Dün anlattığımız olaylar yaşanırken Mart'ın 24'ünde Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, Türk Hukuk Kurumu ve Türkiye Barolar Birliği tarafından düzenlenen bir toplantıda İstanbul'da masaya yatırıldı.
ANAP'lı Bakanlardan Arseven bu toplantıda, Yılmaz'ın "En büyük onur AB'ye verdiğimiz sözleri yerine getirmektir" sözü ile paralellik içinde Kopenhag kriterlerinden bahsetti ve "Verilemeyecek sözlerden, AB ile yapılacak müzakerelerden, kıyasıya tartışmalardan, onurumuzun korunmasından falan bahsediliyor. Değerli katılımcılar, AB'nin Kophenag Kriterleri olarak ortaya koymuş olduğu değerler, bir ülkenin AB ile müzakere sürecine başlayabilmesi için asgari şartlardır. Bu şartlar, Türkiye için veya başka bir ülke için farklı yorumlanamaz." dedi.
Halbuki bu arada, üstelik tam da 18 Mart Çanakkale gününde Avrupa Konseyi Kültürel İşbirliği Kurulunca hazırlanan bir proje Türk Millî Eğitim Bakanlığına sunulmuştu. Bu projede bakanlığın insan hakları eğitiminde izlediği yöntemin çocuklar ve toplum için yetersiz olduğu belirtildikten sonra "Demokratik Avrupa Yurttaşlığı Kimliği" oluşturulması isteniliyordu.
Yılmaz ve Arseven'in methettiği ve "AB ile müzakere sürecine başlayabilmemiz için asgarî şartlar olan" Kopenhag kriterleri, "Demokratik Avrupa Yurttaşlığı Kimliği" ölçülerinde çocuk yetiştirmemizi ve çocuklarımızdan da bu kimliği takınmasını istiyordu.
Peki siz bana Türk kimliğini, Türk tipi çocuğu, genci, delikanlıyı, genç kızı bana bir tarif eder misiniz?
Millî Eğitimin kitaplarında var mıdır böyle bir tarif? Türk tipi çocuk yetiştirmeden Avrupa tipi çocuklar, nesiller mi yetiştireceğiz?
Öcalan'ın da Afrika'dan uçağa bindirildiği andan itibaren aynı Kopenhag kriterlerindeki gibi "Demokratik Cumhuriyet açılımından" söz etmesi sadece tesadüf müydü?
Tabanda kırk altı çeşit mozaik kimliği olacak, temelde Türk kimliği olmayacak, ama tavanda "Demokratik Avrupa yurttaşlığı" kimliği olacak. Tabanı ve tavanı olan ama temelsiz bir garabetle karşı karşıya kalacağız.
Yeter ki Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'in "Ulus Devlet" modeli olmasın ve Cumhuriyete numara taksınlar.
Bu tez Tarih Vakfının yürüttüğü ve daha önce defalarca bahsettiğimiz "Tarih ve Toplum" projesine de şaşılacak derecede benzemiyor mu? Mozaik kültürler var, ulusal kültür yok, Avrupa kültürü var.
Peki siz 24 Mart tarihli Dünya gazetesinde bizzat AB Ombudsmanı Jacop Söderman'ın ağzından çıkan şu sözleri okudunuz mu;
"AB geçmişe oranla daha gizli ve militarize oldu".
Söderman acaba bu düşüncesini; 20 Mart'ta İsviçre'nin Cenevre kentinde düzenlenen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Toplantılarında, Cem'in daha önce mozaik türküleri kasetleri hediye ettiği değerli dostu İsveç Dışişleri Bakanı Anna Lindh'in; "Türkiye düşünce özgürlüğünün baskı altında tutulduğu bir dikta rejimidir" sözlerini duyduktan sonra mı ifade etmeye gerek duymuştu?
Hiç zannetmiyorum.
Cem dostunu arayıp ne demek istediğini sordu mu acaba?
Ona da ihtimal vermiyorum.
Aynı zaman diliminde Türkiye'de halka açık televizyon kanallarında Cüneyt Ülsever "Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar önemlidir" (12 Mart 2002 HaberTürk) diyor; Nevval Sevindi "Ahmak Türkiye" (15 Mart 2002 Kanal 7) diyor, Mehmet Ali Birand "Benim gazetecilik anlayışımda haber öne çıkar. Devletin âli çıkarları değil" (2 Mart 2002 Posta) diye yazıyordu.
Thatcher, Perle ve Söderman'a mı inanalım kıymetli okuyucu yoksa Mesut Yılmaz, Arseven, Volkan Vural'a mı? Ülsever, Sevindi, Birand mı doğru söylüyor, Albay Kalkanlı, Orgeneral Kılınç, Orgeneral Kıvrıkoğlu mu?
Boşuna Mart ayı dert ayı dememişler, bunların hepsi Mart ayında cereyan etti ve benim de aklım karıştı kıymetli okuyucu; kim dost, kim düşman, kim bizden, kim onlardan?
Gerçek Avrupa Birliği elemanları kim? İçimizdekiler mi, dışımızdakiler mi?
