Son günlerde Batının Türk düşmanlığına dayalı Nasyonalist projelerinin yerli uygulama memuru olan dahilî bedhahlar, İslamcılık adına Türk düşmanlığını temel politikaları haline getirdiler ve söylemlerinin merkezine oturttular. Bunlara göre “Türklük ırkçılıktır, etnik bir grup adıdır. Türkiye’de 36 ayrı etnik grup vardır, Türkler de bunlardan biridir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti, millî bir Türk devleti olmaktan çıkarılmalı, Türklük yok edilmeli, devlet, kozmopolit bir yapı içinde 36 kavim çorbasına döndürülmelidir.”
Halbuki Türklük, tarih boyunca önce bir kavim adıyken, zamanla bir millet adı haline gelmiştir. Bu bağlamda Müslüman olan herkese Türk denilmiştir.
En eski Batı kaynaklarında bile Türklükle Müslümanlığın eşdeğerde olduğu, Türk deyince Müslüman anlaşıldığı yani Türklüğün bir ırk ve etnik köken aidiyeti olmaktan çıkıp sosyolojik anlamda bir üst toplumsal yapı olan millet adı olduğu açıkça tarihî bir gerçekliktir. Bu meseleye bir örnek vermek istiyorum.
Türkiye’de uzun süre bulunmuş batılı bir misyonerin 1908 yılında basılan bir eserinde (James L. Barton, Amerikan Misyonerleri Heyeti Sekreterinin Anıları, Türkiye’de Gündoğumu, çev. Zekeriya Başkal, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2010), Türklükle Müslümanlığın aynı şey olduğu açıkça belirtiliyor.
Yazar, kitabının bir yerinde “Türkler” alt başlıklı bölümde şunları yazıyor:
“Türkiye’de Türk kelimesi Müslümanları tarif etmek için kullanılır. İslam’ı kabul eden bir Rum’a derhal Türk denilir. Ve ondan da “kendini Türkleştirdi” şeklinde söz edilir. Sıradan kullanımında Türkiye’de bu kelime sadece dinî bir inancı işaret eder. Bu noktada Muhammedî (Hz. Muhammed’in dinine mensup olanlar) kelimesini kullanmak yerine, konunun bu kısmını Türkler başlığı altında değerlendireceğiz. Böylece dinî ve millî paralelliği bozmamış olacağız.
Türkiye’nin Türkleri, bu topraklarda yaşamış ve İslam’ı kabul etmiş her ırkı içerir. Farklı ırkların insanları İslam’ı benimserken derhal Muhammedî kitleyle karşılaşır ve büyük ölçüde devletin ve dinin aşıladığı ortak geleneklerle bu kitleyle birleşir. Bu asimile olmuş ırklar arasında evlilikler vardır. Bu yüzden, ırkların karışımdan uzak tutulduğu Arabistan hariç, Türkler arasında açık bir ırk tipi bulmak güçtür.”(s.60–61)
Şimdi bu ifadeler, Türklükle Müslümanlığın bir olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bugün Türk düşmanlığına dayalı Kürt ırkçılığı yapan İslamcı görünümlü; ama aslında Haçlı–Siyon batı emperyalizminin yerli işbirlikçi taşeronları, ısrarla Türklüğü etnik bir grup seviyesine indirgemeye ve Türk millet birliğini 36 etnik gruba bölüp parçalamaya ve Türkiye’yi kavimler kargaşasına sürüklemeye, Türk adını silmeye çalışıyorlar.
