Bu mevzu başlı başına bir tez konusu olmakla birlikte günümüzde bile dahi kavramsal ve içeriği bakımından berrak bir şeklide anlaşılamamış ve ortaya çıkardığı sonuçları ve sorunları bakımından büyük tartışmalara ve yersiz fikir ayrılıklarına sebebiyet vermiştir.
Bu konu ve kavramların bu kadar tartışılır hale sokulmasının bana göre en temel sebebi, tartışılan meselenin tartışanlarca çok iyi bilinmemesidir.
Bu mesele Cumhuriyet dönemi sonrası ortaya çıkmış bir konuda değildir.
Türkiye'de özelliklede 1950'li yıllardan sonra, siyasetçiler veya aydınlarımız tarafından sürekli olarak tartışma konusu yapılan, bir veya iki konu başlığı olmuştur bu mevzu.
Şeriat ve ümmetçilik meselesi...
Cumhuriyetin ilk yılları için konuşacak olursak, ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ü din dışı bir devlet kurmakla suçlayan hainler olmuştu.
Elbette ki bunlar, İngiliz devşirmesi din ajanlarından başkası değildi.
Mesela Şeyh Said, Said Nursi, Mustafa Sabri, İskilipli Atıf vb. hainler, eşsiz önderimiz Atatürk'ün yoktan var edip kurduğu Cumhuriyet'e ve Atatürk'e karşı, İngiliz kışkırtmalarıyla adeta savaş ilan etmişlerdi.
Hem de ne adına, din adına!
Şeriat ve ümmetçilik kavramları, işte bu dönemden itibaren tedavüle sokulmuştu.
Çünkü İngilizler tarafından kendilerine bu görev verilmiş, dindar insanların dini duygularını tahrik etmek ve Cumhuriyete karşı kışkırtmak olmuştu.
Kullanılan argüman ise daima, din ve dini kavramlardı.
Oysa hakikatte durum bunun tam tersi idi ancak, o dönemde bile bu hakikati kavrayamayan pek çok insan bu sapık akımların ve hain adamların peşinden sürüklenip gitmişlerdi.
1980 sonrası ise çok acayip bir siyasal tablo inşa edilmişti.
ABD artık bu tarihten sonra siyasal partiler üzerinde çok daha aktif oluyor ve her şeye hakim bir görüntü sergiliyordu.
Askerin NATO konseptine göre pozisyon alması ise, ortaya çıkan mevcut siyasal tablonun oluşmasında oldukça etkili olmuştur.
İşte böyle bir ortamda ortaya çıkan siyasal tabloda yerini alan partilerden kimileri dini, kimisi milliyetçiliği bir ideoloji haline getirmiş, ardından taraftar toplayabilmek için bu kavramları istismar etmekten çekinmemişlerdir.
Oysa günümüzde bakıldığında milliyetçiyim diyen partinin milliyetçiliği sıfırladığı, muhafazakâr ve dindarım diyen partinin ise iktidarları boyunca milletin dini değerlerden çok büyük ölçüde uzaklaştığı ve deistlerin varlığının tavan yaptığı görülmüştür.
Dolayısıyla şeriatı getirecek zannı ve yanılgısıyla şikâyet edilen ve eleştirilen partinin devrisaadetlerinde, ahlaki değerler ve dini hassasiyetlerden eser kalmamıştır.
Ümmetçilik kavramı da aynı şekilde istismar edilen ve ülkedeki sosyal yıkımı gizlemek için sadece yeşil örtü olarak kullanılan bir argümandan ibarettir.
Bazı Cumhuriyetçi ve Atatürkçü olduklarından şüphe duymadığım iyi niyetli meslektaşlarımın içine düştükleri şaşırtıcı paradoks ise, oldukça manidardır.
Bu meslektaşlarımın ele aldıkları veya eleştirdikleri konunun etimolojik veya teolojik açılardan tüm detaylarıyla iyice öğrenilmesi ve ondan sonra aslında, kimin ne dediği ve ne olduğu sorularına daha sağlıklı yanıtların verilmesi isabetli olacaktır.
Yani siz şayet Türk kavramına, Cumhuriyet değerlerine ve Türk milletinin bölünmez bütünlüğüne mayın döşemeye teşebbüs eden siyasal anlayış sahipleri için, şeriatçı veya ümmetçi bir yaklaşımla eleştiri getirirseniz ne olur biliyor musunuz?
