Türkçe bayram tekbiri
Hafız Yaşar Okur, 1932’de bayram tekbirinin Türkçe okunmasıyla alakalı bir anı aktarır:
08.10.2025 00:10:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Hafız Yaşar Okur, 1932'de bayram tekbirinin Türkçe okunmasıyla alakalı bir anı aktarır:
"1932'de Ramazan'ın ikinci günüydü. Atatürk'le Ankara'dan Dolmabahçe Sarayı'na geldik. Beni huzurlarına çağırdılar.
'Yaşar Bey' dediler. 'İstanbul'un mümtaz hafızlarının bir listesini istiyorum ama bunlar musikîye de aşina olmalıdırlar.'
Listeyi hemen hazırladım. Bu listede şu isimler vardı: Hafız Saadettin Kaynak, Sultan Selimli Rıza, Beşiktaşlı Hafız Rıza, Süleymaniye Camii Baş Müezzini Kemal, Beylerbeyli Fahri, Darüttalimi Musikî Azasından Büyük Zeki, Muallim Nuri ve Hafız Burhan Bey'ler…
Listede ismini yazdıklarımın hepsi ertesi akşam saraya geldiler. Kendilerini Bolu Mebusu Cemil Bey karşıladı ve doğruca Maarif Vekili Dr. Reşit Galip Bey'e götürdü. O ana kadar bunların niçin çağrılmış olduklarını ben de bilmiyordum. O gün anladık ki, tercüme ettirilmiş olan bayram tekbiri kendilerine meşk ettirilecektir.
Hafızlar ikişer ikişer oldular ve şu metin üzerinde meşke başladılar:
'Allah büyüktür, Allah büyüktür.'
Sultan Selimli Hafız Rıza Efendi bu tercümeye itiraz etti. Bolu Mebusu Cemil Bey'e dönerek, 'Efendim' dedi, 'Türk'ün Tanrısı vardır. Bu Tanrı şeklinde okunursa daha muvafık olur kanaatindeyim.'
Rıza Efendi'nin bu teklifini Cemil Bey çok ilgi çekici bulmuş olmalı ki, arzetmek üzere hemen Atatürk'ün huzuruna girdi.
Döndüğü zaman hepimizi Gazi'nin yanına götürdü. Atatürk tekbir tercümesinin sadeleştirilmesi hususunda gösterilen arzu üzerine, 'Peki arkadaşlar' dedi. 'Tekbirin tercümesini okuyunuz bakalım.'
Okundu: 'Tanrı uludur, Tanrı uludur. Tanrı'dan başka tanrı yoktur. Tanrı uludur, Tanrı uludur ve hamd O'na mahsustur.'
Atatürk bu tercüme şeklini çok beğendi. O gece geç vakitlere kadar huzurlarında kalındı, hep bu konu üzerinde saatler süren direktiflerde bulundular ve hafızların ertesi akşam yine gelmelerini emir buyurdular.
Ertesi akşam aynı zevatla Atatürk'ün huzurunda toplandık. Gazi, Cemil Sait Bey'in Kur'an tercümesini getirtti. Ayağa kalkıp Kur'an-ı Kerim'i ellerine aldılar. Ceketinin önlerini iliklediler.
Fatiha sûresinin tercümesini açıp halka hitap ediyormuş gibi okudular. Bu davranışlarıyla onlara halka hitap sanatını öğretmiş oluyorlardı.
Sonra hepsine ayrı ayrı hangi camide mukabele okuduklarını sordu. Aldığı cevap üzerine şu tavsiyelerde bulundu:
Arkadaşlar hepinizden ayrı ayrı memnun kaldım. Bu mübarek ay vesilesiyle camilerde yaptığınız mukabelenin son sayfalarını Türkçe olarak cemaate izah ediniz. Halkın, dinlediği mukabelenin mânâsını anlamasında çok fayda vardır."
Kur'an'ın Türkleşleştirilme çalışmalarına son noktayı yine Atatürk'ün kendi yorumuyla koyalım:
"Türk bunun (Kur'an'ın) arkasından koşuyor fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor.
Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın. Evet, ben de bilirim ki insan dinsiz olmaz."
Ezanın Türkçe okunması
İlk din kongresinden sonra, 1932 senesinin ilk günlerinde, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce bütün cami ve mescitlerde Türkçe ezan okunması konusunda hazırlıklara başlanmıştır.