Türklüğü İslam dışı bir şey olarak gösterip her türlü milliyetçiliği ve bu arada Türk milliyetçiliğini; hatta din milliyetçiliğini yani bu kapsamda İslam milliyetçiliğini de ayakları altına alan Türkiyeli siyasetçiler, Müslümanlıkla Türklüğün Osmanlı Devleti’nde en eski devirlerden son zamanlara kadar nasıl özdeş iki kavram olduğunu; bu misyonerin 1908’deki şu sözlerinde açıkça görebilirler. Tabii “gözleri var görmezler, kulakları var duymazlar” kümesinden değillerse. James L. Barton adlı bu misyoner anlarında şöyle diyor:
“İmparatorluk içinde sadece tek bir birleştirici güç vardır ve o da İslam’dır. Geldikleri ırka bakmaksızın İslam’ı benimsemiş herkes yönetici kesimin aslî bir unsuru haline gelir. Böylece derhal Türkçe ya da Arapça’yı kullanmaya başlar ve Türk olarak anılmaya başlar.” (s.38)
Yine bir Haçlı–Siyon projesi olan millî Türk Devletini yok edip “Yeni Türkiye” inşa etme işinin bir boyutu da Türk milletine Türk dememek, Türkiye’yi Türksüzleştirmek, Türk milletini yok saymak için hep Osmanlıyı gündeme getirmeleri, Osmanlıyı örnek olarak göstermeleridir. Bu işbirlikçi taşeronlara göre Osmanlı Devleti Türk devleti değil, kozmopolit bir kalabalık güruhun devleti imiş. Osmanlıda Türk yokmuş, Osmanlı vatandaşları ve Osmanlı Devleti varmış. Herkes Osmanlı imiş, Türk mürk değilmiş, “Türk” lafı hatta “Türkiye” adı sonradan; Cumhuriyetten sonra çıkmış filan. Dolayısıyla şimdi de Türk demezsek Osmanlı gibi olabilirmişiz ve barışı sağlayabilirmişiz.
Bunlar tabii cehaletten öte bir ihanetin yansımaları. Türk’ün milliyetini, Türklük ruh ve şuurunu yok etmek için emperyalist batının talimatları ile piyasaya sürülmüş, PKK zihniyetine dayalı bir Kürtçülüğü hâkim kılmak için üretilmiş bir projenin yansımasıdır.
Türkiye’de yaşayan bütün vatandaşlarımızın kimlik adı olan “Türk milleti”ni, devletimizin adı olan “Türk Devleti”ni anayasadan ve diğer bütün kurumlardan silmek için Osmanlı Devleti’ni referans olarak alanlar şapa otururlar. Zira yukarıda sözünü ettiğimiz batılı misyonerin 1908 yılında basılan bu eserinde Osmanlı Devleti bir “Türk İmparatorluğu“ olarak anılır. Eser boyunca misyoner, hep böyle der. Mesela: “Türk İmparatorluğu’nun mevcut sınırları şöyle ifade edilebilir. Avrupa’da Makedonya, batıda Yunanistan’a uzanan, kuzeyde Sırbistan, Bulgaristan ve Edirne’yi içeren topraklar, doğuda Rusya ve İran’a kadar bütün Küçük Asya, Suriye ve Arabistan, Afrika’daki iki küçük bölge ve Akdeniz’deki birkaç küçük ada. Türkiye’nin direkt hâkimiyeti altında bulunan bölgenin büyüklüğü ve bu bölgedeki nüfus şöyledir:”(s.8)
Bu ifadelerde batılı bir misyonerin bile Osmanlı Devleti’nin bir “Türk İmparatorluğu”, hatta ülkenin adının da “Türkiye” olduğu açıkça belirtiliyor. Dolayısıyla Osmanlıda Türk sözü yoktu, herkese Osmanlı deniyordu, o yüzden barış ve kardeşlik vardı. Şimdi de Türk demezsek barış ve kardeşlik gelir safsataları tamamen Türk’ü silmeye dönük manevralardır. Türk milleti, kendi üzerinde oynanan oyunları fark etme feraset ve basiretine sahiptir. İslamcı görünümlü ama ne idüğü bizim tarafımızdan bilinen uyanık “Türkiyeli” siyaset esnafı, Türk milletinin adını da kendini de Allah’ın izniyle yok edemeyecektir. Biz sadece sabırlıyız.
Halbuki Türklük, tarih boyunca önce bir kavim adıyken, zamanla bir millet adı haline gelmiştir. Bu bağlamda Müslüman olan herkese Türk denilmiştir.
