Türkiye'de son dönemde yaşanan tartışmaları yalnızca güncel başlıklarla değil, tarihsel ve siyasal bağlamıyla okumak gerekiyor. Çünkü bugün yeniden gündeme gelen dini referanslı söylemler, geçmişte yaşadığımız pek çok kırılmayı hatırlatıyor. Eğer bu söylemler dikkatle yönetilmezse, toplumun farklı kesimlerini ayrıştıran bir zemine dönüşebilir.
Millî Mücadele döneminde din, toplumu bölmek için bir araç olarak kullanılmak istenmiştir; ancak halkın geniş kesimleri bu manipülasyona kapılmamıştır. İstanbul Hükümeti ve bir kısım ulema, Ankara'daki hareketi itibarsızlaştırmak amacıyla fetvalar yayımlamış, Şeyhülislâm Dürrizade Abdullah Efendi'nin 11 Nisan 1920 tarihli fetvasında Mustafa Kemal Paşa ve Kuvâ-yi Milliye mensupları "asi" ve "eşkıya" ilan edilmiştir. Fetvada, Millî Mücadele'ye katılanların öldürülmesinin dinen caiz olduğu, onlara karşı savaşanların ise "gazi" ve "şehit" sayılacağı belirtilmiştir.
Buna karşılık Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat (Börekçi) ve Anadolu'nun dört bir yanından 153 müftü tarafından hazırlanan "Anadolu fetvası", Millî Mücadele'nin dinen meşru olduğunu ve İstanbul fetvasının geçersizliğini açık biçimde ortaya koymuştur. Bu fetva, halkın moral ve birlik duygusunu güçlendirmiş; dinin siyasal manipülasyon amacıyla kullanılmasını boşa çıkarmıştır.
Sonuçta Atatürk ve arkadaşları hakkında yürütülen "din karşıtı" propagandalara rağmen Anadolu halkı, bağımsızlık mücadelesinde büyük ölçüde Atatürk'ün yanında yer almış ve Cumhuriyet'in kuruluş sürecine kitlesel destek vermiştir. Bu nedenle Cumhuriyet'in "herkesi Türk milleti ortak paydasında birleştirme" stratejisi, dini çatışma zemininin önüne geçen kurucu bir toplumsal barış modeli olmuştur.
Merhum Prof. Dr. Haydar Baş, 1990'lardan itibaren dinlerarası diyalog projelerinin Türkiye açısından doğurabileceği risklere dikkat çeken isimlerden biriydi. Bu kapsamda farklı siyasi aktörleri, kanaat önderlerini ve devlet yetkililerini raporlarla uyardığını biliyoruz.
Örneğin, dönemin çeşitli siyasi liderlerine FETÖ yapılanmasının oluşturabileceği tehlikelere dair kapsamlı sunumlar yaptı. Bu değerlendirmeler daha sonra yaşanan gelişmelerle birlikte kamuoyunda yeniden tartışılır hâle geldi.
Bu örnekler şunu gösteriyor:
Türkiye'de dini söylemler, dış politik gelişmelerle birleştiğinde toplumsal hassasiyetleri etkileyen bir araca dönüşebiliyor.
Geçmişte yaşanan birçok olayın, bugün geriye dönüp bakıldığında bir "stratejik tercih" olarak okunabildiğini görüyoruz. FETÖ yapılanmasıyla ilgili gelişmeler de, yalnızca "yanılgı" ile açıklanamayacak kadar karmaşık uluslararası bağlantılara sahipti.
Bazı siyasi aktörlere bu yapının risklerini anlatan sunumların yapılmış olması, sürecin "öngörülemez" olmadığını ortaya koyuyor.
Bu nedenle yaşananlar, yalnız Türkiye içindeki aktörlerle değil, uluslararası siyasal konjonktürle birlikte değerlendirilmelidir.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın sıkça vurguladığı gibi, Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı tehditlerin temelinde çoğu zaman medeniyetler arası gerilimler bulunuyor.
Bir birey kendisini "deist" olarak tanımlasa bile uluslararası sistem onu "Müslüman bir milletin mensubu" olarak kabul eder. Nitekim yakın zamanda Avrupa'da bir spor karşılaşmasında açılan pankartlar bu gerçeği acı bir biçimde hatırlatmıştır.
Bu nedenle mesele yalnızca "dini inanç" düzeyinde değil; uluslararası algı, tarihsel hafıza ve kimlikler arası çatışma düzeyinde de okunmalıdır.
Bütün bu karmaşık tabloya rağmen Türkiye için en güçlü referans, Mustafa Kemal Atatürk'ün ortaya koyduğu ulus-devlet modelidir.
