Batı dünyası, kâğıt üzerinde cetvelle ülkeler arası milimetrik sınır çizme pratiğinden olacak ki, olaylar arasındaki bağlantıları da tarihsel olarak milimetrik ayarlama noktasında oldukça mahir.
Sadede geleyim; bildiğiniz üzere Türkiye’ye patriot füze bataryalarının yerleştirilmesine dair tartışmalar Ekim ayı sonlarında başladı. Hiç kimse (başbakan ve hükümet üyeleri de dahil) ne olduğunu anlayamadan bir anda kendimizi patriot tartışmasının ortasında bulmakla kalmadık, bir ay bile geçmeden 10’a yakın patriot bataryası ve bunlarla beraber yüzlerce NATO askerinin Türkiye topraklarına gelmesine karar bile verildi. Başbakanın baktığı zaviyeden bakınca problem yok, çünkü topraklar zaten NATO toprağı, o zaman NATO füzesi de gelir, askeri de.
Ama kazın ayağı hiç de öyle değil.
Tam elli yıl önce, yine Ekim ayı sonlarında Türkiye’nin baş aktör olduğu ama ne hazindir ki bunun farkında olmadığı bir dünya savaşı krizi yaşandı.
Soğuk savaşın en soğuk yıllarından olan 1962 yılının 22 Ekim’inde ABD başkanı Kennedy’nin TV’den yaptığı konuşma ile dünya kamuoyu, dünya savaşının eşiğine gelindiğini öğrendi. Kennedy konuşmasında, Sovyet Rusya’nın, Küba’ya, Washington’u vurabilecek menzile sahip nükleer başlıklı balistik füzeleri gizlice konuşlandırdığını açıklamış ve ABD’nin kıyılarından 90 mil ötede Sovyet nükleer silahlarının konuşlandırılmasına izin veremeyeceğini belirterek, Kruşçev’den füzelerin derhal sökülmesini istemişti. Tabi SSCB’nin Küba’ya füze yerleştirmesinin çok ama çok önemli bir gerekçesi vardı.
Öncesindeki detaylarla sizleri boğmadan bu gerekçeyi hatırlayalım.
28 Ekim 1959’da imzalanan Türk- Amerikan anlaşmasına göre ABD’nin orta menzilli 15 adet Jüpiter füzesi Türkiye’de İzmir- Çiğli’ye konuşlandırılacaktı. Anlaşmaya göre füzelere Türkiye, nükleer başlıklarına da ABD sahip olacaktı. Yani silah bizim ama mermi ABD’nindi!
Bugün de patriotlarla ilgili yaptığımız “tetik kimde olacak” sorusunun cevabına gelince, tetik Avrupa Yüksek Müttefikleri Komutanının emrinde olacaktı.
Bu füzelerin operasyonel hale gelmesiyle, SSCB’nin Küba’ya füzelerini yerleştirmesi aynı tarihlere denk geliyor. SSCB o dönemde Türkiye’nin bu füzeleri kabul etmemesi ve kendi topraklarına konuşlandırmaması için epeyce çaba sarf etmişti ama nafile.
Patriot ve Jüpiterlerin benzerlikleri sadece Rusya ve ABD arasında sıkışmış ve kullanılan toprak parçası olmamızla sınırlı değildi. Her ikisinin teknolojisi de aslında dönemlerine göre yetersizdi. Ancak Rusya’nın konuya bakışı, bugün Putin’in bakışından farklı değildi. Putin’in Çehov’dan esinlenerek söylediği “eski de olsa silah duvarda asılıysa bir sahnede muhakkak patlar” mealindeki bakış açısı o dönemde SSCB lideri Kruşçev’in Jüpiter füzelerine bakışıyla birebir aynı idi.