En eski Batı kaynaklarında bile Türklükle Müslümanlığın eşdeğerde olduğu, Türk deyince Müslüman anlaşıldığı yani Türklüğün bir ırk ve etnik köken aidiyeti olmaktan çıkıp sosyolojik anlamda bir üst toplumsal yapı olan millet adı olduğu açıkça tarihî bir gerçekliktir. Bu meseleye bir örnek vermek istiyorum.
Türkiye’de uzun süre bulunmuş batılı bir misyonerin 1908 yılında basılan bir eserinde (James L. Barton, Amerikan Misyonerleri Heyeti Sekreterinin Anıları, Türkiye’de Gündoğumu, çev. Zekeriya Başkal, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2010), Türklükle Müslümanlığın aynı şey olduğu açıkça belirtiliyor.
Yazar, kitabının bir yerinde “Türkler” alt başlıklı bölümde şunları yazıyor:
“Türkiye’de Türk kelimesi Müslümanları tarif etmek için kullanılır. İslam’ı kabul eden bir Rum’a derhal Türk denilir. Ve ondan da “kendini Türkleştirdi” şeklinde söz edilir. Sıradan kullanımında Türkiye’de bu kelime sadece dinî bir inancı işaret eder. Bu noktada Muhammedî (Hz. Muhammed’in dinine mensup olanlar) kelimesini kullanmak yerine, konunun bu kısmını Türkler başlığı altında değerlendireceğiz. Böylece dinî ve millî paralelliği bozmamış olacağız.
Türkiye’nin Türkleri, bu topraklarda yaşamış ve İslam’ı kabul etmiş her ırkı içerir. Farklı ırkların insanları İslam’ı benimserken derhal Muhammedî kitleyle karşılaşır ve büyük ölçüde devletin ve dinin aşıladığı ortak geleneklerle bu kitleyle birleşir. Bu asimile olmuş ırklar arasında evlilikler vardır. Bu yüzden, ırkların karışımdan uzak tutulduğu Arabistan hariç, Türkler arasında açık bir ırk tipi bulmak güçtür.”(s.60–61)
Şimdi bu ifadeler, Türklükle Müslümanlığın bir olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bugün Türk düşmanlığına dayalı Kürt ırkçılığı yapan İslamcı görünümlü; ama aslında Haçlı–Siyon batı emperyalizminin yerli işbirlikçi taşeronları, ısrarla Türklüğü etnik bir grup seviyesine indirgemeye ve Türk millet birliğini 36 etnik gruba bölüp parçalamaya ve Türkiye’yi kavimler kargaşasına sürüklemeye, Türk adını silmeye çalışıyorlar.
Türklüğü İslam dışı bir şey olarak gösterip her türlü milliyetçiliği ve bu arada Türk milliyetçiliğini; hatta din milliyetçiliğini yani bu kapsamda İslam milliyetçiliğini de ayakları altına alan Türkiyeli siyasetçiler, Müslümanlıkla Türklüğün Osmanlı Devleti’nde en eski devirlerden son zamanlara kadar nasıl özdeş iki kavram olduğunu; bu misyonerin 1908’deki şu sözlerinde açıkça görebilirler. Tabii “gözleri var görmezler, kulakları var duymazlar” kümesinden değillerse. James L. Barton adlı bu misyoner anlarında şöyle diyor:
“İmparatorluk içinde sadece tek bir birleştirici güç vardır ve o da İslam’dır. Geldikleri ırka bakmaksızın İslam’ı benimsemiş herkes yönetici kesimin aslî bir unsuru haline gelir. Böylece derhal Türkçe ya da Arapça’yı kullanmaya başlar ve Türk olarak anılmaya başlar.” (s.38)
Yine bir Haçlı–Siyon projesi olan millî Türk Devletini yok edip “Yeni Türkiye” inşa etme işinin bir boyutu da Türk milletine Türk dememek, Türkiye’yi Türksüzleştirmek, Türk milletini yok saymak için hep Osmanlıyı gündeme getirmeleri, Osmanlıyı örnek olarak göstermeleridir. Bu işbirlikçi taşeronlara göre Osmanlı Devleti Türk devleti değil, kozmopolit bir kalabalık güruhun devleti imiş. Osmanlıda Türk yokmuş, Osmanlı vatandaşları ve Osmanlı Devleti varmış. Herkes Osmanlı imiş, Türk mürk değilmiş, “Türk” lafı hatta “Türkiye” adı sonradan; Cumhuriyetten sonra çıkmış filan. Dolayısıyla şimdi de Türk demezsek Osmanlı gibi olabilirmişiz ve barışı sağlayabilirmişiz.