İlk Türkçe ezan, 3 Şubat 1932'de Ayasofya Camii'nde teravih namazından sonra okunmuştur." (Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eserinden)
"1932'de Ramazan'ın ikinci günüydü. Atatürk'le Ankara'dan Dolmabahçe Sarayı'na geldik. Beni huzurlarına çağırdılar.
'Yaşar Bey' dediler. 'İstanbul'un mümtaz hafızlarının bir listesini istiyorum ama bunlar musikîye de aşina olmalıdırlar.'
Listeyi hemen hazırladım. Bu listede şu isimler vardı: Hafız Saadettin Kaynak, Sultan Selimli Rıza, Beşiktaşlı Hafız Rıza, Süleymaniye Camii Baş Müezzini Kemal, Beylerbeyli Fahri, Darüttalimi Musikî Azasından Büyük Zeki, Muallim Nuri ve Hafız Burhan Bey'ler…
Listede ismini yazdıklarımın hepsi ertesi akşam saraya geldiler. Kendilerini Bolu Mebusu Cemil Bey karşıladı ve doğruca Maarif Vekili Dr. Reşit Galip Bey'e götürdü. O ana kadar bunların niçin çağrılmış olduklarını ben de bilmiyordum. O gün anladık ki, tercüme ettirilmiş olan bayram tekbiri kendilerine meşk ettirilecektir.
Hafızlar ikişer ikişer oldular ve şu metin üzerinde meşke başladılar:
'Allah büyüktür, Allah büyüktür.'
Sultan Selimli Hafız Rıza Efendi bu tercümeye itiraz etti. Bolu Mebusu Cemil Bey'e dönerek, 'Efendim' dedi, 'Türk'ün Tanrısı vardır. Bu Tanrı şeklinde okunursa daha muvafık olur kanaatindeyim.'
Rıza Efendi'nin bu teklifini Cemil Bey çok ilgi çekici bulmuş olmalı ki, arzetmek üzere hemen Atatürk'ün huzuruna girdi.
Döndüğü zaman hepimizi Gazi'nin yanına götürdü. Atatürk tekbir tercümesinin sadeleştirilmesi hususunda gösterilen arzu üzerine, 'Peki arkadaşlar' dedi. 'Tekbirin tercümesini okuyunuz bakalım.'
Okundu: 'Tanrı uludur, Tanrı uludur. Tanrı'dan başka tanrı yoktur. Tanrı uludur, Tanrı uludur ve hamd O'na mahsustur.'
Atatürk bu tercüme şeklini çok beğendi. O gece geç vakitlere kadar huzurlarında kalındı, hep bu konu üzerinde saatler süren direktiflerde bulundular ve hafızların ertesi akşam yine gelmelerini emir buyurdular.
Ertesi akşam aynı zevatla Atatürk'ün huzurunda toplandık. Gazi, Cemil Sait Bey'in Kur'an tercümesini getirtti. Ayağa kalkıp Kur'an-ı Kerim'i ellerine aldılar. Ceketinin önlerini iliklediler.
Fatiha sûresinin tercümesini açıp halka hitap ediyormuş gibi okudular. Bu davranışlarıyla onlara halka hitap sanatını öğretmiş oluyorlardı.
Sonra hepsine ayrı ayrı hangi camide mukabele okuduklarını sordu. Aldığı cevap üzerine şu tavsiyelerde bulundu:
Arkadaşlar hepinizden ayrı ayrı memnun kaldım. Bu mübarek ay vesilesiyle camilerde yaptığınız mukabelenin son sayfalarını Türkçe olarak cemaate izah ediniz. Halkın, dinlediği mukabelenin mânâsını anlamasında çok fayda vardır."
Kur'an'ın Türkleşleştirilme çalışmalarına son noktayı yine Atatürk'ün kendi yorumuyla koyalım:
"Türk bunun (Kur'an'ın) arkasından koşuyor fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor.
Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın. Evet, ben de bilirim ki insan dinsiz olmaz."
Ezanın Türkçe okunması
İlk din kongresinden sonra, 1932 senesinin ilk günlerinde, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce bütün cami ve mescitlerde Türkçe ezan okunması konusunda hazırlıklara başlanmıştır.
İlk Türkçe ezan, 3 Şubat 1932'de Ayasofya Camii'nde teravih namazından sonra okunmuştur." (Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.