Atatürk, Fransız Devrimi sonrası yükselen uluslaşma sürecini doğru okuyarak, Anadolu'nun tüm unsurlarını kapsayan bir millet sistemi kurmuştur. Dünya bugün hâlâ Atatürk'ün siyasal aklını bir model olarak kabul ediyor.
Bu modelin gücü şuradadır:
Yaşanan gelişmeleri ne yalnızca din üzerinden, ne yalnızca siyaset üzerinden, ne de yalnızca ekonomi üzerinden okuyabiliriz. Türkiye'nin içinden geçtiği süreç, uzun bir tarihsel gerilimin devamıdır.
Bu nedenle çözüm, ne "yeni bir model arayışında", ne de "geçici siyasi manevralarda" aranmalıdır.
Çözüm, Cumhuriyetin kurucu aklında saklıdır:
Atatürk ne yaptıysa, bugün de onu yapmak gerekiyor.
Bugün tartıştığımız pek çok mesele, Atatürk'ün çizdiği yol haritası takip edildiğinde zaten çözülmüş konulardır.
Türkiye'nin ihtiyacı olan, bu mirasa yeniden sahip çıkmaktır.
Millî Mücadele döneminde din, toplumu bölmek için bir araç olarak kullanılmak istenmiştir; ancak halkın geniş kesimleri bu manipülasyona kapılmamıştır. İstanbul Hükümeti ve bir kısım ulema, Ankara'daki hareketi itibarsızlaştırmak amacıyla fetvalar yayımlamış, Şeyhülislâm Dürrizade Abdullah Efendi'nin 11 Nisan 1920 tarihli fetvasında Mustafa Kemal Paşa ve Kuvâ-yi Milliye mensupları "asi" ve "eşkıya" ilan edilmiştir. Fetvada, Millî Mücadele'ye katılanların öldürülmesinin dinen caiz olduğu, onlara karşı savaşanların ise "gazi" ve "şehit" sayılacağı belirtilmiştir.
Buna karşılık Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat (Börekçi) ve Anadolu'nun dört bir yanından 153 müftü tarafından hazırlanan "Anadolu fetvası", Millî Mücadele'nin dinen meşru olduğunu ve İstanbul fetvasının geçersizliğini açık biçimde ortaya koymuştur. Bu fetva, halkın moral ve birlik duygusunu güçlendirmiş; dinin siyasal manipülasyon amacıyla kullanılmasını boşa çıkarmıştır.
Sonuçta Atatürk ve arkadaşları hakkında yürütülen "din karşıtı" propagandalara rağmen Anadolu halkı, bağımsızlık mücadelesinde büyük ölçüde Atatürk'ün yanında yer almış ve Cumhuriyet'in kuruluş sürecine kitlesel destek vermiştir. Bu nedenle Cumhuriyet'in "herkesi Türk milleti ortak paydasında birleştirme" stratejisi, dini çatışma zemininin önüne geçen kurucu bir toplumsal barış modeli olmuştur.
"DİNLERARASI DİYALOG" UYARILARI VE SİYASİ YANSIMALARI
Merhum Prof. Dr. Haydar Baş, 1990'lardan itibaren dinlerarası diyalog projelerinin Türkiye açısından doğurabileceği risklere dikkat çeken isimlerden biriydi. Bu kapsamda farklı siyasi aktörleri, kanaat önderlerini ve devlet yetkililerini raporlarla uyardığını biliyoruz.Örneğin, dönemin çeşitli siyasi liderlerine FETÖ yapılanmasının oluşturabileceği tehlikelere dair kapsamlı sunumlar yaptı. Bu değerlendirmeler daha sonra yaşanan gelişmelerle birlikte kamuoyunda yeniden tartışılır hâle geldi.
Bu örnekler şunu gösteriyor:
Türkiye'de dini söylemler, dış politik gelişmelerle birleştiğinde toplumsal hassasiyetleri etkileyen bir araca dönüşebiliyor.
STRATEJİ MESELESİ: "KANDIRILMA" MI, "TERCİH" Mİ?
Geçmişte yaşanan birçok olayın, bugün geriye dönüp bakıldığında bir "stratejik tercih" olarak okunabildiğini görüyoruz. FETÖ yapılanmasıyla ilgili gelişmeler de, yalnızca "yanılgı" ile açıklanamayacak kadar karmaşık uluslararası bağlantılara sahipti.Bazı siyasi aktörlere bu yapının risklerini anlatan sunumların yapılmış olması, sürecin "öngörülemez" olmadığını ortaya koyuyor.
Bu nedenle yaşananlar, yalnız Türkiye içindeki aktörlerle değil, uluslararası siyasal konjonktürle birlikte değerlendirilmelidir.
