Avrupa, uzun yıllar boyunca Almanya'nın ekonomik gücüyle ve Fransa'nın desteğiyle dengede tuttuğu bir güvenlik düzenine sahipti. Almanya, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından savunma politikalarında temkinli davranmayı tercih etmiş, askeri alanda daha geri planda kalmıştı.
Ancak Rusya-Ukrayna Savaşı, bu yaklaşımı kökten değiştirdi. Berlin yönetimi, 100 milyar avroluk özel savunma fonu ve harcamaları milli gelirin %2'sinin üzerine çıkarma hedefiyle Avrupa'daki güvenlik denkleminde daha görünür bir aktör haline geldi. Bu adım hem AB hem de NATO açısından önemli bir dönüm noktası niteliği taşıyor.
Temkinlilik ve yeni ittifak dengesi
Almanya'nın savunmada daha iddialı bir pozisyona yönelmesi, Avrupa'daki bazı başkentlerde doğal olarak dikkatle izleniyor. Fransa ve İngiltere, Almanya'nın artan kapasitesinin Avrupa savunmasının şekillenmesinde daha fazla söz sahibi olacağı anlamına geldiğini düşünüyor.
Bu durum rekabetten çok, yeni bir rol paylaşımı meselesi olarak görülüyor. Çünkü günümüzde Avrupa güvenliği, ülkelerin tek başına değil ortak hareket etmesiyle güçleniyor. Almanya'nın güçlenmesi, bunu AB ve NATO çerçevesi içinde gerçekleştirdiği sürece, müttefikler açısından bir sorun yaratmıyor.
Özellikle Polonya ve Baltık ülkeleri, Almanya'nın savunmaya daha fazla katkıda bulunmasının NATO'nun doğu kanadını güçlendireceğini düşünüyor. Almanya ise hem hassasiyetleri gözetmek hem de güvenilir bir müttefik olduğunu göstermek için savunma yatırımlarını tamamen kolektif güvenlik çerçevesinde konumlandırmaya çalışıyor.
Berlin'in yeni gücü nerede kullanılacak?
Almanya'nın artan askeri kapasitesinin nasıl değerlendirileceği Avrupa'nın geleceği açısından önemli bir soru.
Avrupa odaklı yaklaşım:
Berlin'in önceliği, NATO'nun caydırıcılık gücünü artırmak ve Avrupa'nın genel güvenliğine katkı sağlamak. Bu durum hem AB ülkelerinin hem de NATO müttefiklerinin ortak çıkarıyla uyumlu.
Ulusal modernizasyon:
Aynı zamanda bu bütçe, Bundeswehr'in yıllardır tartışılan eksiklerini gidermek ve savunma sanayisini güçlendirmek için de kullanılacak. Ancak bu adımlar yalnızca Almanya'nın kendi güvenliği için değil, Atlantik ittifakın bütününe daha fazla katkı sağlayabilmesi için de gerekli görülüyor.
Bu nedenle Almanya hem kendi askeri kapasitesini yenilemek hem de bunu uluslararası sorumluluk çerçevesinde kullanmak arasında bir denge kurmaya çalışıyor.
Türkiye ve NATO için ne ifade ediyor?
Türkiye ile Almanya, NATO'nun iki önemli üyesi olarak ittifakın güvenliğine büyük katkı sağlıyor. Almanya'nın savunmaya daha fazla yatırım yapması, NATO'nun genel hareket kabiliyetini ve caydırıcılığını artırıyor. Bu durum Türkiye dahil tüm müttefiklerin güvenlik yükünü paylaşmasını kolaylaştırıyor.
Almanya'nın bu süreci uluslararası hukuka ve NATO Anlaşması'nın savunma ilkelerine uygun şekilde yürütmesi, müttefikler arasında herhangi bir hukuki sorun ya da yanlış algı oluşmasını da önlüyor.
Sonuç: Avrupa güvenliğinde yeni bir sayfa
Almanya'nın savunmada daha aktif rol üstlenmesi, yalnızca Berlin'in değil tüm Avrupa'nın geleceğini ilgilendiren bir gelişme. Bu dönüşümün başarılı olabilmesi, Almanya'nın hem müttefiklerinin güvenini korumasına hem de artan kapasitesini ortak savunma anlayışıyla uyumlu biçimde kullanmasına bağlı.
Avrupa'nın içinde bulunduğu güvenlik ortamı düşünüldüğünde, bu değişim kaçınılmaz olduğu kadar, doğru yönetildiğinde kıtanın istikrarını güçlendirebilecek önemli bir fırsat da sunuyor.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Cem Bürüç / diğer yazıları
- Almanya'nın savunmadaki yeni dönemi: Avrupa için ne anlama geliyor? / 19.11.2025
- Japonya'nın stratejik dengesi ve Ankara mukayesesi / 18.11.2025
- Kıbrıs'ta yeni dönem 5+1: Denktaş dönemi ile bugünün karşılaştırması / 15.11.2025
- Barışın küresel ve yerel mimarisi / 14.11.2025
- Ukrayna Savaşında kim ne istiyor? / 11.11.2025
- Atatürk'ün dış politika felsefesi: Barışın stratejik gücü / 10.11.2025
- Rubio'nun Orta Asya hamlesi / 09.11.2025
- Küresel dengenin kırılma noktası: ABD, Rusya ve Türkiye'nin zor tercihleri / 08.11.2025
- Dış politikada duruş meselesi: Geçmişten bugüne / 07.11.2025
- Aynı masada, farklı dillerde konuşmak: Türkiye ve AB arasındaki sessiz uçurum / 06.11.2025
- Japonya'nın stratejik dengesi ve Ankara mukayesesi / 18.11.2025
- Kıbrıs'ta yeni dönem 5+1: Denktaş dönemi ile bugünün karşılaştırması / 15.11.2025
- Barışın küresel ve yerel mimarisi / 14.11.2025
- Ukrayna Savaşında kim ne istiyor? / 11.11.2025
- Atatürk'ün dış politika felsefesi: Barışın stratejik gücü / 10.11.2025
- Rubio'nun Orta Asya hamlesi / 09.11.2025
- Küresel dengenin kırılma noktası: ABD, Rusya ve Türkiye'nin zor tercihleri / 08.11.2025
- Dış politikada duruş meselesi: Geçmişten bugüne / 07.11.2025
- Aynı masada, farklı dillerde konuşmak: Türkiye ve AB arasındaki sessiz uçurum / 06.11.2025

















































