O eleştirdiğiniz siyasal hareket, maalesef arızalı dönemlerin oluşturduğu toplumsal sosyoloji nedeniyle kaybettiği desteği yeniden kazanmış ve yolculuğuna kaldığı yerden devam etmiş olacaktır.
Mesela FETÖ'ye daha 1997'li yıllarda bizler, "Bunlar ABD ve CIA ajanıdır, hedefleri Atatürk Cumhuriyetini yok etmektir" dediğimizde, bugün dahi halen bu mevzulara nokta atışı analiz getiremeyen ve yüzeysel bilgiye sahip olan meslektaşlarımız, FETÖ'nün şeriatı getirmek istediğini yazar ve anlatırlardı.
Tabi bu durum hem FETÖ'nün, hem de arkasında ki gücün fevkalade işine geliyordu.
İslam'ın ilk dönemlerinde yaşanan olaylar ve bu olayların günümüzle bağlantılarına dikkat kesilirseniz, meramımızı çok daha iyi kavramış olursunuz.
Çünkü bu kavramların ne anlama geldiğini bilemez ve kavrayamazsanız, eleştiride bulunduğunuz siyasetçilerin daha fazla taraftar toplamasına ve onlarda öfke birikmesine sebebiyet verirsiniz.
İşte siz farkında olmasanız bile, topluma ve gelecek kuşaklara karşı yapılmış en büyük kötülüğün adresi ve kaynağı haline gelirsiniz.
Konuştuğunuz mevzuların doğru olup olmadığına, sadece kendiniz gibi düşünenlerin kaynaklarından bahisle delil getirme alışkanlığından vaz geçmezseniz, gerçekleri daima ıskalayan taraf siz olursunuz.
Sanıldığının aksine, Müslüman veya dini hassasiyetleri kuvvetli diye zannedilen çoğu kimse, aslında tam tersi bir kaderi yaşamıştır.
Örneğin İslam'ın ilk dönemlerinde yaşanan bazı hadise ve olaylardan günümüze dair aktarılan, muazzam öğretiler ve ölçüler söz konusudur.
İşte buna çok çarpıcı birkaç örnek:
Sünni İslam'ın dört büyük fıkıh mezhebinden Hanefilik'in kurucusu Ebu Hanife, belli bir dönemden itibaren derslerinde Abbasilerin bazı tutumlarını eleştirdiği, ihtilalcilere destek olduğu ve son olarak da Abbasi halifesi Mansur'un kendisine sunduğu kadılık teklifini reddettiği için, ömrünün son yıllarını Bağdat'ta hapishanede, işkence altında geçirmiş ve şehit edilmiştir.
Hanbeli mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel, Abbasi halifeleri Me'mun, Mu'tasım ve Vasik'in benimsediği ve baskı ile kabul ettirmeye çalıştığı "Kur'an'ın mahlûk olduğu" fikrine karşı mücadele yürütmüş, devletin benimsediği resmi din anlayışı ve yorumu ile zıt düştüğü için, başta hapis cezası olmak üzere çeşitli işkencelere ve mahrumiyetlere maruz bırakılmış, iki buçuk yıl civarında süren bu işkencelerden sonra serbest bırakıldıysa da hep gözaltında tutulmuştur.
Bir başka örnek daha…
Hz. Ali ile Aişe'nin Cemel vakasında karşı karşıya gelmesi ve bu savaşta on bin civarında Müslümanın ölmesi hiç konuşulmaz, sorgulanmaz mesela.
Bu olayda Hz Ali'nin kesin olarak haklı olduğu bilinmesine rağmen, İslam zannedilen Muaviye'nin oluşturduğu algı ise tam tersi ve farklı olmuştur.
Benzer şekilde, Hz. Ali ile Muaviye'nin Sıffin'de karşı karşıya gelmesinin sonucunda yetmiş bin civarında Müslümanın ölmesi de, Sahabeye laf gelir ve bazı "kutsalların" sorgulanmasının kapısı açılır endişesiyle masaya yatırılmamıştır.
Bunca insanın ölmesine neden olan hakikat, Muaviye denen alçak herifin koltuk tutkusu ve güç zehirlenmesinden başka bir şey değildir.
Sıffin vakasında savaşı kaybetmek üzere olduğunu anlayan Muaviye, savaşı durdurup hileyle zaman kazanmak ve Hz. Ali taraftarlarını kendi yanına çekmek amacıyla mızraklarını Kur'an sayfalarına saplayıp havaya kaldırarak, "Kur'an'ın hakemliğine başvuralım" teklifinde bulunur ve bu yolla dini ve Kur'an'ı siyasi oyunlarına alet eden ilk kişi olur.
