Milliyet'ten Taha Akyol, Başbakan Erdoğan ile TÜSİAD arasındaki 'bize göre incirin minik çekirdeğini doldurmayan tartışmanın' itidalle sonuçlanması gerektiğini yazıyor TÜSİAD, Tayyip Erdoğan mahkûm olduğu zaman tepki göstermiş. Cuma günkü yazımın bu bölümünü düzeltiyorum. Eylül 1998'de TÜSİAD'ın YİK Başkanı Bülent Eczacıbaşı aynen şöyle konuşmuş:"Reformlar konusunda hiçbir somut adım göremiyoruz. Şimdi karşımızda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan ile ilgili karar somut bir örnek olarak duruyor. Yargının kararlarına elbette sonsuz saygı duyuyoruz ve hiçbir şekilde bunları tartışmak amacını taşımıyoruz. Ancak bu kararın temelinde yatan yasaların, toplumumuzdaki gerginlikleri ve kutuplaşmaları nasıl artırdığını da göz ardı edemiyoruz."Eczacıbaşı'nın bu sözleri "28 Şubat"ın yargıyı da kamuoyunu da baskı altına aldığı bir dönemde söylendiği için, gerçek bir medeni cesaret örneğidir.İkinci özelliği, Eczacıbaşı'nın bu sözlerindeki hukuk özenidir. "Yargının kararlarına sonsuz saygı"yı vurguluyor, hatta yargı kararlarını "tartışmıyor" bile; "kararların temelinde yatan yasalar"ın liberalleştirilmesini istiyor.Bu niteliğiyle, Eczacıbaşı'nın sözleri "zehir zemberek" bir politik tavır gibi algılanmamış.Yargıyı eleştirmekYargı ve yargı kararları elbette eleştirilebilir. Başbakan'ın hatırlattığı gibi Anayasa'nın 183. maddesi, kimsenin yargıya "tavsiye ve telkinde bulunamayacağını" söylüyor, ancak bunu yapmak suç değildir! Neyin suç olduğunu Ceza Kanunu tarif eder. Ceza Kanunu'na göre, bir davada mahkemeyi "hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs" etmek suçtur.Liberal bir hukukçu bu maddeyi eleştiri özgürlüğü lehine yorumlar; otoriter bir hukukçu ise yargının prestiji lehine yorumlar. Otoriter gözle baksak bile Koç ve Sabancı'nın konuşmalarında suç unsuru yoktur, normal sözlerdir.İş dönüp dolaşıp hukuk kültürümüzün niteliğine geliyor. Bizim resmi hukuk kültürümüz yargıya "siyasi misyon" vermiştir. Halbuki çağdaş dünyada "liberal tarafsızlık" ilkesi, hem devletin hem yargının temel değerlerinden biridir. Hukuk kültürümüz de değişim halinde olduğu için biraz kaotik bir manzara gösteriyor. Bırakın kamuoyundaki görüş farklarını, işte aynı konuda bir savcı takipsizlik kararı verdi, öbür savcı dava açtı!Kuşatılma duygusuGerilimli davalar, eleştiriler, içki tartışmaları, eğitim konusundaki duyarlıklar üst üste geldi. Bu yoğunluk bir kesimin "irtica" korkusunu tırmandırdı, "kuşatılma" duygusu yarattı. Başbakan'da ise, geçmişte olduğu gibi yine "düğmeye basıldığı" kaygısını ve "kuşatılma" duygusunu oluşturdu. Nitekim bazı liberal yazarlar da yeni bir 28 Şubat kaygısını yazdılar.TÜSİAD böyle bir ortamda konuştuğu için "zehir zemberek" diye algılandı.Dahası, bu normal dışı yoğunluğun yargıda da "kuşatılma duygusu" yaratması ve bunun yargıda duygusal tepkilere yol açması ihtimalidir. Yücel Aşkın davasının süreci ve son birkaç günde savcıların birdenbire birçok "inceleme" başlatması bende bu kaygıyı yarattı. Yargıyı eleştirirken saygıyı elden bırakmamak gerekir."Köşeye sıkıştırılma" psikolojileri her şeyden büyük tehlikedir! Çünkü duygular aklı bastırır, uzlaşmayı, çözümü zorlaştırır ve en çok ekonomiye zarar verir.Tansiyonu düşürmek herkesin ve öncelikle Başbakan'ın görevidir. Başbakan, danışmanlarına "Noktayı koydum, tamam, tartışmayı kapattım" demiş. Tansiyon düşürülmelidir.