Güçlü ve istikrarlı ülkelerin, fakir veya yönetim iradesi zayıf ülkeleri etki altına alması devletler hukukunda tabii bir sonuçtur.
Bugün süper güç olarak ifade edilen devletler, 3. dünya ülkeleri olarak adlandırılan Afrika'nın fakir halklarını veya istikrarın bir türlü sağlanamadığı Latin Amerika yönetimlerini veya yakın geçmişte bağımsızlığını ilan eden Doğu Bloku ülkelerini istedikleri gibi yönlendirebilmekte; imkanlarından istifade etmektedir.
Savaşların yerini masa başı planlarıyla içten fetihlerin aldığı günümüzde, AB gibi birliktelikler, küçük devletler için gizli bir tehlikedir.
İktisadi ve siyasi rekabete girecek potansiyeli olmayan sadece birer açık pazar ve hammadde kaynağı olarak kullanılan bu ülkeler, neticede birer vilayet mesabesinde birlikteki yerini almaktadır.
AB nüfusu fazla ve gücü olan devletler için büyük bir menfaat kapısı olabilir ama zayıf ve küçük devletler için tek taraflı tavizlerin kayıtsız verilmesi gereken bir birliktelikten başka bir amaç içermemektedir.
AB üyeliğini her ne pahasına olursa olsun ister görünen Türkiye'nin durumu, bu sebeple diğer devletlerden çok farklıdır. Türkiye gerek tarihten gelen devlet idaresindeki tecrübesi; gerek güçlü ordusu, gerekse zengin kaynakları ile asla bir vilayet konumuna düşemeyecek bir ülkedir. Ne her tavizi yerine getirmeye razı olabilecek bir çaresizliktedir, ne de böyle uydu bir devlet olmayı devleti ve milletiyle kabul edecek iradesizliktedir.
AB'nin önümüze koyduğu uzun talimatlar listesi ise, bizi yavaş yavaş bu noktaya taşımaktadır. Bağımsız bir devlet için esas olan, her sahada bağımsız politikalarla istikametini kendi iradesiyle seçebilmesidir.
Üyelik durumunda ise, diğer ülkelerin istekleriyle belirlenmiş bir karara uyumdan başka bir seçeneğimiz olmayacağı gibi; milli meselelerimizin hallini dahi bıraktığımız kurumlarda alınan kararları kabul yapılabilecek tek harekettir. Bu sebeble, içişlerimize ve millet egemenliğimizi devredeceğimiz bu birlik dışında bir alternatif sunamayan siyasiler büyük bir vebal altındadır.
Bağımsız bir iç ve dış politika belirlemek yerine, başka devletlerce üretilmiş çözümleri ve gösterilen istikameti kabul eden teslimiyetçi mantık, bize, verilenle yetinmekten başka bir şey kazandıramaz.
Hıristiyan Batının her şart ve zeminde İslam'ın savunucusu olarak gördüğü Türkiye için hayırlı bir netice istemediği ise tarihi hakikatlerle sabittir.
Türkiye alternatifsizlik hastalığından kurtulmalıdır.
Önemli yol kavşaklarının, zengin hammadde kaynaklarının merkezinde bulunan bu devletin gerek bölgesinde gerekse evrensel boyutta menfaat birliğine girebileceği farklı pek çok ülke mevcuttur.
Karadeniz Ekonomik İşbirliği ve İslam ülkeleri ile İslam Konferansı çerçevesinde kurulacak temaslarla bu ülkeler ile ciddi işbirlikleri yapılabilir.
Azerbaycan ve diğer Türk Cumhuriyetler sahip oldukları işlenmemiş kaynaklar ile bizim için iyi bir pazardır.
Teknolojide çok ilerleyen Çin ve Japonya ile bu sahalarda proje anlaşmalar, yapılabilir.
Bunların yanında, kendi menfaatlerimizi gözardı etmeden, ABD ile stratejik anlaşmalara gidilebilir.
Tarihten gelen lider vasfı ve genç nüfus ile Türkiye, saydığımız bu ülkeler ile son derece avantajlı projelere imza atabilir.
Bizi her sahada bitirme noktasına getiren AB, görüldüğü gibi kesinlikle alternatifsiz değildir.
Tam aksine, yapılması istenenler, devlet-millet yararı düşünülerek hayata geçiriliyorsa, bu birlik büyük bir risktir.
Türkiye'nin geleceği ise dış politikasına yön verecek bu hayati tercihtedir. Bu sebeple, seçimlerde tek sermaye olarak öne sürülen AB'ci tutum, bağımsızlık isteyen milletimizce değerlendirilmekte, bağımsız bir Türkiye diyen taraf seçimin galibi olma yolunda açık farkla önde gitmektedir.
