Toplum bilimcilerinin tariflerini genel olarak ele aldığımızda; toplum gövdesinin yekpare bir bütün değil, unsurlardan oluşan birleşik bünye olduğunu görürüz. Tariflerin birbirlerine benzemesine rağmen, toplumların tarifler kadar birbirlerine benzemediğini görürüz. Bu farklılık, bünyeyi oluşturan unsurların inanç ve kültür farklılığıdır.
Toplumun oluşumunu sağlayanlar her ne kadar küçük unsurlar olarak adlandırılsa da, bütünün ta kendisidir. Küçük değildirler, önemsiz değildirler, kıymetsiz değildirler. Belki önemlilerin içinde daha önemli olanlar olabilir.
Aynı derecelendirmeyi Müslüman Türk toplumu için yapmak ise abesle iştigaldir. Oluşumundaki milli ve manevi unsurların önem sırasına tabi tutulması mümkün değildir. Çünkü her unsur bütünün ta kendisidir. Milli ve dini olarak iki kaynağın, etle tırnak gibi tek kaynak haline geldiğini görmemek mümkün değildir.
Derecelendirilemediğine göre, her Müslüman Türk'ün, kapital ve emperyal dünyanın; özgürlük, insan hakları, demokrasi gibi sömürü yalanlarının arkasına saklanarak yaptıkları ve yapacakları tahribatı görmesi ve toplum yapısını koruması gerekmektedir. Toplumu oluşturan unsurların hiç birini hafife almadan her bir kültürümüz için titiz davranmalıdır. Müslüman Türk milletinin dini kültüründen bir unsuru hafife almak milli kültürünü; milli kültüründen bir unsuru hafife almak dini kültürünü hafife almak demektir. Gönül dünyamızda yaşamazsak hafifletmeye, hafifledikçe değersizleşmeye, değersizleştikçe de tartışmaya açarız. Sonuç olarak ölçümüz kaçmış, hassasiyetimiz kaybolmuş, tuzumuz kokmuştur!
Tam da bu noktanın ardından başlarız dini ve milli kültürümüzü tartışmaya, daha doğrusu küçümsemeye: "Resulullah(sav)'ın dindeki yerini, Ehl-i Beyt'in seçilmişliğini, helal ve haramın sınırlarını, kutsal kitabımızın tarihselliğini, Allah dostlarının muhabbetini, şefaati, zikri, kısacası dini tartışmaya başlarız." İşin daha vahimi ise bütün bunları âlim sıfatıyla, ilim adına yaparız. Sonunda ilim diye cehaletimizi putlaştırırız.
Milli kültürümüz için durum farklı mı? Elbette hayır! Aynı noktadan sonra başlarız tartışmaya, yani küçümsemeye: "Müslüman için dünya mescittir diyerek vatanın önemini, uğruna ölmenin gereksiz olduğunu seslendirerek şehitliği, bez parçası diyerek bayrağın anlamını, din düşmanı diyerek ordumuzun kutsallarımız için bekçiliğini, cinselliğe indirgeyip ailenin kutsallığını ve gücünü, dinsiz diyerek kanıyla bu toprakları bize vatan yapan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, bölücülüğü körüklüyor diyerek Müslüman Türk'ün adını tartışmaya başlarız." İşin daha vahimi ise bütün bunları milliyetçi sıfatıyla Türk Milleti adına yaparız.
Her iki konuda örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak yeterlidir. Maksat hasıl olmuştur. Tartışmaktan kurtulmak her iki konuyu da muhabbetle yaşamaktan geçer. Her bir ferdimize düşmekle birlikte ana yük; toplumun inanç ve kültürünü koruyacak, ehil yasa yapıcılara, ehil yasa uygulayıcılara, yapıcı ve uygulayıcıyı koruyacak ehil hukukçulara düşmektedir.
Bu güzellik ve sistemin oluşumu için en akıllı başlangıç ve adım bir bilene sormaktır. İlim de bunu gerektirir. İsterseniz daha da kolaylaştıralım. Biz gelin en iyisi bu işi Prof. Dr. Haydar Baş Bey'e soralım.
Soralım da yaşayalım.
Yaşayalım da tartışmayalım…
- Kulların hakkını kul yiyor! / 06.04.2021
- Allah’a borç verir misiniz?.. / 12.02.2021
- Gizliler iş başında!.. / 23.12.2020
- Haftayı seyrederken… / 16.11.2020
- Gördün mü eğitimin gücünü? / 10.11.2020
- Geçen haftanın ardından… / 04.09.2020
- Yalnız mü’min! Mümkün mü? / 11.08.2020
- Böyle dost dostlar başına... / 10.07.2020
- Allah’tan nasıl korkarsınız? / 03.07.2020