Yıldırım Demirören’i tanıyorsunuz. Hani Beşiktaş’ı ekonomik olarak batırıp, Avrupa kupalarına gedememesine sebep olan, bu yılki mali kongrede (Beşiktaş’ın) ibra edilmeyen eski başkanı. Şike sürecinde bir anda Beşiktaş başkanlığından, TFF başkanlığına seçilen veya getirilen kişi. Aynı zamanda Milliyet ve Vatan gazetelerini alarak medyaya adım atan Demirören gurubunun öne çıkan ismi.
Hatta medyaya girdiği günlerde Yıldırım Demirören’e, Lig TV’de Şansal Büyüka “Gazete patronluğu nasıl bir şey” diye sormuştu. Demirören; “Güzel bir şey…” demişti. Yine o günlerde bu iki gazetenin yeni patronuna, Başbakan Erdoğan; “Artık farkınızı gösterirsiniz” iltifatını (!) yapmıştı.
Son günlerde ise “bebek katili Apo” birçok kişinin maskesini düşürdüğü, başını yediği gibi Demirören gurubunu da, Başbakan Erdoğan’la karşı karşıya getirdi.
Malum İmralı tutanakları Milliyet’te yayınlandı. Başbakan’ın birinci sorgusu; “Nasıl yayınlarsınız?” ikinci sorgusu ise; “Kim sızdırdı bunları?” şeklinde oldu. Türkiye’deki tüm sektörlerin bildiği Erdoğan mantığını, bu gazetelerin patronları da biliyordu. Neydi Erdoğan’ın mantığı; “Taraf olmazsan bertaraf olursun.”
Hatta Erdoğan medya hususunda çok daha hassastı. Çünkü Erdoğan, Meclis’teki muhalefet partilerinden çok, medyadan çekiniyor ve medyanın hizaya getirilmesinin “koltuğu koruma ve kollama” mücadelesinin ilk şartı olduğunu çok iyi biliyordu. Aslında bu Erdoğan’ın keşfettiği bir şey değildi. Emperyalist AB ve ABD’nin yüz yıldır uyguladığı bir taktiktir.
Tayyip Erdoğan’a göre Türk medyasının boynunda tasma vardı. Yani Erdoğan, kendisine göre medyanın boynundaki yerli, yabancı tasmaları çıkarıp, onların yerine “ampul” asmak gerektiğini biliyor ve bu gayret içerisinde olduğunu her ortamda vurguluyordu.
“Birde akbabalar var. Medyada kampanya yürütenler var. Siyaset yürütenler var. Ya, siz kimsiniz! Daha düne kadar birileri karşısında hazır ola geçip, selam çakıp, aldığınız emir doğrultusunda, köşe yazısı yazıyordunuz. Daha düne kadar üniformalılar sizi arayıp yazdıklarınızdan dolayı sizi azarlıyordu. Bunları bu tasmalarından kurtaran biz olduk. Ama bu tasma dün ulusaldı. Bugün terfi ettiler. Uluslararası tasmaları boyunlarına taktılar…”
“Siz köşe yazarları, ne kadar az yazarsanız, ülke o kadar huzur bulur.” (AA 2009)
“Bugünün Türkiye’si, ilk kez hükümete geldiğimiz 10 yıl önceki Türkiye’ye göre çok farklı. Şimdi ifade özgürlüğünün zirvede olduğu bir dönemden geçiyoruz.” (AA 2012)
“Eski alışkanları depreşen, talimatla manşet atan, Türkiye’yi bir yangın yeri gibi gösterip, ellerinde körüklerle sağa sola koşuşturan medyanın tahriklerine gelmeyeceğiz…
Ben de şimdi o gazetelerin patronlarına sesleniyorum, ‘Ne yapayım köşe yazarı, hakim olamıyorum’ diyemezsin. ‘Sen bunun sorumlususun arkadaş’ diyeceksin. Niye, çünkü bu ülkeyi germeye, bu ülkede ekonomiyi germeye kimsenin hakkı yok. Buna biz de müsaade etmeyiz. Çünkü bir anda dengelerin ekonomik olarak ne hale geldiği ortaya çıkıyor. O zaman köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiği zaman da feryat etmeye hakkın yok. (AA Şubat 2010)
Evet, Erdoğan’ın patronlara seslenişini ve “Bu ülkeyi germeye hakkın yok” uyarısını Milliyet’in sahibi Demirören hatırladı. İmralı sızmalarını yayınlayan yayın yönetmeni Derya Sazak’ı çağırdı.