Orgeneral Asparuk acaba kimleri kastetti? 4 Nisan 2002
ANAP'lı Bakanlardan Arseven bu toplantıda, Yılmaz'ın "En büyük onur AB'ye verdiğimiz sözleri yerine getirmektir" sözü ile paralellik içinde Kopenhag kriterlerinden bahsetti ve "Verilemeyecek sözlerden, AB ile yapılacak müzakerelerden, kıyasıya tartışmalardan, onurumuzun korunmasından falan bahsediliyor. Değerli katılımcılar, AB'nin Kophenag Kriterleri olarak ortaya koymuş olduğu değerler, bir ülkenin AB ile müzakere sürecine başlayabilmesi için asgari şartlardır. Bu şartlar, Türkiye için veya başka bir ülke için farklı yorumlanamaz." dedi.
Halbuki bu arada, üstelik tam da 18 Mart Çanakkale gününde Avrupa Konseyi Kültürel İşbirliği Kurulunca hazırlanan bir proje Türk Millî Eğitim Bakanlığına sunulmuştu. Bu projede bakanlığın insan hakları eğitiminde izlediği yöntemin çocuklar ve toplum için yetersiz olduğu belirtildikten sonra "Demokratik Avrupa Yurttaşlığı Kimliği" oluşturulması isteniliyordu.
Yılmaz ve Arseven'in methettiği ve "AB ile müzakere sürecine başlayabilmemiz için asgarî şartlar olan" Kopenhag kriterleri, "Demokratik Avrupa Yurttaşlığı Kimliği" ölçülerinde çocuk yetiştirmemizi ve çocuklarımızdan da bu kimliği takınmasını istiyordu.
Peki siz bana Türk kimliğini, Türk tipi çocuğu, genci, delikanlıyı, genç kızı bana bir tarif eder misiniz?
Millî Eğitimin kitaplarında var mıdır böyle bir tarif? Türk tipi çocuk yetiştirmeden Avrupa tipi çocuklar, nesiller mi yetiştireceğiz?
Öcalan'ın da Afrika'dan uçağa bindirildiği andan itibaren aynı Kopenhag kriterlerindeki gibi "Demokratik Cumhuriyet açılımından" söz etmesi sadece tesadüf müydü?
Tabanda kırk altı çeşit mozaik kimliği olacak, temelde Türk kimliği olmayacak, ama tavanda "Demokratik Avrupa yurttaşlığı" kimliği olacak. Tabanı ve tavanı olan ama temelsiz bir garabetle karşı karşıya kalacağız.
Yeter ki Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'in "Ulus Devlet" modeli olmasın ve Cumhuriyete numara taksınlar.
Bu tez Tarih Vakfının yürüttüğü ve daha önce defalarca bahsettiğimiz "Tarih ve Toplum" projesine de şaşılacak derecede benzemiyor mu? Mozaik kültürler var, ulusal kültür yok, Avrupa kültürü var.
Peki siz 24 Mart tarihli Dünya gazetesinde bizzat AB Ombudsmanı Jacop Söderman'ın ağzından çıkan şu sözleri okudunuz mu;
"AB geçmişe oranla daha gizli ve militarize oldu".
Söderman acaba bu düşüncesini; 20 Mart'ta İsviçre'nin Cenevre kentinde düzenlenen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Toplantılarında, Cem'in daha önce mozaik türküleri kasetleri hediye ettiği değerli dostu İsveç Dışişleri Bakanı Anna Lindh'in; "Türkiye düşünce özgürlüğünün baskı altında tutulduğu bir dikta rejimidir" sözlerini duyduktan sonra mı ifade etmeye gerek duymuştu?
Hiç zannetmiyorum.
Cem dostunu arayıp ne demek istediğini sordu mu acaba?
Ona da ihtimal vermiyorum.
Aynı zaman diliminde Türkiye'de halka açık televizyon kanallarında Cüneyt Ülsever "Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar önemlidir" (12 Mart 2002 HaberTürk) diyor; Nevval Sevindi "Ahmak Türkiye" (15 Mart 2002 Kanal 7) diyor, Mehmet Ali Birand "Benim gazetecilik anlayışımda haber öne çıkar. Devletin âli çıkarları değil" (2 Mart 2002 Posta) diye yazıyordu.
Thatcher, Perle ve Söderman'a mı inanalım kıymetli okuyucu yoksa Mesut Yılmaz, Arseven, Volkan Vural'a mı? Ülsever, Sevindi, Birand mı doğru söylüyor, Albay Kalkanlı, Orgeneral Kılınç, Orgeneral Kıvrıkoğlu mu?
Boşuna Mart ayı dert ayı dememişler, bunların hepsi Mart ayında cereyan etti ve benim de aklım karıştı kıymetli okuyucu; kim dost, kim düşman, kim bizden, kim onlardan?
Gerçek Avrupa Birliği elemanları kim? İçimizdekiler mi, dışımızdakiler mi?
Orgeneral Asparuk acaba kimleri kastetti? 4 Nisan 2002
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002