Devletlerin tehdit algılamasında din, kültür, medeniyet ve tarih belirleyici rol oynar. Bu değerleri dikkate almayan tehdit algılamaları yanlıştır, millet tarafından da onaylanmaz ve kabul edilmezler. Böyle bir durumda, devletin ‘tehdittir’ dediğine, millet dost olarak bakar ki, bu, sağlıksız yapının en büyük göstergesidir.
Ne acıdır ki, Türkiye, büyük oranda bu durumdadır. Meselâ, Yunanistan, tehdit algılamasında alt sıraya indirilmiş, İran yukarı çıkarılmıştır. Bunun olabilmesi için en azından Yunanistan’ın ‘Megalo İdea’dan, yani ‘Büyük Yunanistan’ idealinden vazgeçtiğini resmen ilân etmesi gerekirdi. Böyle bir şey yok.
Peki, ne oldu da Türkiye bu değişikliği yaptı? Millet bilmiyor. Millet, İran’ın milli menfaatlerimizi hedef alan bir idealinin olduğunu da bilmiyor. O zaman soruyoruz; Bu tehdit algılaması neye göre oluşturuldu? Cevap açık; Türkiye, tehdit algılamasını ABD’ye göre belirlemiştir. Halbuki Türkiye ile ABD’nin tehdit algılaması hiçbir zaman örtüşmemiş, tam aksine çatışmıştır. Var olan bir tehdidin, tehdit olarak algılanmaması, devlet idaresi için büyük bir zaaftır, noksanlıktır, dostu düşmanı tanımamaktır.
Bu izahlardan sonra sadede gelelim ve hükmümüzü verelim: Malatya Kürecik’te kurulacak olan füze kalkanı, Türkiye’nin değil, ABD’nin tehdit algılamasına göre oluşturulmuş bir projedir. Projenin NATO adı altında olması ise, işin örtüsüdür, kimse buna aldanmaz. Dahası, herkes bilir ki, NATO, ABD’nin ordusudur.
Dış politikada eylemlerle konuşulur, söylemlere, eylemlere uyarsa itibar edilir. Aksi halde söylemler boş lâflardan ibaret kalır. Maalesef, Türkiye, füze kalkanı projesinde bu çelişkiyi yaşıyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, milletin tehdit algılamasını seslendiriyor, diyor ki: “Biz İran’ı kesinlikle bir tehdit olarak görmüyoruz. Bizim kendi komşumuzla olan ilişkilerimizi bozacak bir adım atmayız. Sadece radar sistemi Türkiye’de yer alacaktır. NATO savunma sisteminin bir parçasıdır. Müzakereler boyunca altını çizdik: Bu sistem komşularımıza bir tehdit oluşturmaz”.
Sayın Davutoğlu’nun bu söylemi, İranlı yöneticileri tatmin etti mi? Hayır, etmedi. Bu sözlerden sonra, İran’ın dini lideri Ayetullah Seyid Ali Hamaney’in Ulusal Güvenlik Konseyi’ndeki temsilcisi Hasan Ruhani, Tahran Büyükelçisi Ümit Yardım ile görüştü. Ruhani, Büyükelçi Yardım’a hitaben şöyle dedi: “Türkiye, güven ortamının tam olarak sağlanması ve tüm ilişkilerin eskiden olduğu gibi gelişmesi için NATO füze sistemini kaldırmalıdır”. Büyükelçi Yardım da, Davutoğlu gibi, “Biz daha önce de bu sistemin hiçbir komşu ülke aleyhine kullanılmayacağını söylemiştik” dedi. Ruhani, verilen cevabı ikna edici bulmadığını belirterek şöyle dedi: “Sizin söylediğinizin tam tersine ABD; sistemin konuşlandırılmasındaki ana hedefin İran olduğunu beyan ediyor”. Ruhani haklı. ABD’nin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Victoria Nuland, bakın ne diyor: “ABD ile Türkiye, İran konusunda aynı stratejik amaçları paylaşıyor”. İlâve ediyor: “Türk hükümeti ile yakın temastayız. Türkiye, İran’a yaptırımları uygulamaya devam etmek için neler yapılabileceğini çok sıkı araştırıyor”.
Açıkça görülüyor ki, yanlış tehdit algılaması üzerine oluşturulan dış politikamız çelişkiler yumağına dönüştü. Böyle bir politikadan başarı beklemek safdilliktir. Bir an önce, bu yanlıştan dönmemiz, çelişkilerden kurtulmamız, asırlardan süzülüp gelen tecrübe, birikim ve tehdit algılamamıza dönmemiz şarttır.