Demirören, gazetenin yayın çizgisinden memnun olmadıklarını belirterek, “Biz böyle bir gazete istemiyoruz. Seni buraya bu tür haberler yapman için getirmedik” dedi. Sazak ise haberin arkasında durdu ve “Bu tutanak dünyanın her yerinde haberdir” dedi. Görüşme sırasında, Demirören’in “Başbakan Can Dündar ile Hasan Cemal’i istemiyor, yazılarına son ver” dediği de kaydedildi.
Derya Sazak görevine devam eder mi? Can Dündar ve Hasan Cemal tekrar o gazetede çalışır mı, pek o kadar önemli değil. Ha! Bu kişiler yılların gazetecisi. Eğer bunu ispatlamak istiyorlarsa, diktaya boyun eğmemeleri lazım.
Önemli olan ise Başbakan’ın, Erdoğan Demirören’i kullanarak özelde medyaya, genelde ise AKP karşıtı tüm kesimlere verdiği mesajdı. “Benim tarafımda olmazsanız bertaraf ederim…”
Başbakan yardımcısı Bülent Arınç ise Erdoğan’ın bu tavırlarını ve duruşunu yıllar önce ilkellik olarak tanımlıyordu.
“… Medyayı yasaklarla, sansürlerle zapturapt altına almak ilkelliktir, bu bizim aklımızın ucundan bile geçmez.” (Yerel Medya Eğitim Seminerleri 2010)
Hatta medyaya girdiği günlerde Yıldırım Demirören’e, Lig TV’de Şansal Büyüka “Gazete patronluğu nasıl bir şey” diye sormuştu. Demirören; “Güzel bir şey…” demişti. Yine o günlerde bu iki gazetenin yeni patronuna, Başbakan Erdoğan; “Artık farkınızı gösterirsiniz” iltifatını (!) yapmıştı.
Son günlerde ise “bebek katili Apo” birçok kişinin maskesini düşürdüğü, başını yediği gibi Demirören gurubunu da, Başbakan Erdoğan’la karşı karşıya getirdi.
Malum İmralı tutanakları Milliyet’te yayınlandı. Başbakan’ın birinci sorgusu; “Nasıl yayınlarsınız?” ikinci sorgusu ise; “Kim sızdırdı bunları?” şeklinde oldu. Türkiye’deki tüm sektörlerin bildiği Erdoğan mantığını, bu gazetelerin patronları da biliyordu. Neydi Erdoğan’ın mantığı; “Taraf olmazsan bertaraf olursun.”
Hatta Erdoğan medya hususunda çok daha hassastı. Çünkü Erdoğan, Meclis’teki muhalefet partilerinden çok, medyadan çekiniyor ve medyanın hizaya getirilmesinin “koltuğu koruma ve kollama” mücadelesinin ilk şartı olduğunu çok iyi biliyordu. Aslında bu Erdoğan’ın keşfettiği bir şey değildi. Emperyalist AB ve ABD’nin yüz yıldır uyguladığı bir taktiktir.
Tayyip Erdoğan’a göre Türk medyasının boynunda tasma vardı. Yani Erdoğan, kendisine göre medyanın boynundaki yerli, yabancı tasmaları çıkarıp, onların yerine “ampul” asmak gerektiğini biliyor ve bu gayret içerisinde olduğunu her ortamda vurguluyordu.