Muaviye'nin yaptığına anlam veremeyip, "Bir Müslüman Kur'an'ı kendi şahsi ve siyasi menfaati için nasıl istismar edebilir ki?" diyen ve hikmet arayanlar için söylenecek en net yanıt şu olur.
Muaviye aslında hiçbir zaman Müslüman olmamıştır.
Daima saltanatını düşünmüş ve bu saikle ne kadar dini değerler ve kutsallar varsa, bunların tamamını en kullanışlı aparat olarak görmekten asla çekinmemiştir.
Muaviye'nin Kendi taraftarlarına, Ali Taraftarı olan bir kişiye ait erkek bir devenin, dişi bir deve olduğunu söyletmesi ve buna inandırmış olması ise, gücü elinde bulunduranların neler yapmaya muktedir olduğunun göstermesi bakımından, başkaca çarpıcı bir örnektir.
Mesele şu ki; Muaviye'nin aslında hiçbir zaman İslam diye bir derdi olmamıştır.
Bazılarının Hazret dediği, gerçekte ise Müslümanlıkla ilgisi olmayan bu ve benzeri sembol isimler için, "Şeriatı getirecek, ümmetin birliğini sağlayacak" kişi diye propagandaların yapılması, dünyanın en büyük ahmaklığı olsa gerek.
'Adını koyalım' programına ithaf olunur.
Bu konu ve kavramların bu kadar tartışılır hale sokulmasının bana göre en temel sebebi, tartışılan meselenin tartışanlarca çok iyi bilinmemesidir.
Bu mesele Cumhuriyet dönemi sonrası ortaya çıkmış bir konuda değildir.
Türkiye'de özelliklede 1950'li yıllardan sonra, siyasetçiler veya aydınlarımız tarafından sürekli olarak tartışma konusu yapılan, bir veya iki konu başlığı olmuştur bu mevzu.
Şeriat ve ümmetçilik meselesi...
Cumhuriyetin ilk yılları için konuşacak olursak, ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ü din dışı bir devlet kurmakla suçlayan hainler olmuştu.
Elbette ki bunlar, İngiliz devşirmesi din ajanlarından başkası değildi.
Mesela Şeyh Said, Said Nursi, Mustafa Sabri, İskilipli Atıf vb. hainler, eşsiz önderimiz Atatürk'ün yoktan var edip kurduğu Cumhuriyet'e ve Atatürk'e karşı, İngiliz kışkırtmalarıyla adeta savaş ilan etmişlerdi.
Hem de ne adına, din adına!
Şeriat ve ümmetçilik kavramları, işte bu dönemden itibaren tedavüle sokulmuştu.
Çünkü İngilizler tarafından kendilerine bu görev verilmiş, dindar insanların dini duygularını tahrik etmek ve Cumhuriyete karşı kışkırtmak olmuştu.
Kullanılan argüman ise daima, din ve dini kavramlardı.
Oysa hakikatte durum bunun tam tersi idi ancak, o dönemde bile bu hakikati kavrayamayan pek çok insan bu sapık akımların ve hain adamların peşinden sürüklenip gitmişlerdi.
1980 sonrası ise çok acayip bir siyasal tablo inşa edilmişti.
ABD artık bu tarihten sonra siyasal partiler üzerinde çok daha aktif oluyor ve her şeye hakim bir görüntü sergiliyordu.
Askerin NATO konseptine göre pozisyon alması ise, ortaya çıkan mevcut siyasal tablonun oluşmasında oldukça etkili olmuştur.
İşte böyle bir ortamda ortaya çıkan siyasal tabloda yerini alan partilerden kimileri dini, kimisi milliyetçiliği bir ideoloji haline getirmiş, ardından taraftar toplayabilmek için bu kavramları istismar etmekten çekinmemişlerdir.
Oysa günümüzde bakıldığında milliyetçiyim diyen partinin milliyetçiliği sıfırladığı, muhafazakâr ve dindarım diyen partinin ise iktidarları boyunca milletin dini değerlerden çok büyük ölçüde uzaklaştığı ve deistlerin varlığının tavan yaptığı görülmüştür.
