'19.yy’daki Balkan Göçleri ' seslendirme dosyası:
Tarihteki göç penceresinden yaptığımız seyahatimize 19.yy'daki Balkanlar'dan devam edelim. Balkanlar tarihine Türkler isimlerini altın harflerle yazdırmıştır. Gerek Anadolu'da, gerekse Rumeli'de oluşan Türk kimliği Balkanlar'daki Hıristiyan milliyetçiliğinden çok farklıdır. Rumeli ve Avrupa'da yaşayan Müslümanlar, etnik kökenleri ne olursa olsun daima "Türk" olarak görülmüş, öyle adlandırılmıştır.
Eskiden başka bir kültürün kuralları ile yaşayan bu yeni Müslümanlar "Türkleşmişler," fakat eski dillerini de muhafaza etmişlerdir.
Balkanlar'daki 19. ve 20.yy.'da yapılan Müslüman yani Türk kıyımında kendini gösteren Balkan milliyetçiliğinin temeli din farkıdır. Onların gözünde Türkler, Rumeli'yi istila ederek eski Bulgar, Sırp, Bizans Devletlerini yok etmişler ve topraklarına yabancıları yani Türkleri / Müslümanları yerleştirmişlerdir. Hâlbuki Rumeli Türk halkının önemli bir kısmı İslamiyet'i kabul eden yerli halklardan oluşmuş olup, birçoğu da eski dillerini konuşmaya devam etmiştir.
Prof. Dr. Haydar Baş hocamın 2005 yılında yaptığı Bosna-Hersek ziyaretinden sonra verdiği röportajdan bir alıntı yapmak istiyorum:
"...Dikkat ederseniz Mostar köprüsünün tekniği tıpkı kubbe teknolojisine uygun yapılmıştır. Bu teknolojinin yanında, bu çok güçlü bir anlayışın, medeniyetin orada sergilenmesinin yanında Müslüman Türk milleti aynı zamanda hemen bu köprünün etrafında, şu kadar küçük bir mekânda on tane küçük cami yapmıştır. 100–500 metrede cami yaparak kendi sanatını, kültürünü, medeniyetini buradaki insanların gönül dünyalarını fethederek sergilemiştir. Yine yukarıda dikkat ederseniz bir haç var. Dağın tepesinde. Son Hırvat Boşnak savaşında bu köprü yıkılıyor. Hemen akabinde de Hırvatlar Haçlarını oraya dikiyorlar. Demek ki burada yapılan savaş herhangi bir ekonomik zafiyetten, kazançtan doğan bir savaş değil. İnançların, kültürlerin, medeniyetlerin savaşıdır. Bu haç bunun çok açık bir göstergesidir. Burada yapılmak istenilen şey Haçlı kültürünün, Haçlı medeniyetinin, burada yaşayan Müslüman Bosnalıların üzerine hâkim kılmanın bir ifade tarzı idi. Ama yıkılan köprü Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ilgi ve alakası ile yeniden inşa edilmiştir. (http://btp.org.tr/index.php/content/view/771/bosna-diyalog-kiskacinda)
Balkanlar'da 19.yy. kanlı savaşlara sahne olmuştur. Bu bölgede savaşlar sonrası Osmanlı İmparatorluğu'nun ciddi bir nüfus kaybına uğradığını görüyoruz. Türk ve Müslüman nüfusun görece azalması, doğal afetler ve salgın hastalıkların yanı sıra Osmanlı ordusunun Türklerden oluşmasından kaynaklanıyordu. Özellikle, Rusya ile 1768-1829 yılları arasında yapılan uzun savaşlar üreme çağındaki Müslüman erkekler arasında ölümlerin yaygınlaşmasına neden olmuştur. Bu arada gayrimüslimler sayıca artmışlar ve varlıklı bir orta sınıf olarak gelişmişlerdir. Hıristiyan misyonerlerin yardımı ile Avrupa devletlerinin desteğinden yararlanmaları, bu cemaatleri daha da güçlendirmiştir.
