Sözlük anlamı ile 'hak ve hukuka uygunluk, hak ve hukuku gözetme ve yerine getirme, doğruluk' olarak ifade edilen adalet, insana kendini güvende hissettirir, aidiyet duygusu kazandırır.
Tarihten günümüze ortaya atılan tüm ideolojiler, nihai amaç olarak adaletin toplumda tesisini amaçlamışlardır. Bu manada sosyalistler adaletin 'sınıfsız toplum' anlayışı ile liberaller ise 'özgür ve birey merkezli' bir anlayışla tesis edilebileceğini iddia etmiş, projelerini gerçekleştirebilmek için büyük kitleleri peşlerine takarak insanlığı oradan oraya sürüklemişlerdir.
İnsanlık tarihi boyunca adaletin gerçekleşmesi için çeşitli kurumlar oluşturulmuş, anayasalar, yasalar tesis edilmiş, devletler kurulmuş, devletler yıkılmıştır. Buda yetmemiş pek çok düşünür tarafından değişik kuramlar ve ütopyalar ortaya konulmuş, bu amaçla teoriler üretilmiş, adaletin sağlanması için farklı ilke ve düsturlar ortaya konulmuştur.
Gelinen noktada coğrafya, kültür ve inanç farklılıkları ile birbiri arasında çeşitlenen insan tiplerine adaletle muamele edemeyen emperyalizm, ortaya 'dünya yurttaşlığı' fikrini atarak, insana uyduramadığı sistemine, insanı uydurmayı amaçlamış, bu manada siyasi, ekonomik ve askeri her türlü yolla (gerekirse zor kullanarak) insanları birbirinden farklı kılan tüm değerleri tırpanlamayı hedeflemiştir.
Bu manada dünya doğumla girilen, ölümle çıkılan bir mekân olarak kabul edilmiş, adalet mefhumu insan hak ve hürriyetleri ile değil de insan ihtiyaçları çerçevesinde ele alınmıştır. Bu ihtiyaçların karşılanması hususunda da elbette her insana eşit haklar da tanınmamıştır!
İnsanı tanıma ve anlama kabiliyetinden mahrum olan emperyalizm, mana aleminde 'bir meçhul!' olarak kabul ettiği insanı her türlü inancından mahrum bırakmış, madde aleminde ise 'Homo Economicus' yani 'iktisadi insan' diye tarif ederek de sadece ekonomik bir değer yüklediği insanı başka bir girdabın içine atmıştır. Bu düzende kültürü, tarihi ve inancı ile var olan insan tipi, yaşamak için beslenen ya da beslenmek için yaşayan insan tipine terk edilmiştir.
Emperyalizmin/Globalleşmenin dünyayı getirdiği nokta budur!
Çözüm nedir?
Adalet kanunlar ile soyut, bu kanunların uygulanması ile somuttur. Kanunları da insanlar yapar! O halde her beşerî kanun maddesi, o hükmü veren insanın idraki nispetinde mükemmel veya zaafları nispetinde özürlüdür. O halde adalet kurumunu beşeriyetin sığ idrakinden kurtarmak için ilahi kudretin yorum ve hükmüne ihtiyaç vardır.
Adaletin temeli İslâm, muhatabı ve uygulayıcısı ise insandır. Bu yönü ile de insan, Hz. İnsan'dır. O halde burada sorulması gereken soru şudur: Adalet, hangi insanın dilinden ve elinden tesis edilebilecektir?
En makbul ve kusursuz insan numuneleri hiç şüphesiz Ehl-i Beyt'tir.
Ehl-i Beyt'in şahsında adalet güzel ahlaka, adaletsizlik ise ahlaksızlığa benzetilebilir. Adaletli yani güzel ahlaklı insanlardan oluşan bir toplumda ise milli ve manevi, sosyal, siyasi, ekonomik her türlü yaşam kalitesi, en üst seviyede olacaktır.
İslam ve Ehl-i Beyt adaletin membaı ise taksimini yapacak insan veya insanların birbiri arasındaki gerek siyasi gerekse sosyo-kültürel teşkilat teşekkülü de Milli Siyaset Kurumunun idrakinde ve sorumluluğundadır. Bu manada gerek adaletin tesisinde görev alacak gerekse adaleti yaşayarak yaşatacak bireyin yetişmesi en önemli husustur.
Bu manada üç unsur öne çıkmaktadır:
1. Kültürleme: Bireyin, doğumdan ölüme kadar toplumun istek ve beklentilerine uyacak şekilde etkilenmesi ve değiştirilmesi/yetiştirilmesidir. Kültürleme bilinçsiz, yaygın, kendiliğinden, rastgele, bireysel öğrenmeleri ve şartlandırmaları da kapsar. Çocuğun ya da gencin, büyüklerinin olumlu ya da olumsuz davranışlarını model alarak kendiliğinden davranması bir kültürlemedir. Kısaca kültürleme, kültürel değerlerin bireye kazandırılması sürecidir.
2. Eğitme: Kültürlemenin bilinçli, amaçlı veya istendik şartlandırmalarını içermektedir. Sosyo-kültürel tarihimize bakarsak bu konuya en güzel örnek ahilik teşkilatıdır.
3. Öğretme: Planlı, programlı bir şeklide belirlenmiş bir müfredatı öğrenmek, belirli bir aşamadan sonra ise bireye uzmanlık/liyakat kazandırmaktır.
Bu idrake ve sorumluluğa karşı aidiyet duygusu hisseden Milli Siyaset Kurumu ilim, ahlak, emek ve gayreti ile liyakat kazanan, bu liyakatle de asalet kazanan bireylerden teşekkül eden teşkilat yapısı ile insanımıza ve tüm insanlığa adaleti, doya doya yaşatmak zorundadır. Bu zorundalık Milli Siyaset Kurumunun varlık sebebidir.
Bu zorundalığı, her türlü beşerî ve nefsi duygu, düşünce veya çıkar unsuru ile keyfiyete çeviren tüm siyasi partiler gerek insanlığa gerekse İ'la-yi Kelimetullah'a düşmandır ve kaderin acı sillesi er ya da geç enselerinde patlayacaktır.
- Davet / 03.06.2024
- Algı yönetimi / 04.05.2023
- Küçülen insanı yüceltmek! / 09.04.2022
- Empati / 07.04.2022
- ‘Baba’ devlet! / 05.04.2022
- Her doğum bir tecellidir! / 01.04.2022
- Sözüm esnaf kesimine! / 28.01.2022
- İlm-i siyaset’te laiklik! / 18.09.2021
- Özgürlük mü esaret mi? / 11.09.2021