Ne acıdır ki, Türkiye, büyük oranda bu durumdadır. Meselâ, Yunanistan, tehdit algılamasında alt sıraya indirilmiş, İran yukarı çıkarılmıştır. Bunun olabilmesi için en azından Yunanistan’ın ‘Megalo İdea’dan, yani ‘Büyük Yunanistan’ idealinden vazgeçtiğini resmen ilân etmesi gerekirdi. Böyle bir şey yok.
Peki, ne oldu da Türkiye bu değişikliği yaptı? Millet bilmiyor. Millet, İran’ın milli menfaatlerimizi hedef alan bir idealinin olduğunu da bilmiyor. O zaman soruyoruz; Bu tehdit algılaması neye göre oluşturuldu? Cevap açık; Türkiye, tehdit algılamasını ABD’ye göre belirlemiştir. Halbuki Türkiye ile ABD’nin tehdit algılaması hiçbir zaman örtüşmemiş, tam aksine çatışmıştır. Var olan bir tehdidin, tehdit olarak algılanmaması, devlet idaresi için büyük bir zaaftır, noksanlıktır, dostu düşmanı tanımamaktır.
Bu izahlardan sonra sadede gelelim ve hükmümüzü verelim: Malatya Kürecik’te kurulacak olan füze kalkanı, Türkiye’nin değil, ABD’nin tehdit algılamasına göre oluşturulmuş bir projedir. Projenin NATO adı altında olması ise, işin örtüsüdür, kimse buna aldanmaz. Dahası, herkes bilir ki, NATO, ABD’nin ordusudur.
Dış politikada eylemlerle konuşulur, söylemlere, eylemlere uyarsa itibar edilir. Aksi halde söylemler boş lâflardan ibaret kalır. Maalesef, Türkiye, füze kalkanı projesinde bu çelişkiyi yaşıyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, milletin tehdit algılamasını seslendiriyor, diyor ki: “Biz İran’ı kesinlikle bir tehdit olarak görmüyoruz. Bizim kendi komşumuzla olan ilişkilerimizi bozacak bir adım atmayız. Sadece radar sistemi Türkiye’de yer alacaktır. NATO savunma sisteminin bir parçasıdır. Müzakereler boyunca altını çizdik: Bu sistem komşularımıza bir tehdit oluşturmaz”.
Sayın Davutoğlu’nun bu söylemi, İranlı yöneticileri tatmin etti mi? Hayır, etmedi. Bu sözlerden sonra, İran’ın dini lideri Ayetullah Seyid Ali Hamaney’in Ulusal Güvenlik Konseyi’ndeki temsilcisi Hasan Ruhani, Tahran Büyükelçisi Ümit Yardım ile görüştü. Ruhani, Büyükelçi Yardım’a hitaben şöyle dedi: “Türkiye, güven ortamının tam olarak sağlanması ve tüm ilişkilerin eskiden olduğu gibi gelişmesi için NATO füze sistemini kaldırmalıdır”. Büyükelçi Yardım da, Davutoğlu gibi, “Biz daha önce de bu sistemin hiçbir komşu ülke aleyhine kullanılmayacağını söylemiştik” dedi. Ruhani, verilen cevabı ikna edici bulmadığını belirterek şöyle dedi: “Sizin söylediğinizin tam tersine ABD; sistemin konuşlandırılmasındaki ana hedefin İran olduğunu beyan ediyor”. Ruhani haklı. ABD’nin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Victoria Nuland, bakın ne diyor: “ABD ile Türkiye, İran konusunda aynı stratejik amaçları paylaşıyor”. İlâve ediyor: “Türk hükümeti ile yakın temastayız. Türkiye, İran’a yaptırımları uygulamaya devam etmek için neler yapılabileceğini çok sıkı araştırıyor”.
Açıkça görülüyor ki, yanlış tehdit algılaması üzerine oluşturulan dış politikamız çelişkiler yumağına dönüştü. Böyle bir politikadan başarı beklemek safdilliktir. Bir an önce, bu yanlıştan dönmemiz, çelişkilerden kurtulmamız, asırlardan süzülüp gelen tecrübe, birikim ve tehdit algılamamıza dönmemiz şarttır.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018