Osmanlı İdaresi sorunu çözebilmek amacıyla bir göç ve iskân politikası yürütmüştür. "Din mezhep, etnik köken ve dil farkı gözetmeksizin" kabul etmiş olduğu göçmenleri hükmettiği çeşitli bölgelere yerleştirerek nüfus çeşitliliğini ve dolayısıyla İmparatorluğu'nun devamını sağlamaya çalışmıştır. Ama ne var ki merkezkaç kuvvetini kaybetmiş Osmanlı İdaresi bu plansız göç ve iskân politikası ile sonunu hızlandırmıştır.
O dönemde etnik ve dini açıdan homojen olmaya çalışan Ulus-Devlet oluşumları dikkat çekerken, Osmanlı hala heterojen olmaya çalışarak farklı yol izlemiştir. Yani Osmanlı, göç politikasını mevcut duruma göre düzenleyememiştir. İmparatorluğun çeşitli bölgelerindeki farklı dinlerden olanların başkaldırıları her gün yaygınlaşırken, Osmanlı, yeni göç eden farklı isimden kişilere "Osmanlı'nın eski tebaası" diyerek topraklarını açmıştır. Hatta onların küçülen Osmanlı topraklarına göç etmeleri için teşvik bile etmiştir.
Gerek Osmanlı topraklarında yaşayan, gerekse göçler sonucu yeni gelenler demografik olarak yoğunlaştıkları bölgelere göre Osmanlı İmparatorluğu'ndan koparak birçok ulus-devletin oluşumuna ya da Anadolu'nun işgaline yol açmışlardır. Ana topraklara göç eden Türk kökenli göçmenler müstesna. Türk kökenli göçmenler ise yeni Cumhuriyetin kurucu unsurları olmuştur.
Coğrafyanın yeniden yapılanmasında göçler ana etken olmuştur. Mesela Rusya, Batı Trakya'nın kuzeyindeki Osmanlı topraklarını işgal ederek halkını göçe zorlarken, diğer yandan da Osmanlı ülkelerinden işine yarayacak Ermenileri Rumları ve diğer Hıristiyan halkı kendi ülkesine çekmekten geri durmamıştır. 1774-1812'den sonra Kuzey Karadeniz'deki Osmanlı bölgelerini ele geçiren Rusya, Anadolu'da yaşayan dindaşlarını Rusya'ya çekmekte büyük ölçüde başarılı olmuştur.
1856–1916 yılları arasında Hristiyanların zorlamaları ve asimilasyon çalışmaları nedeniyle Müslümanların çoğunluğu mal mülklerini arkalarında bırakarak küçülen Osmanlı topraklarına sığınmışlardır. Eski Osmanlı topraklarında yaşayan Çerkez, Abaza, Çeçen, Boşnak, Pomak ve değişik Türk ağızları kullanan Nogay ve Tatar vesaire Müslümanlar, Anadolu'nun içlerine göç etmek zorunda kalmışlardır. Cumhuriyetin kurucu unsurlarından olan bu göçmenler işte bu akımlardan zarar gördükleri için canlarını kurtarmak için anavatana göç etmişlerdir. Ve bu yeni oluşan devletlerde ana unsurun din olduğunu görüyoruz. Dil ve etnik köken ulus-devletlerin oluşumunda din kadar etkili olmamıştır.
Böylece tarih, göçlerin farklı şekil ve yöntemlerle gerçekleşerek imparatorluk ve devlet sistemlerini veya yönetim biçimlerini değiştirmesine ya da dönüştürmesine yine tanıklık etmiştir.
Kalın sağlıcakla…
Eskiden başka bir kültürün kuralları ile yaşayan bu yeni Müslümanlar "Türkleşmişler," fakat eski dillerini de muhafaza etmişlerdir.
Balkanlar'daki 19. ve 20.yy.'da yapılan Müslüman yani Türk kıyımında kendini gösteren Balkan milliyetçiliğinin temeli din farkıdır. Onların gözünde Türkler, Rumeli'yi istila ederek eski Bulgar, Sırp, Bizans Devletlerini yok etmişler ve topraklarına yabancıları yani Türkleri / Müslümanları yerleştirmişlerdir. Hâlbuki Rumeli Türk halkının önemli bir kısmı İslamiyet'i kabul eden yerli halklardan oluşmuş olup, birçoğu da eski dillerini konuşmaya devam etmiştir.
