evet' demenin gerekçeleri / 30.03.2024
- Yine ikilem yine istismar / 18.03.2024
- Ekonomik gerçekler ve beklentiler / 11.03.2024
- Partilerin mesajı ve seçmenin sınavı / 10.03.2024
- Vatandaşın çığlığına kim cevap verecek / 09.03.2024
- Yerel seçimlerde emeklilerin tercihi ne olacak? / 29.02.2024
- BTP, güçlü bir alternatif / 23.02.2024