Dolayısıyla şeriatı getirecek zannı ve yanılgısıyla şikâyet edilen ve eleştirilen partinin devrisaadetlerinde, ahlaki değerler ve dini hassasiyetlerden eser kalmamıştır.
Ümmetçilik kavramı da aynı şekilde istismar edilen ve ülkedeki sosyal yıkımı gizlemek için sadece yeşil örtü olarak kullanılan bir argümandan ibarettir.
Bazı Cumhuriyetçi ve Atatürkçü olduklarından şüphe duymadığım iyi niyetli meslektaşlarımın içine düştükleri şaşırtıcı paradoks ise, oldukça manidardır.
Bu meslektaşlarımın ele aldıkları veya eleştirdikleri konunun etimolojik veya teolojik açılardan tüm detaylarıyla iyice öğrenilmesi ve ondan sonra aslında, kimin ne dediği ve ne olduğu sorularına daha sağlıklı yanıtların verilmesi isabetli olacaktır.
Yani siz şayet Türk kavramına, Cumhuriyet değerlerine ve Türk milletinin bölünmez bütünlüğüne mayın döşemeye teşebbüs eden siyasal anlayış sahipleri için, şeriatçı veya ümmetçi bir yaklaşımla eleştiri getirirseniz ne olur biliyor musunuz?
O eleştirdiğiniz siyasal hareket, maalesef arızalı dönemlerin oluşturduğu toplumsal sosyoloji nedeniyle kaybettiği desteği yeniden kazanmış ve yolculuğuna kaldığı yerden devam etmiş olacaktır.
Mesela FETÖ'ye daha 1997'li yıllarda bizler, "Bunlar ABD ve CIA ajanıdır, hedefleri Atatürk Cumhuriyetini yok etmektir" dediğimizde, bugün dahi halen bu mevzulara nokta atışı analiz getiremeyen ve yüzeysel bilgiye sahip olan meslektaşlarımız, FETÖ'nün şeriatı getirmek istediğini yazar ve anlatırlardı.
Tabi bu durum hem FETÖ'nün, hem de arkasında ki gücün fevkalade işine geliyordu.
İslam'ın ilk dönemlerinde yaşanan olaylar ve bu olayların günümüzle bağlantılarına dikkat kesilirseniz, meramımızı çok daha iyi kavramış olursunuz.
Çünkü bu kavramların ne anlama geldiğini bilemez ve kavrayamazsanız, eleştiride bulunduğunuz siyasetçilerin daha fazla taraftar toplamasına ve onlarda öfke birikmesine sebebiyet verirsiniz.
İşte siz farkında olmasanız bile, topluma ve gelecek kuşaklara karşı yapılmış en büyük kötülüğün adresi ve kaynağı haline gelirsiniz.
Konuştuğunuz mevzuların doğru olup olmadığına, sadece kendiniz gibi düşünenlerin kaynaklarından bahisle delil getirme alışkanlığından vaz geçmezseniz, gerçekleri daima ıskalayan taraf siz olursunuz.
Sanıldığının aksine, Müslüman veya dini hassasiyetleri kuvvetli diye zannedilen çoğu kimse, aslında tam tersi bir kaderi yaşamıştır.
Örneğin İslam'ın ilk dönemlerinde yaşanan bazı hadise ve olaylardan günümüze dair aktarılan, muazzam öğretiler ve ölçüler söz konusudur.
İşte buna çok çarpıcı birkaç örnek:
Sünni İslam'ın dört büyük fıkıh mezhebinden Hanefilik'in kurucusu Ebu Hanife, belli bir dönemden itibaren derslerinde Abbasilerin bazı tutumlarını eleştirdiği, ihtilalcilere destek olduğu ve son olarak da Abbasi halifesi Mansur'un kendisine sunduğu kadılık teklifini reddettiği için, ömrünün son yıllarını Bağdat'ta hapishanede, işkence altında geçirmiş ve şehit edilmiştir.
Hanbeli mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel, Abbasi halifeleri Me'mun, Mu'tasım ve Vasik'in benimsediği ve baskı ile kabul ettirmeye çalıştığı "Kur'an'ın mahlûk olduğu" fikrine karşı mücadele yürütmüş, devletin benimsediği resmi din anlayışı ve yorumu ile zıt düştüğü için, başta hapis cezası olmak üzere çeşitli işkencelere ve mahrumiyetlere maruz bırakılmış, iki buçuk yıl civarında süren bu işkencelerden sonra serbest bırakıldıysa da hep gözaltında tutulmuştur.