Prof. Dr. Haydar Baş hocamın 2005 yılında yaptığı Bosna-Hersek ziyaretinden sonra verdiği röportajdan bir alıntı yapmak istiyorum:
"...Dikkat ederseniz Mostar köprüsünün tekniği tıpkı kubbe teknolojisine uygun yapılmıştır. Bu teknolojinin yanında, bu çok güçlü bir anlayışın, medeniyetin orada sergilenmesinin yanında Müslüman Türk milleti aynı zamanda hemen bu köprünün etrafında, şu kadar küçük bir mekânda on tane küçük cami yapmıştır. 100–500 metrede cami yaparak kendi sanatını, kültürünü, medeniyetini buradaki insanların gönül dünyalarını fethederek sergilemiştir. Yine yukarıda dikkat ederseniz bir haç var. Dağın tepesinde. Son Hırvat Boşnak savaşında bu köprü yıkılıyor. Hemen akabinde de Hırvatlar Haçlarını oraya dikiyorlar. Demek ki burada yapılan savaş herhangi bir ekonomik zafiyetten, kazançtan doğan bir savaş değil. İnançların, kültürlerin, medeniyetlerin savaşıdır. Bu haç bunun çok açık bir göstergesidir. Burada yapılmak istenilen şey Haçlı kültürünün, Haçlı medeniyetinin, burada yaşayan Müslüman Bosnalıların üzerine hâkim kılmanın bir ifade tarzı idi. Ama yıkılan köprü Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ilgi ve alakası ile yeniden inşa edilmiştir. (http://btp.org.tr/index.php/content/view/771/bosna-diyalog-kiskacinda)
Balkanlar'da 19.yy. kanlı savaşlara sahne olmuştur. Bu bölgede savaşlar sonrası Osmanlı İmparatorluğu'nun ciddi bir nüfus kaybına uğradığını görüyoruz. Türk ve Müslüman nüfusun görece azalması, doğal afetler ve salgın hastalıkların yanı sıra Osmanlı ordusunun Türklerden oluşmasından kaynaklanıyordu. Özellikle, Rusya ile 1768-1829 yılları arasında yapılan uzun savaşlar üreme çağındaki Müslüman erkekler arasında ölümlerin yaygınlaşmasına neden olmuştur. Bu arada gayrimüslimler sayıca artmışlar ve varlıklı bir orta sınıf olarak gelişmişlerdir. Hıristiyan misyonerlerin yardımı ile Avrupa devletlerinin desteğinden yararlanmaları, bu cemaatleri daha da güçlendirmiştir.
Osmanlı İdaresi sorunu çözebilmek amacıyla bir göç ve iskân politikası yürütmüştür. "Din mezhep, etnik köken ve dil farkı gözetmeksizin" kabul etmiş olduğu göçmenleri hükmettiği çeşitli bölgelere yerleştirerek nüfus çeşitliliğini ve dolayısıyla İmparatorluğu'nun devamını sağlamaya çalışmıştır. Ama ne var ki merkezkaç kuvvetini kaybetmiş Osmanlı İdaresi bu plansız göç ve iskân politikası ile sonunu hızlandırmıştır.
O dönemde etnik ve dini açıdan homojen olmaya çalışan Ulus-Devlet oluşumları dikkat çekerken, Osmanlı hala heterojen olmaya çalışarak farklı yol izlemiştir. Yani Osmanlı, göç politikasını mevcut duruma göre düzenleyememiştir. İmparatorluğun çeşitli bölgelerindeki farklı dinlerden olanların başkaldırıları her gün yaygınlaşırken, Osmanlı, yeni göç eden farklı isimden kişilere "Osmanlı'nın eski tebaası" diyerek topraklarını açmıştır. Hatta onların küçülen Osmanlı topraklarına göç etmeleri için teşvik bile etmiştir.