O dönemde Küba’ya konuşlandırılan Rus füzeleri ABD’yi doğrudan hedef haline getirdiği için ABD’nin Türkiye’yi düşünecek hali yoktu. Türkiye, soğuk savaştaki bütün siyasi denklemini ve pozisyonunu ABD’nin çıkarlarına göre dizayn etmişken, ABD’nin pazarlık masasında üç kuruşa satıldığının farkında bile değildi.
Daha da vahimi Türkiye, kendi toprakları üzerinde yapılan ABD-Rus pazarlığını 1962’den tam 35 yıl sonra, döneme şahitlik etmiş bazı isimlerin hatıratları ve görüşme esnasında yapılan kayıtlardan öğrenecekti.
Kamuoyu önünde yapılan açıklamalarda krizin çözüme kavuşturulmasında Türkiye’nin ve Jüpiter füzelerinin ismi geçmiyordu. 28 Ekim’de Kennedy yönetimi yaptığı resmi açıklamada, Amerika’nın Küba’yı işgalden vazgeçmesi karşılığında, Sovyetler Birliği’nin de Küba’daki füzelerini geri çekme kararını aldığını belirtiyordu. Ancak ABD’nin Türkiye’deki füzeleri Mart 1963’te sessiz sedasız sökmesi, yapılan gizli anlaşmada Moskova’ya verdiği sözü yerine getirmekten başka bir şey değildi.
Türkiye o yıllarda Rusya’nın açık hedefiydi. Çünkü ABD kendi topraklarındaki tehdidi bertaraf etmek üzere Küba’ya saldırsa, Rusya’da aynı şekilde Türkiye’yi bombalayacaktı. Ki bu ihtimal krizin çözüme kavuşturulmasından daha da yüksekti.
Bugüne geldiğimizde Türkiye aynı tehdit ve tehlikeyle bu sefer de patriotlar üzerinden karşı karşıya.
Başbakan ve cumhurbaşkanımızın dillerinden düşürmedikleri “stratejik müttefikimiz” ABD’nin 50 yıl önce bizi nasıl sattığını idrak edemeyenlerin, bugün nasıl satılacağımızı veya satıldığımızı algılayabilmelerini beklemiyorum.
Ama yine de biz tarihe not düşerek vazifemizi yapmış olalım.
Sadede geleyim; bildiğiniz üzere Türkiye’ye patriot füze bataryalarının yerleştirilmesine dair tartışmalar Ekim ayı sonlarında başladı. Hiç kimse (başbakan ve hükümet üyeleri de dahil) ne olduğunu anlayamadan bir anda kendimizi patriot tartışmasının ortasında bulmakla kalmadık, bir ay bile geçmeden 10’a yakın patriot bataryası ve bunlarla beraber yüzlerce NATO askerinin Türkiye topraklarına gelmesine karar bile verildi. Başbakanın baktığı zaviyeden bakınca problem yok, çünkü topraklar zaten NATO toprağı, o zaman NATO füzesi de gelir, askeri de.
Ama kazın ayağı hiç de öyle değil.
Tam elli yıl önce, yine Ekim ayı sonlarında Türkiye’nin baş aktör olduğu ama ne hazindir ki bunun farkında olmadığı bir dünya savaşı krizi yaşandı.
Soğuk savaşın en soğuk yıllarından olan 1962 yılının 22 Ekim’inde ABD başkanı Kennedy’nin TV’den yaptığı konuşma ile dünya kamuoyu, dünya savaşının eşiğine gelindiğini öğrendi. Kennedy konuşmasında, Sovyet Rusya’nın, Küba’ya, Washington’u vurabilecek menzile sahip nükleer başlıklı balistik füzeleri gizlice konuşlandırdığını açıklamış ve ABD’nin kıyılarından 90 mil ötede Sovyet nükleer silahlarının konuşlandırılmasına izin veremeyeceğini belirterek, Kruşçev’den füzelerin derhal sökülmesini istemişti. Tabi SSCB’nin Küba’ya füze yerleştirmesinin çok ama çok önemli bir gerekçesi vardı.
Öncesindeki detaylarla sizleri boğmadan bu gerekçeyi hatırlayalım.
