Rahmetli Ali Gedik Hocamla birlikte, Hannover’e gitmiş, orada bir Türk restoranda bir grup eğitimci, iş adamı ve işçi kardeşlerimizle sohbet etmiştik.
İçlerinden ülkücü bir öğretmen, kendilerini “Biz Batı Avrupa Türkleriyiz, burası bizim vatanımız” diye tanımlamıştı. Taaccüp etmiştik, böylesi bir milliyetçiliğe. Ali Gedik Hocam, Almanya’nın onların vatanı olamayacağını izah etmişti onlara…
Avrupa’daki pek çok dernek ve sivil toplum kuruluşu, oradaki insanlarımıza yaptıkları çalışmalarla ve toplantılarla, hatta Almanya ve Hollandalı yetkili yönetici ve din adamlarıyla müşterek iftar ve yemek toplantılarında şu anlayışı empoze ediyorlar: “Biz artık buralıyız, vatanımız burası… Burada ve bir arada yaşamak zorundayız.”
Eski Alman Bakan Otto Şili’nin, “En iyi entegrasyon, asimilasyondur” fikrini hayata geçirmeye çalışan Avrupalı yöneticilere, en içten destek maalesef muhafazakâr ve milliyetçi geçinen kesimlerden geliyor. Kendilerini, çocuklarını artık gurbette yaşayan, bir gün Anadolu’ya, vatanına dönmesi gerekenler olarak görmüyorlar. Avrupa’ya ait olmaya, orada kalmaya, orada yerleşmeye, orada vatandaş olmaya, oralı olmaya gayret ediyorlar… Buna “entegrasyon” diyorlar ama kendilerini kandırıyorlar. Tam tamına asimilasyona gidiyorlar…
Erbakan’ın izleyicileri Milli Görüşçüler, cami duvarlarına astıkları afişlerde ve Kanal 7’de verdikleri reklamlarda “Hala Alman vatandaşı olmadınız mı?” diye sesleniyordu Müslümanlara… “Aramızdaki farklılıkları kaldıralım” diye düzenledikleri İslâm haftasında (dinlerarası diyalog toplantısında), kilise ile Ravza’yı yan yana koymuşlardı… RTE de aynı yolu izliyor. Berlin’de “Alman vatandaşı olun” diyerek, hocasının yolunu takip ediyor…
Sözüm ona tasavvuf erbabı bilinen pek çok grup, entegrasyon ve asimilasyonun ilk adımı olan dinlerarası diyalog çalışmalarına katıldılar. Cami cemaati ile kiliseye vardılar, sıralarda oturdular. Ayine katıldılar. Kilise cemaati de camiye geldi. Ortak dua da bulundular. Hannover’de papaz vaaz kürsüsüne çıktı ve konuşma yaptı. Roterdam’da bayram namazı günü, papaz minbere çıktı ve cemaate seslendi…
Daha çok örneği var… Üç–beş kuruş kazanalım diye yola çıkarılan insanımız, gerçek vatanından koparılarak, sahte vatanlara, oraya, oradaki medeniyete ait kılınmaya ve de yetmedi, Tevhid’den teslise taşınmaya çalışılıyor.
Bu ne vahim bir yolculuktur…
Bir de Almana, Hollandalıya, Belçikalıya soralım: Hannover, Berlin, Brüksel Türklerin (Müslümanların) vatanı mı? Vatan, bir yeri sahiplenmektir, benimdir demek, bana aittir demektir. Veya biz bu toprağa ve onun üzerindeki medeniyete aitiz demektir. Bunu onlar kabul eder mi?
50–60 yıldır gördük ki, orada hep yabancıyız, ötekiyiz. Türk’üz, Müslümanız… Alman vatandaşı da olsan, orada çalışsan, ev–bark sahibi de olsan, sen Anadolu’dan geldin… İşler daralınca, geçim zorlanınca, Almanlar seni ekmeğini paylaşmış, işini çalmış gözüyle görüyor.
“Karnımızın doyduğu yer vatandır” veya “Seccademi serdiğim yer vatandır” anlayışı ne kadar doğru olabilir? Rızkı aramak için yeryüzüne dağılmakla veya arzın her tarafı Mümin için mescid (namaz kılınan yer) olması, gidilen ve bulunulan yerleri vatan yapar mı? Elbette hayır…
İçlerinden ülkücü bir öğretmen, kendilerini “Biz Batı Avrupa Türkleriyiz, burası bizim vatanımız” diye tanımlamıştı. Taaccüp etmiştik, böylesi bir milliyetçiliğe. Ali Gedik Hocam, Almanya’nın onların vatanı olamayacağını izah etmişti onlara…
Avrupa’daki pek çok dernek ve sivil toplum kuruluşu, oradaki insanlarımıza yaptıkları çalışmalarla ve toplantılarla, hatta Almanya ve Hollandalı yetkili yönetici ve din adamlarıyla müşterek iftar ve yemek toplantılarında şu anlayışı empoze ediyorlar: “Biz artık buralıyız, vatanımız burası… Burada ve bir arada yaşamak zorundayız.”