Bunlar tabii cehaletten öte bir ihanetin yansımaları. Türk’ün milliyetini, Türklük ruh ve şuurunu yok etmek için emperyalist batının talimatları ile piyasaya sürülmüş, PKK zihniyetine dayalı bir Kürtçülüğü hâkim kılmak için üretilmiş bir projenin yansımasıdır.
Türkiye’de yaşayan bütün vatandaşlarımızın kimlik adı olan “Türk milleti”ni, devletimizin adı olan “Türk Devleti”ni anayasadan ve diğer bütün kurumlardan silmek için Osmanlı Devleti’ni referans olarak alanlar şapa otururlar. Zira yukarıda sözünü ettiğimiz batılı misyonerin 1908 yılında basılan bu eserinde Osmanlı Devleti bir “Türk İmparatorluğu“ olarak anılır. Eser boyunca misyoner, hep böyle der. Mesela: “Türk İmparatorluğu’nun mevcut sınırları şöyle ifade edilebilir. Avrupa’da Makedonya, batıda Yunanistan’a uzanan, kuzeyde Sırbistan, Bulgaristan ve Edirne’yi içeren topraklar, doğuda Rusya ve İran’a kadar bütün Küçük Asya, Suriye ve Arabistan, Afrika’daki iki küçük bölge ve Akdeniz’deki birkaç küçük ada. Türkiye’nin direkt hâkimiyeti altında bulunan bölgenin büyüklüğü ve bu bölgedeki nüfus şöyledir:”(s.8)
Bu ifadelerde batılı bir misyonerin bile Osmanlı Devleti’nin bir “Türk İmparatorluğu”, hatta ülkenin adının da “Türkiye” olduğu açıkça belirtiliyor. Dolayısıyla Osmanlıda Türk sözü yoktu, herkese Osmanlı deniyordu, o yüzden barış ve kardeşlik vardı. Şimdi de Türk demezsek barış ve kardeşlik gelir safsataları tamamen Türk’ü silmeye dönük manevralardır. Türk milleti, kendi üzerinde oynanan oyunları fark etme feraset ve basiretine sahiptir. İslamcı görünümlü ama ne idüğü bizim tarafımızdan bilinen uyanık “Türkiyeli” siyaset esnafı, Türk milletinin adını da kendini de Allah’ın izniyle yok edemeyecektir. Biz sadece sabırlıyız.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Nurullah Çetin / diğer yazıları
- Dayatılan kapitalist stil / 26.12.2015
- "Karıştır barıştır"a karşı "birleştir savuştur" / 30.11.2015
- Öğretmenler Günü'nü kutlamak / 26.11.2015
- İşin sırrı dengede / 20.11.2015
- IŞİD terörist peki Fransa nedir? / 18.11.2015
- Anaları ağlamasın diye Fransa'ya çözüm süreci desteği / 17.11.2015
- Bir 10 Kasım yazısı / 12.11.2015
- Ölmek ve köle olmak dışında üçüncü bir seçenek / 11.11.2015
- Türk sosyalistlerini marabalıktan kurtulmaya davet / 09.11.2015
- Yandakların istilası / 05.11.2015
- "Karıştır barıştır"a karşı "birleştir savuştur" / 30.11.2015
- Öğretmenler Günü'nü kutlamak / 26.11.2015
- İşin sırrı dengede / 20.11.2015
- IŞİD terörist peki Fransa nedir? / 18.11.2015
- Anaları ağlamasın diye Fransa'ya çözüm süreci desteği / 17.11.2015
- Bir 10 Kasım yazısı / 12.11.2015
- Ölmek ve köle olmak dışında üçüncü bir seçenek / 11.11.2015
- Türk sosyalistlerini marabalıktan kurtulmaya davet / 09.11.2015
- Yandakların istilası / 05.11.2015