28 Ekim 1959’da imzalanan Türk- Amerikan anlaşmasına göre ABD’nin orta menzilli 15 adet Jüpiter füzesi Türkiye’de İzmir- Çiğli’ye konuşlandırılacaktı. Anlaşmaya göre füzelere Türkiye, nükleer başlıklarına da ABD sahip olacaktı. Yani silah bizim ama mermi ABD’nindi!
Bugün de patriotlarla ilgili yaptığımız “tetik kimde olacak” sorusunun cevabına gelince, tetik Avrupa Yüksek Müttefikleri Komutanının emrinde olacaktı.
Bu füzelerin operasyonel hale gelmesiyle, SSCB’nin Küba’ya füzelerini yerleştirmesi aynı tarihlere denk geliyor. SSCB o dönemde Türkiye’nin bu füzeleri kabul etmemesi ve kendi topraklarına konuşlandırmaması için epeyce çaba sarf etmişti ama nafile.
Patriot ve Jüpiterlerin benzerlikleri sadece Rusya ve ABD arasında sıkışmış ve kullanılan toprak parçası olmamızla sınırlı değildi. Her ikisinin teknolojisi de aslında dönemlerine göre yetersizdi. Ancak Rusya’nın konuya bakışı, bugün Putin’in bakışından farklı değildi. Putin’in Çehov’dan esinlenerek söylediği “eski de olsa silah duvarda asılıysa bir sahnede muhakkak patlar” mealindeki bakış açısı o dönemde SSCB lideri Kruşçev’in Jüpiter füzelerine bakışıyla birebir aynı idi.
O dönemde Küba’ya konuşlandırılan Rus füzeleri ABD’yi doğrudan hedef haline getirdiği için ABD’nin Türkiye’yi düşünecek hali yoktu. Türkiye, soğuk savaştaki bütün siyasi denklemini ve pozisyonunu ABD’nin çıkarlarına göre dizayn etmişken, ABD’nin pazarlık masasında üç kuruşa satıldığının farkında bile değildi.
Daha da vahimi Türkiye, kendi toprakları üzerinde yapılan ABD-Rus pazarlığını 1962’den tam 35 yıl sonra, döneme şahitlik etmiş bazı isimlerin hatıratları ve görüşme esnasında yapılan kayıtlardan öğrenecekti.
Kamuoyu önünde yapılan açıklamalarda krizin çözüme kavuşturulmasında Türkiye’nin ve Jüpiter füzelerinin ismi geçmiyordu. 28 Ekim’de Kennedy yönetimi yaptığı resmi açıklamada, Amerika’nın Küba’yı işgalden vazgeçmesi karşılığında, Sovyetler Birliği’nin de Küba’daki füzelerini geri çekme kararını aldığını belirtiyordu. Ancak ABD’nin Türkiye’deki füzeleri Mart 1963’te sessiz sedasız sökmesi, yapılan gizli anlaşmada Moskova’ya verdiği sözü yerine getirmekten başka bir şey değildi.
Türkiye o yıllarda Rusya’nın açık hedefiydi. Çünkü ABD kendi topraklarındaki tehdidi bertaraf etmek üzere Küba’ya saldırsa, Rusya’da aynı şekilde Türkiye’yi bombalayacaktı. Ki bu ihtimal krizin çözüme kavuşturulmasından daha da yüksekti.
Bugüne geldiğimizde Türkiye aynı tehdit ve tehlikeyle bu sefer de patriotlar üzerinden karşı karşıya.
Başbakan ve cumhurbaşkanımızın dillerinden düşürmedikleri “stratejik müttefikimiz” ABD’nin 50 yıl önce bizi nasıl sattığını idrak edemeyenlerin, bugün nasıl satılacağımızı veya satıldığımızı algılayabilmelerini beklemiyorum.
Ama yine de biz tarihe not düşerek vazifemizi yapmış olalım.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012