Eski Alman Bakan Otto Şili’nin, “En iyi entegrasyon, asimilasyondur” fikrini hayata geçirmeye çalışan Avrupalı yöneticilere, en içten destek maalesef muhafazakâr ve milliyetçi geçinen kesimlerden geliyor. Kendilerini, çocuklarını artık gurbette yaşayan, bir gün Anadolu’ya, vatanına dönmesi gerekenler olarak görmüyorlar. Avrupa’ya ait olmaya, orada kalmaya, orada yerleşmeye, orada vatandaş olmaya, oralı olmaya gayret ediyorlar… Buna “entegrasyon” diyorlar ama kendilerini kandırıyorlar. Tam tamına asimilasyona gidiyorlar…
Erbakan’ın izleyicileri Milli Görüşçüler, cami duvarlarına astıkları afişlerde ve Kanal 7’de verdikleri reklamlarda “Hala Alman vatandaşı olmadınız mı?” diye sesleniyordu Müslümanlara… “Aramızdaki farklılıkları kaldıralım” diye düzenledikleri İslâm haftasında (dinlerarası diyalog toplantısında), kilise ile Ravza’yı yan yana koymuşlardı… RTE de aynı yolu izliyor. Berlin’de “Alman vatandaşı olun” diyerek, hocasının yolunu takip ediyor…
Sözüm ona tasavvuf erbabı bilinen pek çok grup, entegrasyon ve asimilasyonun ilk adımı olan dinlerarası diyalog çalışmalarına katıldılar. Cami cemaati ile kiliseye vardılar, sıralarda oturdular. Ayine katıldılar. Kilise cemaati de camiye geldi. Ortak dua da bulundular. Hannover’de papaz vaaz kürsüsüne çıktı ve konuşma yaptı. Roterdam’da bayram namazı günü, papaz minbere çıktı ve cemaate seslendi…
Daha çok örneği var… Üç–beş kuruş kazanalım diye yola çıkarılan insanımız, gerçek vatanından koparılarak, sahte vatanlara, oraya, oradaki medeniyete ait kılınmaya ve de yetmedi, Tevhid’den teslise taşınmaya çalışılıyor.
Bu ne vahim bir yolculuktur…
Bir de Almana, Hollandalıya, Belçikalıya soralım: Hannover, Berlin, Brüksel Türklerin (Müslümanların) vatanı mı? Vatan, bir yeri sahiplenmektir, benimdir demek, bana aittir demektir. Veya biz bu toprağa ve onun üzerindeki medeniyete aitiz demektir. Bunu onlar kabul eder mi?
50–60 yıldır gördük ki, orada hep yabancıyız, ötekiyiz. Türk’üz, Müslümanız… Alman vatandaşı da olsan, orada çalışsan, ev–bark sahibi de olsan, sen Anadolu’dan geldin… İşler daralınca, geçim zorlanınca, Almanlar seni ekmeğini paylaşmış, işini çalmış gözüyle görüyor.
“Karnımızın doyduğu yer vatandır” veya “Seccademi serdiğim yer vatandır” anlayışı ne kadar doğru olabilir? Rızkı aramak için yeryüzüne dağılmakla veya arzın her tarafı Mümin için mescid (namaz kılınan yer) olması, gidilen ve bulunulan yerleri vatan yapar mı? Elbette hayır…
Dr. Abdullah Terzi / diğer yazıları
- “Tüketim en büyük kaynaktır” / 11.12.2019
- Mesaj TV’ye kavuştuk / 06.12.2019
- NATO neye yarar ki? / 04.12.2019
- Haydar Baş Çin’de değil, Türkiye’de / 28.11.2019
- Erdoğan–Trump görüşmesi ve Sayın Baş / 16.11.2019
- ‘ABD bitmiştir’ / 01.11.2019
- Bu Meclis off! / 28.10.2019
- ‘Bağımsızlık güneşi doğuyor’ / 25.10.2019
- Kolay değil 18 yıl geçti… / 26.09.2019
- ‘Materyalizm ne saçma şey!’ / 19.08.2019
- Mesaj TV’ye kavuştuk / 06.12.2019
- NATO neye yarar ki? / 04.12.2019
- Haydar Baş Çin’de değil, Türkiye’de / 28.11.2019
- Erdoğan–Trump görüşmesi ve Sayın Baş / 16.11.2019
- ‘ABD bitmiştir’ / 01.11.2019
- Bu Meclis off! / 28.10.2019
- ‘Bağımsızlık güneşi doğuyor’ / 25.10.2019
- Kolay değil 18 yıl geçti… / 26.09.2019
- ‘Materyalizm ne saçma şey!’ / 19.08.2019