Bugün süper güç olarak ifade edilen devletler, 3. dünya ülkeleri olarak adlandırılan Afrika'nın fakir halklarını veya istikrarın bir türlü sağlanamadığı Latin Amerika yönetimlerini veya yakın geçmişte bağımsızlığını ilan eden Doğu Bloku ülkelerini istedikleri gibi yönlendirebilmekte; imkanlarından istifade etmektedir.
Savaşların yerini masa başı planlarıyla içten fetihlerin aldığı günümüzde, AB gibi birliktelikler, küçük devletler için gizli bir tehlikedir.
İktisadi ve siyasi rekabete girecek potansiyeli olmayan sadece birer açık pazar ve hammadde kaynağı olarak kullanılan bu ülkeler, neticede birer vilayet mesabesinde birlikteki yerini almaktadır.
AB nüfusu fazla ve gücü olan devletler için büyük bir menfaat kapısı olabilir ama zayıf ve küçük devletler için tek taraflı tavizlerin kayıtsız verilmesi gereken bir birliktelikten başka bir amaç içermemektedir.
AB üyeliğini her ne pahasına olursa olsun ister görünen Türkiye'nin durumu, bu sebeple diğer devletlerden çok farklıdır. Türkiye gerek tarihten gelen devlet idaresindeki tecrübesi; gerek güçlü ordusu, gerekse zengin kaynakları ile asla bir vilayet konumuna düşemeyecek bir ülkedir. Ne her tavizi yerine getirmeye razı olabilecek bir çaresizliktedir, ne de böyle uydu bir devlet olmayı devleti ve milletiyle kabul edecek iradesizliktedir.
AB'nin önümüze koyduğu uzun talimatlar listesi ise, bizi yavaş yavaş bu noktaya taşımaktadır. Bağımsız bir devlet için esas olan, her sahada bağımsız politikalarla istikametini kendi iradesiyle seçebilmesidir.
Üyelik durumunda ise, diğer ülkelerin istekleriyle belirlenmiş bir karara uyumdan başka bir seçeneğimiz olmayacağı gibi; milli meselelerimizin hallini dahi bıraktığımız kurumlarda alınan kararları kabul yapılabilecek tek harekettir. Bu sebeble, içişlerimize ve millet egemenliğimizi devredeceğimiz bu birlik dışında bir alternatif sunamayan siyasiler büyük bir vebal altındadır.
Bağımsız bir iç ve dış politika belirlemek yerine, başka devletlerce üretilmiş çözümleri ve gösterilen istikameti kabul eden teslimiyetçi mantık, bize, verilenle yetinmekten başka bir şey kazandıramaz.
Hıristiyan Batının her şart ve zeminde İslam'ın savunucusu olarak gördüğü Türkiye için hayırlı bir netice istemediği ise tarihi hakikatlerle sabittir.
Türkiye alternatifsizlik hastalığından kurtulmalıdır.
Önemli yol kavşaklarının, zengin hammadde kaynaklarının merkezinde bulunan bu devletin gerek bölgesinde gerekse evrensel boyutta menfaat birliğine girebileceği farklı pek çok ülke mevcuttur.
Karadeniz Ekonomik İşbirliği ve İslam ülkeleri ile İslam Konferansı çerçevesinde kurulacak temaslarla bu ülkeler ile ciddi işbirlikleri yapılabilir.
Azerbaycan ve diğer Türk Cumhuriyetler sahip oldukları işlenmemiş kaynaklar ile bizim için iyi bir pazardır.
Teknolojide çok ilerleyen Çin ve Japonya ile bu sahalarda proje anlaşmalar, yapılabilir.
Bunların yanında, kendi menfaatlerimizi gözardı etmeden, ABD ile stratejik anlaşmalara gidilebilir.
Tarihten gelen lider vasfı ve genç nüfus ile Türkiye, saydığımız bu ülkeler ile son derece avantajlı projelere imza atabilir.
Bizi her sahada bitirme noktasına getiren AB, görüldüğü gibi kesinlikle alternatifsiz değildir.
Tam aksine, yapılması istenenler, devlet-millet yararı düşünülerek hayata geçiriliyorsa, bu birlik büyük bir risktir.
Türkiye'nin geleceği ise dış politikasına yön verecek bu hayati tercihtedir. Bu sebeple, seçimlerde tek sermaye olarak öne sürülen AB'ci tutum, bağımsızlık isteyen milletimizce değerlendirilmekte, bağımsız bir Türkiye diyen taraf seçimin galibi olma yolunda açık farkla önde gitmektedir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Abdulkadir Baş / diğer yazıları
- Gerçekleri görebilmek / 05.11.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002