MEDENİYETLER ÇATIŞMASI PERSPEKTİFİ
Prof. Dr. Haydar Baş'ın sıkça vurguladığı gibi, Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı tehditlerin temelinde çoğu zaman medeniyetler arası gerilimler bulunuyor.Bir birey kendisini "deist" olarak tanımlasa bile uluslararası sistem onu "Müslüman bir milletin mensubu" olarak kabul eder. Nitekim yakın zamanda Avrupa'da bir spor karşılaşmasında açılan pankartlar bu gerçeği acı bir biçimde hatırlatmıştır.
Bu nedenle mesele yalnızca "dini inanç" düzeyinde değil; uluslararası algı, tarihsel hafıza ve kimlikler arası çatışma düzeyinde de okunmalıdır.
ATATÜRK'ÜN DEVLET MODELİNİN ÖNEMİ
Bütün bu karmaşık tabloya rağmen Türkiye için en güçlü referans, Mustafa Kemal Atatürk'ün ortaya koyduğu ulus-devlet modelidir.Atatürk, Fransız Devrimi sonrası yükselen uluslaşma sürecini doğru okuyarak, Anadolu'nun tüm unsurlarını kapsayan bir millet sistemi kurmuştur. Dünya bugün hâlâ Atatürk'ün siyasal aklını bir model olarak kabul ediyor.
Bu modelin gücü şuradadır:
- Din üzerinden ayrışmayı engeller.
- Kimlikleri ortak bir vatanda bütünleştirir.
- Dış müdahalelere karşı ulusal bir direnç oluşturur.
ÇÖZÜM YİNE ATATÜRK'ÜN YOLUNDA
Yaşanan gelişmeleri ne yalnızca din üzerinden, ne yalnızca siyaset üzerinden, ne de yalnızca ekonomi üzerinden okuyabiliriz. Türkiye'nin içinden geçtiği süreç, uzun bir tarihsel gerilimin devamıdır.Bu nedenle çözüm, ne "yeni bir model arayışında", ne de "geçici siyasi manevralarda" aranmalıdır.
Çözüm, Cumhuriyetin kurucu aklında saklıdır:
Atatürk ne yaptıysa, bugün de onu yapmak gerekiyor.
- Devleti akıl ve bilimle yönetmek,
- Toplumu ortak kimlikte birleştirmek,
- Dini siyasetin aracı olmaktan çıkarmak,
- Ulusal çıkarları dış müdahalelere karşı korumak,
- Egemenliğin kaynağını millet iradesinde görmek…
Bugün tartıştığımız pek çok mesele, Atatürk'ün çizdiği yol haritası takip edildiğinde zaten çözülmüş konulardır.
Türkiye'nin ihtiyacı olan, bu mirasa yeniden sahip çıkmaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi / diğer yazıları
- Atatürk modeli neden hâlâ tek çözüm? / 12.12.2025
- Bahis fırtınasının altında ne var? / 11.12.2025
- Taşımalı eğitim ve köy öğretmeninin kayıp rolü / 09.12.2025
- İstikbal biziz, biz geleceğiz / 08.12.2025
- Öğretmen gerçeği: Çöküşün sessiz taşıyıcıları / 07.12.2025
- Tarihsel adlar ve güncel talepler: Osmanlı’daki “Kürdistan” tartışması ne anlama geliyor? / 06.12.2025
- Ümmet söylemi ve Türkiye’nin milli kimlik sınavı / 05.12.2025
- Papa XIV. Leo’nun İznik adımı: Teoloji, sembol ve jeopolitik bir hatırlatma / 04.12.2025
- Dizilerle devlet yönetimi olmaz: İznik ayini ve tepki yönetiminin yeni modeli / 03.12.2025
- Büyük resim: BOP’tan İznik ayinine uzanan sessiz kuşatma / 02.12.2025
- Bahis fırtınasının altında ne var? / 11.12.2025
- Taşımalı eğitim ve köy öğretmeninin kayıp rolü / 09.12.2025
- İstikbal biziz, biz geleceğiz / 08.12.2025
- Öğretmen gerçeği: Çöküşün sessiz taşıyıcıları / 07.12.2025
- Tarihsel adlar ve güncel talepler: Osmanlı’daki “Kürdistan” tartışması ne anlama geliyor? / 06.12.2025
- Ümmet söylemi ve Türkiye’nin milli kimlik sınavı / 05.12.2025
- Papa XIV. Leo’nun İznik adımı: Teoloji, sembol ve jeopolitik bir hatırlatma / 04.12.2025
- Dizilerle devlet yönetimi olmaz: İznik ayini ve tepki yönetiminin yeni modeli / 03.12.2025
- Büyük resim: BOP’tan İznik ayinine uzanan sessiz kuşatma / 02.12.2025


















































