“Birde akbabalar var. Medyada kampanya yürütenler var. Siyaset yürütenler var. Ya, siz kimsiniz! Daha düne kadar birileri karşısında hazır ola geçip, selam çakıp, aldığınız emir doğrultusunda, köşe yazısı yazıyordunuz. Daha düne kadar üniformalılar sizi arayıp yazdıklarınızdan dolayı sizi azarlıyordu. Bunları bu tasmalarından kurtaran biz olduk. Ama bu tasma dün ulusaldı. Bugün terfi ettiler. Uluslararası tasmaları boyunlarına taktılar…”
“Siz köşe yazarları, ne kadar az yazarsanız, ülke o kadar huzur bulur.” (AA 2009)
“Bugünün Türkiye’si, ilk kez hükümete geldiğimiz 10 yıl önceki Türkiye’ye göre çok farklı. Şimdi ifade özgürlüğünün zirvede olduğu bir dönemden geçiyoruz.” (AA 2012)
“Eski alışkanları depreşen, talimatla manşet atan, Türkiye’yi bir yangın yeri gibi gösterip, ellerinde körüklerle sağa sola koşuşturan medyanın tahriklerine gelmeyeceğiz…
Ben de şimdi o gazetelerin patronlarına sesleniyorum, ‘Ne yapayım köşe yazarı, hakim olamıyorum’ diyemezsin. ‘Sen bunun sorumlususun arkadaş’ diyeceksin. Niye, çünkü bu ülkeyi germeye, bu ülkede ekonomiyi germeye kimsenin hakkı yok. Buna biz de müsaade etmeyiz. Çünkü bir anda dengelerin ekonomik olarak ne hale geldiği ortaya çıkıyor. O zaman köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiği zaman da feryat etmeye hakkın yok. (AA Şubat 2010)
Evet, Erdoğan’ın patronlara seslenişini ve “Bu ülkeyi germeye hakkın yok” uyarısını Milliyet’in sahibi Demirören hatırladı. İmralı sızmalarını yayınlayan yayın yönetmeni Derya Sazak’ı çağırdı.
Demirören, gazetenin yayın çizgisinden memnun olmadıklarını belirterek, “Biz böyle bir gazete istemiyoruz. Seni buraya bu tür haberler yapman için getirmedik” dedi. Sazak ise haberin arkasında durdu ve “Bu tutanak dünyanın her yerinde haberdir” dedi. Görüşme sırasında, Demirören’in “Başbakan Can Dündar ile Hasan Cemal’i istemiyor, yazılarına son ver” dediği de kaydedildi.
Derya Sazak görevine devam eder mi? Can Dündar ve Hasan Cemal tekrar o gazetede çalışır mı, pek o kadar önemli değil. Ha! Bu kişiler yılların gazetecisi. Eğer bunu ispatlamak istiyorlarsa, diktaya boyun eğmemeleri lazım.
Önemli olan ise Başbakan’ın, Erdoğan Demirören’i kullanarak özelde medyaya, genelde ise AKP karşıtı tüm kesimlere verdiği mesajdı. “Benim tarafımda olmazsanız bertaraf ederim…”
Başbakan yardımcısı Bülent Arınç ise Erdoğan’ın bu tavırlarını ve duruşunu yıllar önce ilkellik olarak tanımlıyordu.
“… Medyayı yasaklarla, sansürlerle zapturapt altına almak ilkelliktir, bu bizim aklımızın ucundan bile geçmez.” (Yerel Medya Eğitim Seminerleri 2010)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- Küfrün karşısında bir tek İmam Hüseyin kalmıştı / 05.07.2025
- ‘Bana Hüseyin’den haber ver’ / 04.07.2025
- Milletin sorunlarını artık kale bile almıyorlar / 02.07.2025
- Ortadoğu'da ikinci dizayn dönemi / 30.06.2025
- Fitneye karşı Hüseyin olmak / 29.06.2025
- Sözde ‘Terörsüz Türkiye’ye’ feda edilen değerlerimiz / 28.06.2025
- NATO toplantısı öncesi ve sonrası / 27.06.2025
- İsrail, ABD-İran savaşından 15 ders / 26.06.2025
- Türkiye, BOP’un neresinde? / 24.06.2025
- TBMM’deki rezalet BOP’un parçasıdır / 23.06.2025
- ‘Bana Hüseyin’den haber ver’ / 04.07.2025
- Milletin sorunlarını artık kale bile almıyorlar / 02.07.2025
- Ortadoğu'da ikinci dizayn dönemi / 30.06.2025
- Fitneye karşı Hüseyin olmak / 29.06.2025
- Sözde ‘Terörsüz Türkiye’ye’ feda edilen değerlerimiz / 28.06.2025
- NATO toplantısı öncesi ve sonrası / 27.06.2025
- İsrail, ABD-İran savaşından 15 ders / 26.06.2025
- Türkiye, BOP’un neresinde? / 24.06.2025
- TBMM’deki rezalet BOP’un parçasıdır / 23.06.2025