Gerek Osmanlı topraklarında yaşayan, gerekse göçler sonucu yeni gelenler demografik olarak yoğunlaştıkları bölgelere göre Osmanlı İmparatorluğu'ndan koparak birçok ulus-devletin oluşumuna ya da Anadolu'nun işgaline yol açmışlardır. Ana topraklara göç eden Türk kökenli göçmenler müstesna. Türk kökenli göçmenler ise yeni Cumhuriyetin kurucu unsurları olmuştur.
Coğrafyanın yeniden yapılanmasında göçler ana etken olmuştur. Mesela Rusya, Batı Trakya'nın kuzeyindeki Osmanlı topraklarını işgal ederek halkını göçe zorlarken, diğer yandan da Osmanlı ülkelerinden işine yarayacak Ermenileri Rumları ve diğer Hıristiyan halkı kendi ülkesine çekmekten geri durmamıştır. 1774-1812'den sonra Kuzey Karadeniz'deki Osmanlı bölgelerini ele geçiren Rusya, Anadolu'da yaşayan dindaşlarını Rusya'ya çekmekte büyük ölçüde başarılı olmuştur.
1856–1916 yılları arasında Hristiyanların zorlamaları ve asimilasyon çalışmaları nedeniyle Müslümanların çoğunluğu mal mülklerini arkalarında bırakarak küçülen Osmanlı topraklarına sığınmışlardır. Eski Osmanlı topraklarında yaşayan Çerkez, Abaza, Çeçen, Boşnak, Pomak ve değişik Türk ağızları kullanan Nogay ve Tatar vesaire Müslümanlar, Anadolu'nun içlerine göç etmek zorunda kalmışlardır. Cumhuriyetin kurucu unsurlarından olan bu göçmenler işte bu akımlardan zarar gördükleri için canlarını kurtarmak için anavatana göç etmişlerdir. Ve bu yeni oluşan devletlerde ana unsurun din olduğunu görüyoruz. Dil ve etnik köken ulus-devletlerin oluşumunda din kadar etkili olmamıştır.
Böylece tarih, göçlerin farklı şekil ve yöntemlerle gerçekleşerek imparatorluk ve devlet sistemlerini veya yönetim biçimlerini değiştirmesine ya da dönüştürmesine yine tanıklık etmiştir.
Kalın sağlıcakla…
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi / diğer yazıları
- Zeytin, maden, yasa: Kimin için? / 26.06.2025
- ASALA – PKK ortaklığı, Talat Paşa ve güncel siyasi bağlantılar / 25.06.2025
- Kürecik, NATO ve Türkiye / 24.06.2025
- “Hedef Türkiye” söylemi: Gerçek mi, algı mı? / 23.06.2025
- KCK açıklamasından İran krizine Orta Doğu’nun yeni haritası / 22.06.2025
- Üç öküz masalından terörsüz Türkiye’ye / 21.06.2025
- İran-Türkiye gerilimi üzerinden büyük oyuna dikkat! / 20.06.2025
- Ortadoğu’daki güç gösterisi / 19.06.2025
- Gazze unutturuluyor, hedef: İran ve yeni cizye düzeni / 18.06.2025
- Ortadoğu’da kritik savaş ve Türkiye’nin rolü / 17.06.2025
- ASALA – PKK ortaklığı, Talat Paşa ve güncel siyasi bağlantılar / 25.06.2025
- Kürecik, NATO ve Türkiye / 24.06.2025
- “Hedef Türkiye” söylemi: Gerçek mi, algı mı? / 23.06.2025
- KCK açıklamasından İran krizine Orta Doğu’nun yeni haritası / 22.06.2025
- Üç öküz masalından terörsüz Türkiye’ye / 21.06.2025
- İran-Türkiye gerilimi üzerinden büyük oyuna dikkat! / 20.06.2025
- Ortadoğu’daki güç gösterisi / 19.06.2025
- Gazze unutturuluyor, hedef: İran ve yeni cizye düzeni / 18.06.2025
- Ortadoğu’da kritik savaş ve Türkiye’nin rolü / 17.06.2025