Bir başka örnek daha…
Hz. Ali ile Aişe'nin Cemel vakasında karşı karşıya gelmesi ve bu savaşta on bin civarında Müslümanın ölmesi hiç konuşulmaz, sorgulanmaz mesela.
Bu olayda Hz Ali'nin kesin olarak haklı olduğu bilinmesine rağmen, İslam zannedilen Muaviye'nin oluşturduğu algı ise tam tersi ve farklı olmuştur.
Benzer şekilde, Hz. Ali ile Muaviye'nin Sıffin'de karşı karşıya gelmesinin sonucunda yetmiş bin civarında Müslümanın ölmesi de, Sahabeye laf gelir ve bazı "kutsalların" sorgulanmasının kapısı açılır endişesiyle masaya yatırılmamıştır.
Bunca insanın ölmesine neden olan hakikat, Muaviye denen alçak herifin koltuk tutkusu ve güç zehirlenmesinden başka bir şey değildir.
Sıffin vakasında savaşı kaybetmek üzere olduğunu anlayan Muaviye, savaşı durdurup hileyle zaman kazanmak ve Hz. Ali taraftarlarını kendi yanına çekmek amacıyla mızraklarını Kur'an sayfalarına saplayıp havaya kaldırarak, "Kur'an'ın hakemliğine başvuralım" teklifinde bulunur ve bu yolla dini ve Kur'an'ı siyasi oyunlarına alet eden ilk kişi olur.
Muaviye'nin yaptığına anlam veremeyip, "Bir Müslüman Kur'an'ı kendi şahsi ve siyasi menfaati için nasıl istismar edebilir ki?" diyen ve hikmet arayanlar için söylenecek en net yanıt şu olur.
Muaviye aslında hiçbir zaman Müslüman olmamıştır.
Daima saltanatını düşünmüş ve bu saikle ne kadar dini değerler ve kutsallar varsa, bunların tamamını en kullanışlı aparat olarak görmekten asla çekinmemiştir.
Muaviye'nin Kendi taraftarlarına, Ali Taraftarı olan bir kişiye ait erkek bir devenin, dişi bir deve olduğunu söyletmesi ve buna inandırmış olması ise, gücü elinde bulunduranların neler yapmaya muktedir olduğunun göstermesi bakımından, başkaca çarpıcı bir örnektir.
Mesele şu ki; Muaviye'nin aslında hiçbir zaman İslam diye bir derdi olmamıştır.
Bazılarının Hazret dediği, gerçekte ise Müslümanlıkla ilgisi olmayan bu ve benzeri sembol isimler için, "Şeriatı getirecek, ümmetin birliğini sağlayacak" kişi diye propagandaların yapılması, dünyanın en büyük ahmaklığı olsa gerek.
'Adını koyalım' programına ithaf olunur.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hacı Gaydan / diğer yazıları
- Muhalefet tek çatı altında birleşmeli / 19.06.2025
- Türk ordusu hazır olmalı! / 17.06.2025
- MİT’in içinde MOSSAD ajanı var mı? / 16.06.2025
- Atatürk’e kumpas kuran alçak şerefsiz! / 11.06.2025
- Anayasa kalsın, lütfen siz gidiniz! / 06.06.2025
- Uzun dönem iktidar olmanın sırrı! / 05.06.2025
- Şara’ya suikast düzenlenecek, Kobani işbaşına getirilecek / 04.06.2025
- CHP-AKP-MHP-DEM aynı safta birleşti! / 03.06.2025
- En büyük darbe 24 Ocak kararlarıdır! / 02.06.2025
- 50 bin yıl yetecek enerji kaynağı: TORYUM / 29.05.2025
- Türk ordusu hazır olmalı! / 17.06.2025
- MİT’in içinde MOSSAD ajanı var mı? / 16.06.2025
- Atatürk’e kumpas kuran alçak şerefsiz! / 11.06.2025
- Anayasa kalsın, lütfen siz gidiniz! / 06.06.2025
- Uzun dönem iktidar olmanın sırrı! / 05.06.2025
- Şara’ya suikast düzenlenecek, Kobani işbaşına getirilecek / 04.06.2025
- CHP-AKP-MHP-DEM aynı safta birleşti! / 03.06.2025
- En büyük darbe 24 Ocak kararlarıdır! / 02.06.2025
- 50 bin yıl yetecek enerji kaynağı: TORYUM / 29.05.2025