Daha ABD Irak'ı işgal etmemiş, Bağdat'ta sivillerin üzerine füzelerini yollamamıştı. Atılacak füzelerin eli kulağındaydı, ABD işgal öncesi son hazırlıklarını yapıyordu. Bu sıralarda Türkiye üzerinde önemle duruluyor, Türkiye'nin bu haksız işgalde ABD'nin yanında yer alması, liman ve hava limanlarının yanı sıra askerlerin geçişi için topraklarını kullandırması için yoğun bir lobi faaliyeti yürütülüyordu. AKP hükümeti, ABD'ye verdiği sözler gereği bu isteklere karşı çıkmıyordu ama kamuoyu baskısı ellerini kollarını değil ama dillerini bağlıyordu. Açık açık ABD'ye destek verdiklerini söyleyemiyorlardı.
O dönemde "patronlar kulübü" TÜSİAD'ın başkanı Tuncay Özilhan "Kapıkule dışında" kendisine "patronluk" vasfını bahşeden çevrelerin istediği önemli bir açıklama yaptı. Özilhan, "Türkiye totaliter rejimlerin yanında yer alamaz" diyerek AKP hükümetine ezberini tekrar hatırlatıyordu: Irak'ın işgaline dair en ufak bir şüpheye bile tahammülleri yok, ona göre! Totaliter rejimlerin yani Irak'ın yanında yer alınamayacağını TÜSİAD'a üfleten nefesin sahibinin, Türkiye'deki hükümetten şüphesi yoktu ama yine de milletvekillerinin kamuoyu baskısı yüzünden "yanlış işler yapıp" ABD isteklerine karşı çıkabilecekleri ihtimalini göz önünde bulunduruyordu. 1 Mart tezkeresi öncesinde Türkiye üzerinde kurulan propaganda kumpasında TÜSİAD çok önemli bir görev üstlenmişti. Özilhan'ın açıklaması da bu görevin layıkıyla ifa edildiğinin ispatıdır.
TÜSİAD sadece Irak işgalinde değil, Kıbrıs'ın AB uğruna Rum'a verilmesinden ABD'nin İncirlik taleplerine, AB'nin reform adı altında bağımsızlığımızı elimizden alan dayatmalarından IMF'ye tam teslim oluşumuza kadar kendisine patronluk bahşeden çevrelerin Türkiye ile ilgili geniş yelpazelerinde hükümete baskı uyguladı. Zina ve Kıbrıs konularında hükümeti yerden yere vuran TÜSİAD açıklamalarını hatırlayın. Hükümet bu cüretkar açıklamalar-tehditler karşısında Erdoğan'ın göstermelik bir iki çıkışı haricinde sessiz kalmıştı.
Son olarak da polislerin 6 Mart'taki bölücü gösteriye müdahalesi konusunda TÜSİAD ağzını açtı. Bu müdahaleye Avrupa'nın istediği şekilde yaklaşan TÜSİAD Hükümetin samimiyetini sorgulayarak, "Hükümet, göstericileri ve medyayı suçlamak yerine, olayın siyasi sorumluluğunu üstlenerek, yüksek standartlarda bir demokrasiye samimi olarak sahip çıktığını en etkili şekilde göstermelidir" şeklinde açıklama yaptı. Başbakan Erdoğan da, "TÜSİAD kendi işine baksın" diyerek cevap verdi. Ama sayın Başbakan TÜSİAD'ın gerçek işi bu. Ona biçilen görev hükümete ayar vermek, gerektiğinde tehdit etmek, gerektiğinde samimiyetini bir savcı misali sorgulamak? Ve ABD'nin dünyayı kan gölüne çeviren bahanesi "demokrasi"ye samimi olarak sahip çıkılmasını sağlamak. Siz bunu bugüne kadar anlayamadınız mı sayın Başbakan!
O dönemde "patronlar kulübü" TÜSİAD'ın başkanı Tuncay Özilhan "Kapıkule dışında" kendisine "patronluk" vasfını bahşeden çevrelerin istediği önemli bir açıklama yaptı. Özilhan, "Türkiye totaliter rejimlerin yanında yer alamaz" diyerek AKP hükümetine ezberini tekrar hatırlatıyordu: Irak'ın işgaline dair en ufak bir şüpheye bile tahammülleri yok, ona göre! Totaliter rejimlerin yani Irak'ın yanında yer alınamayacağını TÜSİAD'a üfleten nefesin sahibinin, Türkiye'deki hükümetten şüphesi yoktu ama yine de milletvekillerinin kamuoyu baskısı yüzünden "yanlış işler yapıp" ABD isteklerine karşı çıkabilecekleri ihtimalini göz önünde bulunduruyordu. 1 Mart tezkeresi öncesinde Türkiye üzerinde kurulan propaganda kumpasında TÜSİAD çok önemli bir görev üstlenmişti. Özilhan'ın açıklaması da bu görevin layıkıyla ifa edildiğinin ispatıdır.
TÜSİAD sadece Irak işgalinde değil, Kıbrıs'ın AB uğruna Rum'a verilmesinden ABD'nin İncirlik taleplerine, AB'nin reform adı altında bağımsızlığımızı elimizden alan dayatmalarından IMF'ye tam teslim oluşumuza kadar kendisine patronluk bahşeden çevrelerin Türkiye ile ilgili geniş yelpazelerinde hükümete baskı uyguladı. Zina ve Kıbrıs konularında hükümeti yerden yere vuran TÜSİAD açıklamalarını hatırlayın. Hükümet bu cüretkar açıklamalar-tehditler karşısında Erdoğan'ın göstermelik bir iki çıkışı haricinde sessiz kalmıştı.
Son olarak da polislerin 6 Mart'taki bölücü gösteriye müdahalesi konusunda TÜSİAD ağzını açtı. Bu müdahaleye Avrupa'nın istediği şekilde yaklaşan TÜSİAD Hükümetin samimiyetini sorgulayarak, "Hükümet, göstericileri ve medyayı suçlamak yerine, olayın siyasi sorumluluğunu üstlenerek, yüksek standartlarda bir demokrasiye samimi olarak sahip çıktığını en etkili şekilde göstermelidir" şeklinde açıklama yaptı. Başbakan Erdoğan da, "TÜSİAD kendi işine baksın" diyerek cevap verdi. Ama sayın Başbakan TÜSİAD'ın gerçek işi bu. Ona biçilen görev hükümete ayar vermek, gerektiğinde tehdit etmek, gerektiğinde samimiyetini bir savcı misali sorgulamak? Ve ABD'nin dünyayı kan gölüne çeviren bahanesi "demokrasi"ye samimi olarak sahip çıkılmasını sağlamak. Siz bunu bugüne kadar anlayamadınız mı sayın Başbakan!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012